‘Aydınlanma’nın eli değince
Ortaçağ’ın gotik katedrallerinin en büyüğü. Temelinin Paris piskoposu Maurice de Sully tarafından 1160’da atılmasından günümüze kadar Fransa edebiyatında, mimarisinde, dininde, kültüründe ikonik bir yere sahiptir Notre Dame Katedrali. Dünya kültür mirasının en önemli örneklerinden biri olduğuna kuşku yok.
MUSTAFA K. ERDEMOL
Dönemin egemen gücü Katolik Hıristiyanlığın, kendisini her anlamda güçlü gösterme isteğinin mimarideki karşılığıdır bu mabet. Kurulduğu yerleşim biriminde en büyük oluşu, kilisenin binlerce yoksulun varını yoğunu elinden alarak nasıl büyüdüğünün de göstergesi. Ortaçağ Avrupası’nın bütün dini yapıları kuruldukları bölgelerin en muhteşem, en görkemli yapıları olmuştur zaten her zaman. Kilisenin yoksul imanlının kanını nasıl emdiğini bu görkemli yapılara bakarak anlayabilir kişi. Kilise bütün zenginlikleri kendisinde toplayan emek sömürücü bir kurum olmuştur yıllar boyunca.
Kesik kral kafaları...
Notre Dame Katedrali de bunlardan biri. Yapıldığı dönemin en büyük binasıydı. Katolik Kilisesi, Fransa kralları üzerindeki gücünü bu tür görkemli yapılar inşa ederek de gösterdi. Bu yapılarda kilisenin onayıyla nice canlar alındı. Şimdi yanışından üzüntü duyduğumuz Notre Dame Katedrali’nde tam 21 kral kafası vardır. Siyasi entrikalarla, din çatışmaları nedeniyle kesilmiş kral kafalarıdır bunlar.
Yapımından 200 yıldan fazla bir zaman sonra başlayan Yüz Yıl Savaşları (Fransa ile İngiltere’nin Fransa krallığını kontrol etmek için tutuştukları dinsel kavgadır) sırasında ortaya çıkan 19 yaşındaki Fransız Katolik kadın savaşçı Jeanne d’Arc, İngilizler ile Fransa’daki İngiliz müttefiklerince yakalanıp Notre Dame Kadetrali’nde yargılanmıştı. Sonu yakılmayla biten bir yargılamaydı bu.
Katedral 18. yüzyılın sonlarında Hıristiyanlık’tan dönüştürülüp Akıl Çağı’na uygun bir yapı oldu. Bunun için ilk iş çanlarının çoğunun top yapmak için eritilmesiydi. Tarihi açıdan önemini korumakla beraber din açısından, görkemli herhangi bir mabetti. Zamanla kötü şöhretinden de ötürü ihmale terk edilmişliği vardır. Ta ki Napolyon Bonaparte, 1804’te imparatorluk tacını giymek için Notre Dame’ı seçinceye kadar. Napolyon sayesinde yeniden popülerliğine kavuştu.
Hugo olmasaydı
Hem genel olarak tarihin hem de Fransız kimliğinin bir parçası kabul edilen mabet bir kez de büyük Victor Hugo sayesinde kurtulmuş sayılır aslında. 1831’de “Notre Dame de Paris” adlı kitabı yayımlanınca (bizde Notre Dame’ın Kamburu olarak bilinir) yeniden önem kazandı. 1844’ten 1870 yılına kadar süren bir restorasyon çalışması başladı Hugo sayesinde. Bu arada birçok kişi haklı olarak bu romanın ana karakterinin Quasimodo olduğunu düşünür. Oysa o değildir, romanın asıl “karakteri” Notre Dame’dır.
Victor Hugo’dan başka, - belki daha da çoktur ama - bir çok edebiyat, sanat, bilim insanını çok etkilemiştir Notre Dame. Marcel Proust ile Sigmund Freud ilk akla gelenler. Proust o muhteşem kitabı ‘Kayıp Zamanın Peşinde’de kullandığı alt metinlerde katedralden etkilenmiştir. Bir gece, sırtına astarı kürklü paltosunu atıp iki saat boyunca önünde durarak mabedi seyrettiği söylenir.
Hem psikiyatr hem de etkili bir yazar da olan Sigmund Freud’un da katedrale ayrı bir tutkusu vardı. Freud, 1885’te ilk kez gördüğünde “daha önce hiç hissetmediğim bir duygu içinde”yim diye yazmıştır günlüğüne. Fransa’dayken fırsat bulduğu her öğleden sonrayı burada geçiren Freud’un “bu kadar hareketli ve kasvetli bir yapı görmedim hiç” deyişi de kayıtlıdır.
Dinlerarası savaşların, mezhep çatışmaların, din-taç kavgalarının hep merkezinde olmuş Notre Dame da çok kişinin, çoğu isyankâr, çoğu akılcı onlarca kişinin yakılma kararı çıkmıştır.
Mabedin ateşle buluşup küle dönüşmesi ne ilginçtir.