Aydın Üzerine Düşünceler

cumhuriyet.com.tr

Dünyanın hiçbir yerinde, küçük burjuva katman içinde bir kesimi oluşturan aydınlar, bugün bizde yaşanan biçimiyle ne havlu atmış ve yön değiştirmiş ne de nefesleri kesilmeye, ışıkları tükenmiş bir durumda karanlığa göz kırpar konuma gelmiştir. Ne diyelim, bu da bize özgü bir “aydın açılımı” olsa gerek...

Aydınlar konusu gerek bizde gerekse dünyada zaman zaman ve özellikle niteliğinin belirlenmesinde tartışmaların odağı olmuştur. Bugün bile şöyle bir çevremize baktığımızda, kimi gazete köşesine yuvalanmış ya da televizyon ekranlarında boy göstermeyle ünlenmiş o denli geniş bir okuryazar topluluğu var ki bunların içinden gerçek aydın olanları bulup seçmek adeta olanaksız duruma gelmiştir.

Aydın kimliğini belirlemede elimizde birtakım ölçütler olmakla birlikte, bu kesimin toplumsal tasarımda sınıfsal olarak hangi ulamda yer aldığına bakmamız gerekecek öncelikle. Bunu yapmazsak aydınların bugün içinde yaşadıkları kapitalist düzendeki yerlerini, rollerini ve topluma etkilerini kavramakta zorluklar çekeriz.

Burjuva sınıfı


Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu tüm siyasal ve toplumsal örgütlenmelerde iki temel sınıf düzene damgasını vurmaktadır. Bunlardan birincisi üretim araçlarının mülkiyetini, dolayısıyla siyasal erki de elinde bulunduran burjuva sınıfıdır. Diğeri ise tüm maddi değerlerin üretilmesi ve yaratılmasını sağlayan ama bu değerlerin metalaşması sürecinde sadece ücretli emek olarak rol üstlenen işçi sınıfıdır.

Ancak, toplumun tümü, bıçakla kesilmiş gibi ikiye ayrılmış iki temel sınıftan oluşmuyor. Bu iki sınıf arasında yer alan ve üretimdeki rollerine göre sıralanan ara toplum kesimleri de vardır. Bunlar içinde küçük burjuva olarak nitelenen ve toplumsal yaşamda nicelik olarak önemli bir yer tutan bu kesime sınıf demekten çok katman demek daha doğru ve bilimsel bir yaklaşım olur.

Bu toplumsal katman içine köylüler, hem emeğini hem de sermayesini katarak üretim yapan esnaf ve sanatkârlar, kamu ve özel sektörde çalışan teknokrat ve bürokratlar, öğrenim görmekte olan gençler ve bir bütün olarak entelijansiya olarak tanımlayacağımız akademisyenlerden, düşün ve bilim insanları ile aydınlardan (entelektüel) oluşan geniş bir toplum kesimi girer. Yeri gelmişken hemen belirtmemiz gerekir ki bugün ulaştığı uluslararası ilişki ve örgütsel bağlarıyla “enternasyonal” bir nitelik kazanan işçi ve burjuva sınıfının yanında, içinden entelijansiyayı çıkartırsak geri kalan küçük burjuva katmanları enternasyonal olmaktan çok nasyonal bir nitelik taşırlar ve bu nedenle siyasal olarak hep kaypak bir zemin üzerinde oturdukları gibi günlük çıkarları ve küçük mülkiyet alışkanlıkları vazgeçemedikleri dünya değerleri haline gelir.

İdeolojik tutumları


Evet, yeniden konumuz olan ve küçük burjuva katman içinde özel bir yere sahip olan aydınlar kesimine dönersek bunların da ideolojik tutumları nedeniyle ikiye ayrıldığını görürüz. Bunlardan burjuva ideolojisine hizmet edenlere burjuva aydını, işçi sınıfının ideolojisine yönelenlere ise sol aydınlar denir.

İdeolojik yeğlemelerine göre her ne değin ayrı kulvarlarda yürüyor olsalar bile her iki aydın tiplemesini de aydın olarak tanımlamayı haklı gösteren ortak paydaları olduğu kesindir.

Bunların başında demokratlıkları gelir. Örneğin, sosyalist dizgenin gezegenimizde varlığını koruduğu 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda Avrupa’da aydın tanımlamasına getirilen koşullardan biri de antikomünist olmamaktı. Dolayısıyla siyasal erklerin dayatmalarına bakmaksızın toplumu ileri taşıyacak tüm görüş ve düşünlere hoşgörü ile bakmayı bir aydın etiği sayarlardı.

Avrupa aydınlanması, her iki kesimde de kilisenin ve dinsel dogmalarının baskılarına birlikte karşı koyarak yürüdü. Tarihin akışını geriye götürecek, üretim güçlerinin gelişiminin önünü tıkayacak tüm engelleri aşa aşa çağdaş ve bilimsel bir kültürün yaratılmasına ortak katkılar koydular.

Zavallılar


Aydınlar, kendileri doğrudan değilse bile bir biçimde tüm bilimsel ve teknolojik gelişmelerin, toplumsal ilerlemelerin daha da yaygınlaşmasında sözüyle, kalemiyle, sanatıyla sürece daha bir zenginlik ve estetik katarlar. 21. yüzyılın dünyasında halen bizde Darwin tartışılıyor ve buna kimi aydın geçinenler çanak tutuyorsa bu utanılası bir durumdur ve bu tutuma açık ya da örtülü destek verenlere, hatta yapısı gereği içinde demokrasinin zerresi bile bulunmayan dinsel cemaat örgütlerine de sivil toplum kuruluşu gözüyle yaklaşanlara, bunu yapanlara da aydın değil, dense dense zavallı denir.

Aydın tanımlamasını sonlandırmadan iki önemli noktaya daha vurgu yapmamız gerekecek. Birincisi, aydın nitelemesini kazanmak için üstün bir eğitim görmüş olunması ya da akademik bir kimliğe sahip olunması önkoşul değildir. Bugün nice bilim insanı ve akademisyen vardır ki uzmanı olduğu alanda yetkin ama taşıdığı düşünceleri nedeniyle kafasının içi örümcek ağı bağlamıştır. Bunlara aydın diyebilir miyiz?

Yine nice insan vardır; yaşamın getirdiği olumsuz koşullar nedeniyle iyi bir eğitim alamamış, kariyer yapamamıştır ama toplumu ileriye götürecek her türlü çabaya ortak olmuştur. Bu uğurda risk ve sorumluluk almış, elini taşın altına koymuştur. İşte aydın olmanın olmazsa olmaz koşullarından biri de budur.

İkincisi, aydınlar doğası gereği antiemperyalisttir. İçinde yaşadığı halkının ekonomik, demokratik hak ve özgürlükleri için verilen savaşımların yanında yer almasının da ötesinde içinde yaşadığı coğrafyanın her türlü dış sömürü ve baskısına karşı savunulmasında da görev ve sorumluluk almak zorundadır. Bu yanıyla su katılmamış bir yurtseverdir ki bunun bizdeki aydınlarda olduğu gibi utanılacak, horlanacak bir yönü yoktur. Ünlü bir betimleme vardır: Tarihi sınıflar yaparsa aydınlar da buna hız katar...

Türkiye’de bu işlevi yapan ve yazımızın içinde saydığımız nitelikleri taşıyan kaç aydınımız var?!. Cemaatlerin yönlendirdiği, siyasal erkin beslediği ya da sindirdiği bir yazar-çizer topluluğu ile mi Türkiye geleceğe taşınacak. Yazımızın içinde belirtmeye çalıştık; küçük burjuvazinin köklü bir ideolojik yapıya sahip olmaması nedeniyle sağa sola savrulması son derece doğaldır. Örneğin 60’lı, 70’li yıllarda gezegenemizde solun büyük bir saygınlığı vardı. Türk aydınının da büyük bir bölümü kendini solda ifade etmiş ve gerek 12 Mart Askersel Karışması gerekse 12 Eylül Askersel Devirmesi nedeniyle de büyük bedeller ödemişti. Özellikle 12 Eylül sonrası solda oluşan siyasal boşlukta küçük burjuva katmanlar yeni sağ siyasalarda kendine yer aradı. Ama dünyanın hiçbir yerinde, küçük burjuva katman içinde bir kesimi oluşturan aydınlar, bugün bizde yaşanan biçimiyle ne havlu atmış ve yön değiştirmiş ne de nefesleri kesilmeye, ışıkları tükenmiş bir durumda karanlığa göz kırpar konuma gelmiştir.

Ne diyelim; bu da bize özgü bir “aydın açılımı” olsa gerek...