Az kalsın bir siyasi cinayetin tanığı oluyorduk

Katillerin hukuk sistemi tarafından “korunmayacağı” bir ülkede yaşamak istiyor, buna sesini yükseltenlerin yargılanmayacağı bir sistemi özlüyor, yakınlarını siyasi cinayette kaybeden iki şairin, Metin Altıok ve Behçet Aysan’ın kızları olarak sonuna kadar arkadaşımızın yanında olacağımızın bir kere daha altını çiziyoruz.

Zeynep Altıok / Eren Aysan

Önceki gün az kalsın bir siyasi cinayetin daha tanığı oluyorduk. Bugüne kadar “dini ve milli hislerle” ellerine silahı alıp “vatan sevgisi” üzerine edebiyat parçalayan tetikçilerin yüzlerce aydını, yazarı, gazeteciyi ve şairi öldürmelerini izlemek zorunda bırakıldık. Türk bayrağının önünde verdikleri gururlu pozlarla salınmalarını şaşkınlıkla takip ettik. Dahası katilden popstar yapmaya çabalayan nefret toplumunun bir parçası olmayı içimize sindiremediğimizden yan yana gelip itirazlarımızı haykırdık defalarca… “Gerçekler ortaya çıksın, kim incinirse incinsin” diyerek yola çıktığımızda gerçeğin peşinde koşan insanlar yanımızdaydı. Muktedirin değil halkın, haklının yanında olan ve halkı aydınlatmaya çalışan insanlardı onlar. Sadece gözyaşlarımızı silenlerle bile yalnız olmadığımızı hissetmiş, umutlanmıştık geleceğe dair. Her şeyden önce yanımızda duranlar biliyorlardı ki faili meçhuller faili malum hale getirilirse kazanan insanlık olacaktı. Toplum, gerçekliğiyle yüzleşecek, neler kaybettiğini görecek ve daha birkaç ay önce yitirdiğimiz Tahir Elçi’lerin katledilmesinin önüne geçilebilecekti belki de. Bu mücadeleyi veren insanlardan sadece biriydi Sevgili Can Dündar. Yaşadığı gibi inanan değil, inandığı gibi yaşayan bir gazeteci.

On üç yıl süresince faili meçhulleri biz bitirdik diyerek, Meclis’te faili meçhullerle ilgili araştırma önergelerine dahi ret oyu veren, cezaevlerini sırf kendilerine muhalefet ettikleri için kalemleri ve sözlerinden başka silahı olmayan aydınlarla dolduran bir iktidar sürecini yaşıyoruz. Birilerinin son zamanlarda arka arkaya yaşanan öldürümlerle bir katliam ülkesine doğru gidiyor oluşumuzdan daha elim görmesi gereken bir şey daha var:

Bizdeki karanlık, güneşe doğru yanarak gidenlere rağmen hiç bitmez. Bu ülkede zincire vurulmuş saadetin sona ermeyeceğine dair su götürmez bir inanç vardır nedense. Çünkü yaratıcılar korkutucudur. Özellikle ruhlarındaki ışığı, kendi kurdukları zihinlerinin izbe koridorlarına hapsedenler için yaratıcı insan yok edilmesi gereken bir umacı gibidir. Yaşadığımız coğrafyada yaratıcılar hep baskı altına alınmaya, yok sayılmaya ve yok edilmeye çalışıldı. Şaşırtıcı olansa yıllardır devam eden bu yok etme girişimlerine karşın yaratıcılar ısrarla, inatla ışıklarını saçmaya ve hayatı var etmeye devam ediyorlar. Tıpkı Can gibi. Kişileri toprağa gömerek sözü tüketemezsiniz.

Üstelik bu ülkenin mağdurları olarak söyleyelim, biz bu katili yahut katilleri daha önce de gördük. Çok açık ki, aynı katil, Uğur Mumcu’yu, Musa Anter’i, İlhan Erdost’u, Hasan Ocak’ı, Yusuf Ekinci’yi ve Metin Göktepe’yi aramızdan aldı. Aynı katil Sivas, Madımak’ta toplanan çılgın kalabalığı önlemek için kılını kıpırdatmadı. Abdi İpekçi cinayetinin failini ödüllendiren, Zeki Tekiner’in katillerini salıveren de aynı katil.... Sabahattin Ali, Akın Özdemir, Cevat Yurdakul, Cavit Orhan Tütengil, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Onat Kutlar ve daha niceleri… Artık sayıları binlerle ifade ediliyor… On yedi bin beş yüz faili meçhulün olduğu bir ülkede, gerçekten de bastığımız toprakların altından her gün yeni bir kan fışkırıyor. Aynı katil Hrant Dink cinayetinin faili ile gururla resim çektirendir. Sokaklarda bu ülkenin sahibi gibi kendi halkına baskı ve terör uygulayandır aynı katil… Gaz bombaları arasındaki şiddet görüntülerine gururlanarak bakandır. Kafa göz yarmak için kapsül fırlatandır… Roboski’de bomba yağdıran, Cizre’de insanlarımızı yakandır.

Bunların hepsi düzenlenmiş bir “tiyatro”ysa -ki bir sanat dalını yakışıksız bir biçimde aşağılamayı kendimize yediremeyiz- daha önce defalarca seyretmeye mahkûm edildiğimiz bir gerçekliktir bu. Birilerine göre hep siyasi cinayetler adına olmadık senaryolar üretildi, salt tetikçiler üzerinden “meczup” göndermeleri yapıldı. Büyük fotoğraf bilinçli ya da bilinçsiz olarak saklandı. Hatta birileri Deniz Gezmiş’in kendini astığını, Cavit Orhan Tütengil’in bir otobüs durağında kafasına kurşun sıktığını, Bahriye Üçok’un evine bomba gönderdiğini, Uğur Mumcu’nun arabasına bomba yerleştirip kendini patlattığını bile iddia edebilirdi bu süreçte… Dahası “Madımak Oteli aslında yakılmak istenmemiş” gibi fantezilerle dünyalarını genişletenler otelin önündekilerin Kızılderili dansı yaptığını da savunabilirlerdi. Utanmasalar ölenler kendilerini öldürdü diyecek olan insanlar görüyoruz şimdilerde. Biz, babalarımızın öldürümü sonrasında “adaletsiz” kalışımızı, katillerimize verilen kırmızı pasaportları, evlilik cüzdanlarını, ehliyetleri vurgulamıyoruz bile! Toprak altına giden canlarımızın hesabının sorulamadığı sayısız örnekler gördük! Onlara yeni bir ses, nefes eklenmesini, geniş ailemizin daha da büyümesini istemiyoruz. Dahası her zaman yanımızda olan bir gazetecinin, yazarın da faili meçhuller albümü içinde yer alma düşüncesini bile içimize sindiremiyoruz.

Sevgili Can’a geçmiş olsun diyor, hukuka, yaşama hakkının kutsallığına, bu hakkın ortadan kaldırılmasının affedilmez bir insanlık suçu olduğuna inanan, vicdan sahibi tüm toplum kesimlerine sesleniyoruz. Katillerin hukuk sistemi tarafından “korunmayacağı” bir ülkede yaşamak istiyor, buna sesini yükseltenlerin yargılanmayacağı bir sistemi özlüyor, yakınlarını siyasi cinayette kaybeden iki şairin, Metin Altıok ve Behçet Aysan’ın kızları olarak sonuna kadar arkadaşımızın yanında olacağımızın bir kere daha altını çiziyoruz.