AYM ve Anayasanın Değişmez Kuralları
cumhuriyet.com.tr
AKP bu rejimin değerini iyi bilmelidir. Rejimi daha fazla zorlamaya, yeni anayasa değişiklikleriyle laiklik ilkesinin ya da hukuk devleti ilkesinin içini boşaltmaya yönelik girişimler, sivil darbe olarak nitelenmekten kurtulamaz.
Anayasanın 10 ve 42. maddelerinde yapılan değişiklik dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra, mahkemeye yönelik saldırılar sürüp gidiyor. Burada iki sorunu birbirinden ayırmak gerekir:
1) Anayasanın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişiklik, maddelere ilişkin gerekçelerden ve buna uygun uygulamalardan bağımsız olarak, objektif anlamlarıyla anayasanın ilk üç maddesindeki kurallara aykırı mıdır? Bu anlamda bir aykırılık göremediğimi daha önce de yazdım (Cumhuriyet, 07. 03. 2008). AYM Başkanı Sayın Kılıç da karşıoy yazısında “yapılan değişikliklerin uygulamaya geçirilebilmesi için yasal bir düzenlemeye ihtiyaç gösterdiğini, eski metne göre yeni bir hukuksal sonuç doğurmaya elverişli olmadığını ve madde gerekçelerinin bağlayıcılık taşımadığını” belirtmek suretiyle aynı görüşü paylaşıyor. Anayasa değişikliğini gerçekleştiren siyasal iktidar, bu görüşü benimsemiş ve uygulamayı buna göre yönlendirmiş olsaydı, AYM, büyük bir olasılıkla iptal kararı vermez, yapılan değişikliğin kendiliğinden yeni bir hukuksal sonuç yaratmadığını belirterek davayı yorumlu ret kararıyla sonuçlandırırdı. O zaman anayasanın değişmez ilke ve kurallarıyla ilgili bir sorun gündeme gelmez, olası sorunlar, çıkarılacak yasanın laiklik ilkesine ya da hukuk devleti ilkesine uygunluğunun denetimiyle sınırlı kalırdı. AYM’nin iptal kararına yol açan olgular, siyasal iktidarın gerek yasama süreci içinde ve gerekse yasa çıktıktan sonra türbanın herhangi bir sınırlayıcı yasal düzenlemeye tabi olmaksızın serbest kaldığı yönündeki dayatmalarından kaynaklanmaktadır. Özellikle YÖK Başkanı, türbanın serbest kaldığı yönünde aktif bir rol üstlenmiş ve rektörlere bu yönde talimat göndermiştir. Bu gelişmeler, yapılan değişikliğin gerekçedeki anlamıyla uygulamaya girdiğini ve yürütmenin bu anlamı benimsediğini açıkça göstermiştir. AYM bunu görmezlikten gelemez. Mahkemeyi genetik yorum yapmaya zorlayan siyasal iktidardır. Kaldı ki AKP, kapatma davasında mahkemeye sunduğu savunmada aynen şunları söylemektedir: ““Anayasa değişikliklerinin iptal edilmiş olması, bu davanın en önemli dayanağını da ortadan kaldırmış bulunmaktadır. … Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra partimizin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu iddiası çökmüştür.”
Görülüyor ki AYM’nin anayasa değişikliklerini denetlemekle yetkisini aştığını, ulusal iradeyi hiçe saydığını ileri sürenler, iş savunmaya geldiğinde, mahkemenin verdiği iptal kararı ile temize çıkmaya çalışmaktadır. Bu hazin paradokstan tüm siyasal aktörlerin ibret alması gerekir. Hukuk devleti ve onun en güçlü koruyucusu olan AYM, herkese lazımdır. Onun yetkilerini kuşa çevirmek ve onu siyasallaştırmak, kendi bindiği dalı kesmekten başka bir anlam taşımaz.
2) Laiklik ilkesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşıldıktan sonra, bunun nasıl denetleneceği ayrı bir sorundur. Anayasanın değiştirilemeyen maddeleri türev kurucu iktidarın yetki alanı dışındadır. Bu alanda yapılacak bir değişiklik, biçim sınırlamasına değil, anayasa kurallarının tüm devlet organlarını bağladığını belirten 11. madde ile bağlantılı olarak değişmez kuralları düzenleyen 4. maddenin emredici kuralına tabidir. AYM, anayasanın üstünlüğünü sağlayan yargı organı olarak bu kurallara uygun bir biçimde görevini yerine getirmek zorundadır. İşte mahkemenin buna ilişkin gerekçesi:
“ … Anayasayı değiştirme yetkisinin, hukuksal geçerlilik ve etkinlik kazanabilmesi için anayasanın 4. maddesinde teklif edilemez olarak belirlenen hükümlere ilişkin olmaması, … gerekir. … Zira kurulu iktidar olan yasama organının işlem ve eylemlerinin geçerliliği, asli kurucu iktidarın öngördüğü anayasal sınırlar içinde kalması koşuluna bağlıdır.
…. 4. madde ise ilk üç maddenin güvencesi olma niteliği itibariyle doğal olarak değiştirilmezlik özelliğine sahiptir. ….
Anayasanın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya anayasanın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün … (değildir)”
Şimdi söyler misiniz, anayasanın 4. maddesine aykırılığı saptanmış bir anayasa değişikliği söz konusu olduğunda hangi organ yetkisini aşmış olur? Bunu gerçekleştiren yasama organı mı? Yoksa bunu denetleyen Anayasa Mahkemesi mi? Çoğulcu demokrasi, anayasa ile sınırlı bir siyasal iktidarın varlığını gerektirir. Ama demokrasiden çoğunluğun egemenliğini anlayanlar için bunu kavramak son derece zordur. Türkiye demokrasisinin temel sorunu da budur.
Şimdi AYM Başkanı, korumakla ve uygulamakla yükümlü olduğu değişmez nitelikteki Cumhuriyet ilkelerinin bu niteliğini mahkemenin kuruluş yıldönümü sempozyumunda tartışmaya açmak istiyormuş. Tabii böyle bir istem, onun vatandaş olarak hakkıdır. Ancak Sayın Kılıç bu dileğini mahkemenin görüşünü almaksızın, başkan konumuyla açıkladığı zaman, rejim açısından büyük sakıncalar ortaya çıkıyor. Bir kere Sayın Kılıç anayasanın değişmez hükümleri konusundaki görüşünü karara yazdığı karşıoy yazısında ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bu yazıda, anayasa kuralına dayanmayan ya da en azından böyle bir kuralla desteklenmemiş olan ideolojik bir yaklaşım egemendir. Konu laiklik olmayıp örneğin demokratik devlet ilkesi olsaydı, Sayın Kılıç mahkemenin yetkisizliği görüşünü mü savunacaktı? Üstelik bu yaklaşım, anayasanın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliğin, objektif anlamlarıyla laiklik ilkesini ihlal etmediği yönündeki doğru görüşü de gölgelemektedir. Çünkü anayasa değişikliklerinin denetimine ilişkin yetki sorunu, ancak değişmez ilkeler ihlal edilmişse gündeme gelir. İhlal yoksa yedi sayfalık bir karşıoy yazısının ilk beş sayfasını yetki sorununa ayırmak anlamsız ve gereksizdir. Ama bütün bunlardan bağımsız olarak mahkeme çoğunluğunun aldığı bir karara karşı görüş belirtmek her üyenin hakkıdır. Ancak bir yargıç ya da mahkeme başkanı, bu sıfatını kullanarak yargı süreci içinde sağlayamadığı ve dokuz oya karşı iki oyla azınlıkta kaldığı bir görüşe, siyasal süreç içinde destek arama girişiminde bulunursa, bunun adı hukuk değil, ideolojidir. Karşıoy yazısındaki görüşleri, bir anayasa değişikliği ile gerçekleştirme girişimine öncülük etmek, AYM’nin bağımsızlığına gölge düşürür.
AYM, anayasanın üstünlüğünü yaşama geçirmenin güvencesidir. Bu üstünlük, anayasada temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması ile özel bir önem ve anlam kazanır. Ancak, insan haklarına dayalı, ulusal, laik, demokratik sosyal hukuk devleti ilkeleri, ülke ve ulus bütünlüğü ilkesiyle birlikte kişinin temel hak ve özgürlüklerini korumanın altyapısını oluşturur. Bunların değişmezliği temel hak ve özgürlükler için de ek bir güvencedir.
Unutmamak gerekir ki bu ilkelerin belirlediği demokratik rejim, AKP’yi iki kez tek başına iktidara getirmiş, daha da önemlisi, antilaik eylemlerin odağı durumuna geldiği belirlendiği halde, adı geçen partinin iktidarda kalmasını engellememiştir.
Özellikle AKP, bu rejimin değerini iyi bilmelidir. Rejimi daha fazla zorlamaya, yeni anayasa değişiklikleriyle laiklik ilkesinin ya da hukuk devleti ilkesinin içini boşaltmaya yönelik girişimler, sivil darbe olarak nitelenmekten kurtulamaz.