Ayvacıklılar şubattan beri konteynırda: Yetkililerden ses yok gari

6.6’lık depremin ardından Ege’de artçı sarsıntılar devam ediyor, yurttaşlar hâlâ endişeli. Önceki gece de Çanakkale’de 4.3 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Öte yandan şubatta 5.3’lük depremde birçok yapısı yıkılan Çanakkale Ayvacık’ta yaralar hâlâ sarılmadı. Evler yapılmadı. Tek başına yaşayan yaşlılar hastalıkla boğuşuyor. Asıl korkutan ise kış aylarının yaklaşması.

demet yalçın güneş

Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Gülpınar köyü yakınlarında 6 Şubat sabahı meydana gelen 5.3 büyüklüğündeki depremde çok sayıda ev hasar gördü. En büyük yıkım da Yukarıköy’de yaşandı. Depremin en fazla çilesini ise, imkânsızlık ve sağlık sorunları nedeniyle evlerini yaptıramayan ve beş aydan fazla bir süredir AFAD’ın kurduğu konteynırlarda yaşayan yaşlılar çekiyor. Kimi hastalıklarıyla boğuşurken ev yapmaya para bulamıyor, kimi de torunlarının geleceği için 70’inde çalışmaya devam ediyor.

Ege’nin yeşil yamaçlarından kopup Kocaköy’ün tepesindeki kupkuru bir alana dizilmiş, AFAD’ın depremzedeler için kurduğu konteynırların arasında dolaşırken camından baktığım ya da kapısını çaldığım depremzedelerden çoğunun kendi olanaklarıyla onardığı evlerine taşındığını veya işe gittikleri için boş olduğunu görüyorum. Tam geri dönmeye karar verdiğim sırada 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu bakmayı akıl edemediğim gerideki konteynır evinin kapısında beliriyor. Gözlerimizle selamlaştıktan sonra ona burada nasıl bir yaşam sürdüğünü soruyorum. Cevap gecikmiyor: Şubatta çok üşüdük. Hem de çok. Şimdi ise çok sıcak oluyor. Biz üç güne kadar kendi yaptırdığımız eve taşınacağız. Babamın anlatmasına göre bizim paramız olduğu için taşınıyoruz. Ancak şu ilerideki konteynırda yaşayan birkaç yaşlı teyze var. Onların durumu hepsinden vahim. Bir tane Müzeyyen Teyze var ki bacaklarından hasta olduğu için yürüyemiyor bile.

Çaresizlik çok zor...

O sırada kızın sözünü kesip yürüyemeyen yaşlı kadının yaşadığı konteynıra beni götürmesini istiyorum. İkiletmiyor. Daracık kapısından girdiğim bu bölmede, sıcakla daha bir keskinleşen ağır metal kokusu karşılıyor beni. Bu konteynır da tıpkı diğerleri gibi iki bölmeden oluşuyor. İki odada da tek kişilik yatak. Bir oda mutfakla iç içe. Bir de küçük tuvalet var. İki kişiden fazla insanın yaşayamayacağı bu konteynırda, sonradan öğreniyorum ki çoğu aileler üç ya da dört kişi de yaşamak zorunda kalmış.

“Konteynırın ikinci bölmesinde tek kişilik yatağında oturur vaziyette beni tüm Egeli kadınların içtenliğiyle karşılayan Müzeyyen Abla’yı gördüğüm an, sağlığın ne denli önemli ve çaresizliğin de çok zor olduğunu bir kez daha anlıyorum.

Yalnızlıktan sıkılan ve dört yıl önce kocasını kaybeden Müzeyyen Abla, yanındaki sandalyeye oturttuyor beni. Elinin altındaki kolonyadan ikram ediyor. Sonra da oğullarının evli olduğunu, nöbetleşe yanında kaldıklarını, parası olan köylülerin yıkılan evlerini yaptırdığını ama kendisinin böyle bir imkânının olmadığını ve de bu yatağa bağlıyken her şeyin çok daha güç olduğunu şu sözlerle anlatıyor: Depremde çok korktuk. Allahtan kimse ölmedi ama evlerimiz yıkıldı ya da hasar gördü. Yine bu köy (Kocaköy) o kadar kötü değil ama başka köyler, örneğin Yukarıköy’de çok ev yıkıldı. Perişanlar. Benim derdimse herkesten başka. Şeker ve bacaklarımdaki sıvı oranı tükendiği için yürüyemiyorum. Resmen bu yatağa çakılıp kaldım. Bir emekli maaşım var. Onunla da tüm bakımımı yapmak zorundayım. Yemek yapma gibi bir imkânım olamadığı için de hep hazır yemek yiyorum. Getirecek kişi geç kaldığı an aç susuz beklemek zorunda kalıyorum. Köydeki evimde öyle miydi? Yemek olmasa bile komşulardan birine seslenirdim anında getirirlerdi. Allah devletimize zeval vermesin. Depremden sonra köyün yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşıladı ama bir an önce yetkililer evlerimizi yaptırmalı. Söz verdiler ama ne zamana belli değil. Beklemek zor.”

İmkânsızlıkla savaş

Yatalak biri olarak yaşam standartlarının bu konteynırda daha da dayanılmaz hale geldiğini anlatan Müzeyyen Hanım, “Depremde çok korktuk. Yer gök gümbür gümbür oldu gari. O korktuyu henüz atamadan, şimdi de hem canımla hem de imkânsızlıklarla uğraşıyorum. Kocaköy’de parası olan kendi evini yaptırdı ve gitti. Biz ise burda birkaç yaşlı ve birkaç aile kaldık. Evimin içi çok hasarlı. Girilemez durumda. Bu söz verilen evler ne zaman yapılacak? Yapılacak dediler ama ne zaman teslim edileceğini söylemiyorlar. Bu kışı da burda geçirirsek vay halimize. Küçücük konteynırda ne tuvalete gidebiliyorum ne de yıkanabiliyorum. Kışın soğuklar da başlayınca çok zor olacak. Hastanede bile bakımım zor. Yatalak olmak zor gari ama burda daha zor. Zaten bir gözüm kör diğeri de puslu görüyor. Oğullarım kışın Çanakkale’ye evlerine gidecekler. Ben burda dağ başında nasıl kalacağım. Devlet yetkilileri bir an önce evlerimizi yapmalılar” diyor.

Yazı aşırı sıcak, kışı ise soğuk

Depremin en çok hasar verdiği Yukarıköy’de, yöre halkı tarafından Yörük Teyze olarak anılan Neslihan Hanım, yöresel kıyafetinin ceplerine dizdiği tahta kaşıklar, iki elinde taşıdığı poşetlerdeki yemeni ve kekikleri satmaya giderken çıkıyor karşımıza. Yıkılan evinin bir an önce yapılmasını isteyen Yörük Teyze, “70 yaşına gelmiş biri olarak artık ayaklarımı uzatıp oturmam gerekmez mi a benim kızım? Ancak bu köyün çoğu evi gibi benim evim de büyük hasar gördü. Yetkililerden ses yok gari. Bu ev ne zaman yapılacak? Kış kapıya dayandı. Soğukta ne yapacağız. Bir konteynırda üç büyük, bir çocuk kalıyoruz ama yatacak iki yatak var. Bizim yerimizde olsalar nasıl dayanacaklar. Her gün dağdan yürüyerek inip çevre beldelere gidiyorum. Akşam geldiğimde, iki büklüm oluveriyorum gari. Dizlerim tutmuyor a be kızım. Ben torunların geleceği için bu yaşımda çabalıyorum” diyor ve ekliyor: “Bizim köyde çok ev yıkıldı çok. Zaten durumumuz iyi değil. Nasıl olacak bu iş? Konteynır yazın aşırı sıcak, kışın da çok soğuk oluyor.”