AYM'de 'tutarsız' yargı

AYM, avukatsız sorgudaki ‘itirafı’ ‘adil yargılanma hakkı ihlali’ olarak değerlendirdi. Yerde yatan tutuklunun başvurusu ise kabul edilmedi.

Alican Uludağ

Anayasa Mahkemesi (AYM), ramazan ayında gece vakti davul çalınması ile cezaevinde aşırı doluluk nedeniyle mahkûmların yerde yatmasını hak ihlali olarak görmedi. Buna karşılık mahkeme, şüphelilerin avukat olmadan yapılan sorgudaki “itirafları” sonucunda verilen mahkûmiyet kararının “adil yargılanma hakkı ihlali” olduğuna hükmetti. Bu kapsamda yeniden yargılama kararı veren AYM, “yasak sorgu” yöntemiyle alınan ifadelerin geçersiz olduğunu değerlendirdi.

Anayasa Mahkemesi, dün üç farklı karara imza attı.

İzmir’de yaşayan mühendis D.Ö., bir ay boyunca her gece saat 03.30’da davul çalınmasına izin verilmesi nedeniyle uyandırıldığını, bu uygulamanın sağlıklı çevrede yaşama hakkını engellediğini, ayrıca ibadete zorlayıcı sonuçlarının olduğunu belirterek, Konak Kaymakamlığı aleyhinde dava açtı. İdare mahkemesi, 2008’de davayı reddetti. Kararı Danıştay, 2013’te onadı. Bunun üzerine mühendis, AYM’ye bireysel başvuruda bulundu. Anayasa Mahkemesi, ramazan ayında davul çalınarak özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvuruyu açıkça dayanaksız olduğu gerekçesiyle kabul edilemez buldu. Kararda, şu değerlendirme yapıldı:

“Başvurucu, İslam dininin bir mezhebine ait ibadete zorlandığını iddia etmekte ise de davul çalınarak uyandırılma, söz konusu ibadetin bir unsuru olmayıp sadece bireylerin bu ibadete hazırlanmalarını kolaylaştırmak amacıyla uyandırılmalarını sağlamak üzere ülke içinde zamanla yerleşmiş bir gelenektir. İbadete katılmayacak veya katılsa dahi davul çalınarak uyandırılmak istemeyen bireylerin bu şekilde uyandırılması, ses yüksekliğiyle ilgili olup uyandırılma olgusu, tek başına ibadete zorlama olarak değerlendirilemez.”

‘Cezaevi’ kararı...

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ihraç edilen ve tutuklanan eski hâkim Mehmet Hanifi Baki, 16 ranzanın bulunduğu cezaevi koğuşunda 25 kişi kaldıklarını, bu nedenle tuvaletin önünde yerde yatmak zorunda kaldığını belirterek, Anayasa Mahkemesi’ne hak ihlali başvurusunda bulundu. Ancak Yüksek Mahkeme, eski hâkim Baki’nin tuvalet önünde yerde yatmasını “kötü muamele yasağının ihlali” olarak değerlendirmedi ve başvuruyu kabul edilemez buldu. Mahkeme, yerde yatmayı ilginç gerekçelerle savundu. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından cezaevinin nüfusunun kapasitesinin üzerine çıktığına dikkat çekilen kararda, yerdeki yatakta uyuyup ranzadaki yataklarda uyumamanın başvurucunun üzerinde ağır bir bedensel ve ruhsal yük oluştumadığı öne sürüldü. Kararda, “Tutulmaya ilişkin koşulların söz konusu uygulamanın niteliğinden kaynaklanan ve özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinin ötesinde asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Somut olaydaki tutulma koşulları ayrı ayrı ve başvurucu üzerindeki toplu etkileri hesaba katılarak değerlendirildiğinde söz konusu asgari eşik derecesinin aşılmadığı sonucuna varılmıştır” denildi.

‘Yasak sorgu’

Yüksek Mahkeme, 1994’te “THKP Yeniden Kurtuluş Birliği/Halkın Kurtuluş Güçleri” örgütüne yönelik yapılan operasyonda gözaltına alınan ve 7 yıl tutuklu kalan Erol Kaplan, Fazıl Ahmet Tamer ile Hasan Demir’in avukatları olmadan yapılan yer gösterme ve alınan ifadelerinde “suçlarını itiraf” etmeleri sonucunda “anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs” suçundan 2007’de mahkûm edilmelerini ise hak ihlali olarak kabul etti. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın İstanbul’daki mahkemeye gönderilmesine hükmeden AYM, avukat olmadan ifade alınmasını “yasak sorgu” olarak gördü. Mahkeme, mahkûmiyete esas alınan delillerin elde ediliş yöntemindeki hukuka aykırılıkların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediğini, adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini vurguladı.

"Katlanılabilir bir durum"

Olayı ses yüksekliği açısından ele alan AYM, şu görüşleri ileri sürdü:
“Sesin gece uyku saatlerinde oluşması nedeniyle başvurucunun yaşam kalitesinin etkilendiği tartışmasızdır. Ancak maruz kalınan sesin ortalama bir insanda oluşturacağı etkinin ve sese maruz kalma süresinin kural olarak katlanılmayacak boyuta eriştiğini söylemek güçtür. Meydana gelen rahatsızlığın yılın sadece belli bir zaman diliminde gerçekleşmesi ve bu zaman diliminin belirliliği nedeniyle öngörülebilir oluşu da başvurucunun ortaya çıkan rahatsızlığa katlanabilmesini sağlayacak önemli bir etkendir. Üçüncü kişiler tarafından belli bir kural dahilinde kontrollü olarak gerçekleşen davul çalma eylemi nedeniyle oluşan gürültünün devletin müdahalesini gerektirecek seviyeye ulaşmadığı sonucuna varılmıştır.”