AYM: Bunun adı gazetecilik

Anayasa Mahkemesi, Can Dündar ve Erdem Gül’e ilişkin kararının gerekçesinde tutuklamaya ilişkin ‘haberler’ dışında somut bir delilden bahsedilmediğine vurgu yaptı. AYM, kuvvetli suç şüphesi gerekçesinin de somut dayanaktan yoksun olduğunu belirtti.

Alican Uludağ

Anayasa Mahkemesi, gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün MİT TIR’ları haberi nedeniyle tutuklanmasıyla ilgili verdiği hak ihlali kararının gerekçesini açıkladı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davayı temelden çökerten gerekçelere yer verilen kararda, tutuklamaya ilişkin “haberler dışında somut herhangi bir delilden bahsedilmediğine” vurgu yapıldı. Kararda, tutuklama kararının gerekçesinde söz konusu haberlerin “siyasal veya askeri casusluk maksadıyla” yayımlandığına ilişkin kuvvetli suç şüphesine hangi somut olgulardan hareketle ulaşıldığının açıklanmadığı ifade edildi. Kararda, ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalelerin başvurucular ve genel olarak basın üzerindeki muhtemel “caydırıcı etkisi”nin dikkate alınması gerektiği vurgulandı.

Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Uymuyorum, saygı da duymuyorum” dediği Dündar/ Gül kararına ilişkin gerekçesini Resmi Gazete’de yayımlanmak üzere dün Başbakanlık’a gönderdi. Mahkeme, Resmi Gazete’yi beklemeden de kararı internet sitesinden açıkladı.

 

Erdoğan’a yanıt

AYM’nin dava bitmeden karar verdiği eleştirilerine üstü kapalı yanıt verilen kararda, “Tutuklama tedbiri nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarının incelenebilmesi için devam eden yargılama sürecinin tamamlanması gerekmemektedir. Başvurucuların, iddialarına temel teşkil eden tutuklama tedbirine karşı itiraz yoluna başvurarak başvuru yollarını tükettikleri ise açıktır” denildi.

 

Somut olgu yok

İlk olarak “tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası”na ilişkin başvuruyu ele alan mahkemenin kararında, “Tutuklama kararlarında isnat edilen suçlara ilişkin olarak mevcut delil durumunun tutuklama için yeterli olduğu belirtilmiş ise de anılan haberler dışında somut herhangi bir delilden bahsedilmemiştir” denildi. Kararda, davayı çökertecek şu değerlendirmeye yer verildi:

“Başvurucular, başvuru konusu haberlerde yer alan fotoğrafları ve bilgileri ‘silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme’ amacıyla yayımlamakla ve ‘siyasal veya askeri casusluk maksadıyla’ temin etmek ve açıklamakla suçlanmışlar ve tutuklanmışlardır. Ancak tutuklama kararının gerekçesinde söz konusu haberlerin ‘siyasal veya askeri casusluk maksadıyla’ yayımlandığına ilişkin kuvvetli suç şüphesine başvuruculara isnat edilebilecek hangi somut olgulardan hareketle ulaşıldığı açıklanmamıştır. Tutuklama gerekçesinde ‘silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme’ suçuna ilişkin kuvvetli suç şüphesi yönünden ise başvurucuların, yayımladıkları haberlerin ‘hakkında soruşturma devam eden terör örgütü ile ilgili olduğunu mesleki durumları itibarıyla bilmeleri gerektiği’ kanaati dışında yardım etme suçlamasına dayanak teşkil edecek somut bir olgu gösterilmemiştir.”

 

Zaten yayımlandı

TIR’ların durdurulması ve aranması olayından 2 gün sonra başka bir gazetede TIR’ların taşıdığı iddia edilen malzemelere ilişkin bir fotoğrafa ve bazı bilgilere yer verildiği anımsatılan kararda, “Daha önce yayımlanan ve fotoğrafla desteklenen bir habere benzer hususları içeren haberlerin daha sonra başka bir gazete tarafından yayımlanmasının milli güvenlik açısından oluşturduğu sakıncanın devam edip etmediğinin haberle ilgili başvurulacak tedbirlerin gerekçesinde belirtilmesi önemlidir” denildi.

 

Neden tutuklandılar

Kararda, başvurucuların kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesinin gerekçesi şöyle açıklandı: “Soruşturmanın başlatıldığının duyurulduğu tarih ile başvurucuların ifadeleri alınmak üzere çağrıldıkları tarih arasında geçen yaklaşık 6 aylık sürede İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuların ifadeleri alınmamış, başvuruculara yönelik olarak gözaltı ya da tutuklama gibi tedbirlere başvurulmamıştır. Anılan süre içinde başvurucuların atılı suçları işlediklerine dair -yayımlanan haberler dışında- hangi delillere ulaşıldığı da ifade sırasında sorulan sorulardan ve tutuklama gerekçelerinden anlaşılamamıştır. Bu bağlamda kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan bir olaya ilişkin benzer haberlerin aylar önce yayımlanmış olduğu gözetilmeksizin, başvuru konusu haberler üzerine soruşturma başlatılmasından da yaklaşık altı ay geçtikten sonra başvurucular hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının neden ‘gerekli’ olduğu, somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır.”

 

Hangi ihtiyaçla

Yüksek Mahkeme, Dündar ve Gül’ün ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin tespitinin gerekçelerini de sıraladı. Kararda şöyle devam edildi:

“İsnat edilen suçlamalara temel olarak gösterilen tek olgunun başvuruya konu haberlerin yayımlanması olduğu gözetildiğinde hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez. Ayrıca benzer bir haberin başka bir gazetede on altı ay önce yayımlandığı gözetilmeden ve başvuruya konu haberle ilgili soruşturma başlatılmasından yaklaşık altı ay geçtikten sonra başvurucular hakkında tutuklama tedbirine başvurularak ifade ve basın özgürlüklerine müdahale edilmesinin hangi ‘zorlayıcı toplumsal ihtiyaç’tan kaynaklandığı ve millî güvenliğin korunması bakımından demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır.”

 

Basın için caydırıcı

Kararda, demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük değerlendirmesi yapılırken ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalelerin başvurucular ve genel olarak basın üzerindeki muhtemel “caydırıcı etkisi”nin de dikkate alınması gerektiğine işaret edildi. Bu konuda AİHM’nin Nedim Şener ve Ahmet Şık kararlarına dikkat çekilen kararda, “Başvurucuların tutuklanmış olmasının ifade ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki doğurabileceği de açıktır. Açıklanan gerekçelerle anayasanın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan ve yukarıda ihlal edildiğine karar verilen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile bağlantılı olarak anayasanın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir” denildi.

 

Hükümetle çekişmek güvenlik ihlaliymiş

Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutukluluğuna ilişkin verdiği ihlal kararına muhalefet eden üyeler Hicabi Dursun, Kadir Özkaya ve Rıdvan Güleç, kaleme aldıkları karşı oy yazılarında skandal ifadelerle Dündar ve Gül’ün tutukluluğunu savundu. Üç üyenin görüşleri, neredeyse Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP’lilerin tezleri ile örtüştü. İşte üç üyenin muhalefet gerekçeleri:

 

Bazı haberlerin yapılması engellenebilir

Hicabi Dursun, karşı oy yazısında “milli güvenlik” vurgusu yaptı. Olağan bir süreçte toplum içinde sorun oluşturmayan ya da tepki çekmeyen düşünce, söylem ya da fiillerin, olağanüstü şartların ortaya çıkmasıyla kapsamını, etkisini ve aldığı tepkiyi değiştirebildiğini iddia eden Dursun, şu ifadeleri kullandı:

 

Haberlerle devleti zora sokmaya çalışmışlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından AYM’ye atanan üye Kadir Özkaya, somut olaya konu haberlerin, ülke içi toplumsal tartışmalara katkı sağlamaktan öte, haberin konusunun eskimesinin önlenerek özellikle uluslararası alanda sürekli gündemde tutulmasının ve bu suretle devletin dış politika alanındaki tercihlerinin zora sokulmak suretiyle milli güvenlik aleyhine yönlendirilmesinin, bir anlamda da devletin suçlu olarak gösterilmesinin amaçlanmış olabileceğini iddia etti. “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün örgütsel amaçları doğrultusunda örgüte üye olmadan bilerek ve isteyerek yardım etmek” fiilinin gerçekleşmiş olabileceğinin göz önüne alınması gerektiğini öne süren Özkaya, buna karşılık AYM’nin kararının eksik değerlendirmeyle varılan bir sonuç olduğunu iddia etti.

Kendi mahkemesini hukuksuzlukla suçladı

TBMM’nin atadığı üyelerden Rıdvan Güleç’ün karşı oy yazıları neredeyse Erdoğan ve AKP’lilerin söylemleriyle örtüştü. Özellikle Anayasa Mahkemesi’ni sert ifadelerle eleştiren Güleç, “Tutuklama kararının basın ve ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne açılan kamu davasının ilk duruşmasının dahi yapılmamış olması hususu göz önüne alındığında somut olayın şartları açısından bu aşamada temel hak ve özgürlüklerin korunmasında asıl görevli ve yetkili olan yargısal mekanizmaların işlememesine neden olabilecektir. Anayasa Mahkemesi’nin kendisini görevli yargı mercii yerine koyarak maddi vakıa incelemesi yapması bireysel başvurunun anayasada ifadesini bulan kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı hükmü ile bireysel başvuru için kanun yollarının tüketilmiş olma şartıyla bağdaşmamaktadır” dedi.

WikiLeaks belgelerini yayımlayan Julian Assange ve ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın belgelerini sızdıran Edward Snowden’ı örnek gösteren Güleç, “Yukarıda adı geçen ve tüm dünyada örnekleri çoğaltılabilecek fenomenleri dile getirmekteki amaç, milli güvenlik, devlet sırrı, ulusal çıkar ve casusluk olguları karşısında istisnasız tüm devletlerin belli refleksleri geliştirdikleri gerçeğini vurgulamaktır” dedi.

Güleç, MİT’e ait TIR’lara ve taşıdıkları malzemelere ilişkin haber ve bilgilerin milli güvenlik olgusu bağlamında ele alınmasının gerektiğini vurguladı.