‘Ayna’daki Sarkis

Sarkis’in Dolapdere’deki Dirimart’ta açılan sergisi sanatçının hem yeni hem de eski işlerinden oluşan bir seçkiyi sanatseverlere sunuyor.

Emrah Kolukısa

Robert Kramer bana bakıyor. Sadece bana bakmıyor elbette, 24 saat ışıkları kapanmayan Dirimart’ın % 72’ye ayarlanmış neonlarla bezeli devasa sergi alanında bir bekçi görevi de gördüğü için biraz, aslında içeri giren çıkan herkese bakıyor, hayatının büyük kısmında yaptığı gibi. Belgesel sinemanın ayrıksı ve öncü isimlerinden biri olan ve 1999’da hayata veda eden Robert Kramer, bilenler bilir, Sarkis’in yakın bir dostuydu ve Sarkis birçok sergisinde onun bir imgesini kullandı, kullanıyor, muhtemel ki kullanmaya devam edecek. Tıpkı “Ayna”da olduğu gibi.

Sarkis her sergisinde kendi kişisel tarihini de taşıyor sergi mekânına. Onun için bellek, zaman, tarih gibi kavramlar son derece hayati ve kimi zaman yaratının ta kendisi. “19380” sayısını görmek Sarkis’in sanatını bilenler için şaşırtıcı değil örneğin; doğduğu yıl olan 1938’i, dolayısıyla sanatçının kendisini imliyor bu iş. Dolapdere’deki mekânın girişinde yer alan dev duvar kâğıdı da onun artık boşalttığı eski atölyesinin duvarı, ya da diğer köşede duran maket benzeri iş aynı atölyenin somut malzemeyle soyut olarak ifade edilmiş bir krokisini gösteriyor bize. Üstelik biraz onunla sohbet ettiğinizde anlıyorsunuz ki ortaya koyduğu her işin onun hayatından gelen bir hikâyesi de var aslında. Annesinin odasını görüntülediği işi sorduğumuzda anlattıkları gibi: “O bina 50’lerin binası, 55,56 yılından kalma. Benim orada küçücük bir atölyem vardı. Bir de penceresi vardı onun. Sonra oraya bir bina çıktılar. Kimseye sormadan, danışmadan... Orası pencere mi, dışarı mı bakıyorsun, hiç sormadılar. Bina çıktılar, kapattılar orayı. Kavga da edemiyorsun. Sonra geçen kış haber aldık ki orasını indirmişler. Başka bir bina çıkacaklar, bu sefer açık kaldı orası. Yağmur var, sular akıyor... Bir usta gönderdim hemen duvarı kurtardık.”

‘Sergiyi karanlıktan kurdum’

Sarkis’in kendine has kimi takıntıları, ya da takıntı demeyelim de, hassaslıkları var. Bunlar sergiye de sızmış, her sergisine sızdığı gibi. Örneğin Sarkis her şeyin 12 ve katlarına uygun ölçülerde olmasını seviyor. Salonun ortasındaki sütunda duran neonun 120 cm. olduğunu öğrenmek şaşırtmıyor bizi bu anlamda. Ama neon ışıklarıyla kurduğu terazi hassalığındaki aydınlık dengesi en fanatik Sarkisçileri bile hayrete düşürebilir. Neoncularla çalışırken onlardan ışıklara ‘dimmer’ (reosta, ışık ayar anahtarı) koymalarını istediğini söylüyor ve ekliyor: “Ben sergiyi karanlıktan kurdum. Hepsini kapattırdım ışıkların ve yavaş açmalarını söyledim. Açın, daha açın, daha, daha derken bir yerde durun dedim. Yüzde kaç oldu dedim. İstiyorum ki 12’nin katı olan bir sayıya varayım. 71 demez mi? Onu lütfen 72 yapın dedim.”

Sarkis serginin adının da kurulum sırasında değiştiğini, ilk düşündüğü ad olan “19380-20170”den vazgeçtiğini söylüyor. “Tüm sergilerimin bir ismi vardır. Hiç ‘Sarkis’ diye sergim yoktur. Bir tek Almanya’da 1972’de bir sergime adımı ve soyadımı vermiştim, çok bilen yoktur soyadımı, özellikle yapmıştım onu. Burada da birkaç ilan çıkmıştı eski isimle, sonradan değiştirdik. Çünkü kurarken bir de baktım iki duvar birbirini itiyor. Bir yandan da serginin eski adı sıkıştırmaya başlamıştı. Sanki doğum ve ölüm yılları gibi duruyordu. Sergi istemedi bunu.”

Gerçekten de özellikle girişten itibaren geniş bir koridor ya da dehliz gibi sizi içine alan galerinin iki yan duvarındaki eser yerleştirmeleri akla bir aynayı getiriyor. Birbirinin tam bir aksini yansıtan değil de birbiriyle diyalog halinde olan, birindeki görüntüyü diğerinde farklı şekilde yorumlayan ya da bozan bir ayna var sanki burada. Üstelik bu yerleştirme sadece bu iki duvarla da kısıtlı kalmamış, tüm mekânda benzeri bir yayılmaya yol açmış. Arka taraftaki odada karşılıklı duran iki kitaplıkta da aynı etkiyi buluyoruz; duvarda asılı ve üzerinde rujla bir savaş gemisinin boyandığı aynanın zeminin ortasına yerleştirilmiş ve yatay bir ayna duran kırmızı rujla boyalı Bismarck gemi maketini gürdüğümüzde de. Görünmez ipler var sanki, her eseri bir diğerine bağlayan ve ortaya belki de yeni bir eserin çizimini çıkaracak olan. Sarkis’in sergisi, onun tuhaf aynası böyle bir alan açıveriyor zihinlerde, o denli güçlü, o denli derinlikli.

Sergi 19 Şubat’a kadar Dirimart’ın Dolapdere galerisinde gezilebilir. Hatta gezilmelidir!

Serginin sesi John Cage’den

“Ayna”nın bir de sesi, müziği var. Ama bu öyle mekânın her yanını saran, onunla birlikte sergiyi gezeceğiniz baskın bir müzik değil. Yer yer duyacağınız, sergiyle ilgili görevlilerden birinin yanına yaklaştığınızda ya da bir eserin yanında görebileceğiniz bir karekodu mobil cihazınızla okuttuğunuzda dinleyebileceğiniz bir müzik. Serginin eş-küratörü Ceren Erdem’e bırakalım sözü: “Bu müziği üstümüzde taşıyoruz. Bu serginin sesi. Sarkis’in Rotterdam’da yaptığı sergisindeki bir yerleştirmede çanlar kullanılmıştı ve orada John Cage’in “Lithany for the Whale”ini çanlarla çaldırdı. Biz de o kaydı bu serginin sesi olarak çağırdık.”

‘Mnemosyne’in Hazine Sandıkları’

Sergiyle birlikte bir de kitap kazandık. Sarkis’in tarihçi Uwe Fleckner ile birlikte derlediği “Mnemosyne’in Hazine Sandıkları” adlı kitap ilk kez Türkçeye çevrildi ve “Ayna” sergisiyle birlikte okurun beğenisine sunuldu. Plato’dan Nietzsche’ye, Warburg’dan Derrida’ya uzanan bellek teorisi üzerine metinleri bir araya getiren kitapta, her bir metne Sarkis’in Paris Villejuif’teki atölyesinden fotoğraflar eşlik ediyor. Daha önce yayımlanan Fransızca, Almanca ve İngilizce baskılarda ise bu eşliği sanatçının 2016’da otuz yılın ardından boşalttığı ev-atölyesi üstlenmişti. Kitabın sayfalarından çıkarak galerinin duvarlarına yayılan bu iki atölyenin görüntüleri, Paris’te birlikte nefes alıp verdikleri işlerle bu kez İstanbul’da karşılaşıyor.