AYŞENUR İSLAM Kadın sorunlarına uzaktan bakan
Türkiye kadın haklarında ilerlemeye çalışırken durdu. Durmakla kalmayıp gerilemeye başlaması, O’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı dönemine rastladı. Ya da bu bir rastlantı değildi.
Emel ArmutçuTürkiye, “politikacı” Ayşenur İslam adını ilk kez, Aralık 2013’te Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na atandığında duydu. 2011 genel seçimlerinde Sakarya’dan AKP Milletvekili seçilmişti ama o zamana kadarki TBMM varlığında hatırda kalacak bir hareketlilik mevcut değildi.
O aslında bir akademisyen. Çeşitli sözlüklerde kendisinden araştırmacı yazar, “asalet ve zarafet elçisi” diye söz ediliyor. Öğrencileri, “çok iyi bir hatip, yeni fikirlere açık, pratik çözümler bulabilen iyi bir yönetici” olduğundan bahsediyor. Türkiye bu yanlarını hiç görmedi.
1958 İstanbul, Üsküdar doğumlu. Orta eğitimine Kadıköy Maarif Koleji’nde başlamış, TED Ankara Koleji’ni bitirmiş. Ankara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı’ndan mezun olmuş. Yüksek lisansını Ankara, doktorasını Gazi Üniversitesi’nde yapmış. Ankara, Kırıkkale ve Başkent üniversitelerinde öğretim üyeliği, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda Araştırma ve Eğitim, Güzel Sanatlar genel müdürlüğü görevlerinde bulunmuş. Yunus Emre Enstitüsü’nün kurucularından.
EŞİ, ELTİSİ, KAYINPEDERİ, BABASI, AİLESİ ÇOK KONUŞULDU
Bakan olduğunda, şahsından çok ailesi konuşuldu: Eşi Bahadır Celal İslam, İsrail’in Gazze açıklarında saldırdığı Mavi Marmara gemisinin doktoruydu. Eltisi, Fazilet Partisi’
nden milletvekili seçildikten sonra, başörtüsü nedeniyle TBMM’de yemin etmesine izin verilmeyen Merve Kavakçı’ydı. Kayınpederi Nadir Latif İslam ise 73-77 yıllarında Adalet Partisi milletvekillerinden, ayrıca 12 Eylül döneminde MHP davası avukatlarındandı. Dava sırasında askeri savcıya “müstahdem” dediği için tutuklanmasına karar verilmiş ancak geri alınmıştı. İslam’ın Erzincan’da uzun yıllar dahiliye hekimi olarak çalışan ve yerel Doğu gazetesinde yazılar yazan babası Mehmet Külahlıoğlu’nun da 1979 yılında MHP’den senatör adayı olduğu yazıldı. Bütün bunlar arasında, Ayşenur İslam’ın politikayla ilişkisine dair bir not yoktu.
Bir çocuk annesi, iyi derecede İngilizce bilen, Türk Dili ve Edebiyatı dersleri veren, “Hikayemiz İnsanımız Kültürümüz/Modern Türk Hikayesinden Seçmeler”, “Edebiyat ve Dil Yazıları” gibi kitapları, makaleleri bulunan Doçent İslam, Başkent Üniversitesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kurarken Prof. Mustafa İsen’in yanındaydı. Daha sonra müsteşarlık, son olarak Cumhurbaşkanı danışmanlığı yapan Prof. İsen’le şimdi de Sakarya’dan milletvekili adaylığını paylaşıyor; AKP Sakarya aday listesinde Prof. İsen, Ayşenur İslam’ın arkasında, 2. sırada.
Ayşenur İslam, “pek ortaya çıkmama” halini, bakanlığı boyunca, ortaya çıkması gereken zamanlarda bile sürdürdü. Bakanlığını ilgilendiren konularda yer yerinden oynarken; mesela devlet korumasındaki kadınlar sokaklarda öldürülür, bakanlığına bağlı yetiştirme yurtlarında çocukların tacize tecavüze uğradığı gündeme bomba gibi düşerken, o hep cool’du. Sanki konuyla arasında bir “uzaklaştırma kararı” varmış gibi... Göreve geldiğinden bu yana, konuyla yakından ilgilenenleri ikna edecek bir cümle kuramadı. Çocuk yaşta evliliklere ilişkin, “Bu nikâhların çoğu masumane kıyılıyor” dedi. Ardından bilincin artırılması gerektiğini ekledi tabii, ama bu bilinci artırmak için ne yaptığını anlatmadı. Birkaç ay sonra, yine çocuk tecavüzlerinin infial yarattığı günlerden birinde, “Çocuklara çığlık atmayı öğretin” diyerek yetişkinlere çığlık attırdı. Tam da konunun bakanıydı ama “çocuklara yabancı mesafesini korumanın” da öğretilmesini önerirken, asıl evin içinde, en yakınlarının çocuklara yaptıklarından habersiz görünüyordu. Başka bir söyleşide, kadın katilleriyle ilgili bir soruya, ancak komşu teyzenin verebileceği “Elleri kırılsın” tepkisini verdi. Ardından “Bu bir insanlık suçu, kanıksamak mümkün değil. İnsanların aklını başına alması gerekir” derken, insanların aklını başına almasını bekleyecek değil, aklı başa getirecek bir konumda olduğunu unuttu.
KADIN SORUNLARINDA PASİF AMA İYİ BİR PARTİLİ
Mikrofona her geldiğinde, kadın cinayetleri ve şiddet oranlarının düşmekte olduğunu anlattı. Verdiği rakamlar, her seferinde yanlıştı. Bakanlığı, koruması altındaki kadınların durumuna ilişkin soru önergesini, kendi işi değilmiş gibi Adalet ve İçişleri bakanlıklarına yönlendirdi. Kendi konusu önüne gelince kızıyordu galiba, “Aile içi şiddet nedeniyle Türkiye’de 170, Almanya’da 303 kadın öldürüldü, Almanya’yı hiç duymuyoruz ama Türkiye’dekini sağır sultan bile duyuyor” dedi bir seferinde.
Bir önceki bakan Fatma Şahin döneminde, bu konuda deneyimli kadın örgütleriyle yürütülen kadına yönelik şiddeti önleme çalışmaları onunla birlikte uykuya geçti. Bakanlık kapıları duvar oldu. Büyük hedefler ve vaatlerle kurulan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri işlevsizleşti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarında paralel düşmandan fırsat buldukça değindiği “dinsiz feministler” yerine “ailemizin/hükümetimizin kadın dernekleri” stratejisi de yine Ayşenur İslam dönemine rastladı. Ya da tam tersi, Ayşenur İslam bu nedenle bakanlığa atandı. Aktif ve ilerleme kaydeden bir bakan imajı çizmedi ama iyi bir partiliydi; içinde ezilen kadından çok aileyi konuşmayı sevdi.
Partisinin yönetici ve destekçileri kadını “annelik kariyerine”, normal doğuma, kahkaha atmamaya, gece sokakta dolaşmamaya, kürtaj yaptırmamaya, en az üç çocuk yapmaya, tecavüze uğrasa bile doğurmaya, doğurmayacaksa ölmeye, iş arayıp işsizliği yükseltmemeye, pembe otobüse binmeye, erkeklerle oturmamaya vs. davet ederken O, kadın erkek eşitliğini sağlamada en önemli görevi üstlenen bakan değil de parti politikalarını uygulayan bir bürokrat gibiydi. Bu yüzden sık sık şu soruya muhatap olacaktı: “Ayşenur İslam kimin bakanı?” Yine de hakkını yememek lazım; her fırsatta “zihniyet dönüşümü şart” dedi. Bu umut veren bir cümleydi aslında, yeter ki nereden başlamak gerektiği fark edilsin.