Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri'nden çarpıcı rapor: Bu yol tehlikeli

Türkiye’nin ifade ve medya özgürlüğü konusunda geldiği durumun alarm verici olduğuna dikkat çeken Muiznieks, hazırladığı raporda gazetemize geniş yer ayırdı.

Duygu Güvenç

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’in ifade ve medya özgürlüğü konusunda yayımladığı rapor, Türkiye’nin 2011’e kıyasla ne kadar geriye gittiğini gözler önüne serdi. Muiznieks, “Ne darbe girişimi, ne Türkiye’nin karşı karşıya olduğu diğer terör tehlikeleri alınan bu tedbirleri mazur gösteremez” sözleriyle hükümeti eleştirdi. Referanduma sunulan anayasa değişiklikleri için çok ciddi endişe duyduğunu belirten Komiser “Bu değişiklik Türk yargısının yürütme ve yasama erkleri karşısındaki özerkliğinin daha da azaltılmasını öngörmektedir” dedi. Muiznieks’in saptamaları şöyle:

Özellikle Cumhurbaşkanı: Yetkililerin medya ve ifade özgürlüğüne yönelik tutumlarında bir katılaşma oldu. Seçilmişlere ve onların politikalarına yönelen meşru eleştirilere karşı halihazırda var olan hoşgörüsüzlük daha da arttı. Özellikle Cumhurbaşkanı, eleştirel medyayı, tanınmış yerli ve yabancı gazetecileri, akademisyenleri veya insan hakları ihlallerini raporlayan STK’leri damgalayan, onların cezalandırılması için çağrıda bulunan, hatta AİHS’ye uygun kararlar aldığı için AYM’yi hedef alan çok sayıda tartışmalı beyanda bulundu.

Hızı endişe verici: Medya ve ifade özgürlüğü ile ilgili durumdaki kötüleşmenin boyutunun ve hızının son derece endişe verici olduğu görüşündedir. AİHS ve AİHM içtihadında korunan ilkeler göz göre göre ihlal edilmektedir. Sadece hükümet taraftarı olmayan medyayı değil aynı zamanda sıradan vatandaşları da etkilemektedir. Bu, gazetecilik için son derece elverişsiz bir iklime ve giderek kuraklaşan tek taraflı bir tartışma ortamına yol açmaktadır.

Mahkemeler AYM’ye direniyor: Türkiye’deki savcılar ve mahkemelerin, muhalif görüş ve eleştiriyi sık sık devletin bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak algıladıklarını ve esas rollerinin, bireylerin insan haklarını korumaktan ziyade, devletin çıkarlarını korumak olduğunu düşündüklerini gözlemler. (...)

Tutukluluğa alternatif tedbirlerin teşvik edilmesi çabası artan yargılama sayısı ve alt derece mahkemelerinin AYM’nin ilerici kararlarına gösterdikleri direniş ile gölgelenmiştir. Bunda yeni ihdas edilen sulh ceza hâkimlikleri belirleyici bir rol oynuyor.

Kriterler muğlak: Ciddi anlamda alarm sinyalleri verme noktasına gelmiş olan medya ve ifade özgürlüğünün kötüye gidişi, 15 Temmuz ardından OHAL’de daha da şiddetlenmiştir. Alınan tedbirler, yürütmeye; sadece kamu sektöründe değil, aynı zamanda medyada veya STK’lerde de fark gözetmeden sert umumi tedbirler uygulamak ve bunları herhangi bir delil şartı veya yargı denetimi olmaksızın bir terör örgütü ile “irtibat” veya “iltisak” gibi muğlak kriterlere binaen yapmakta neredeyse sınırsız bir takdir yetkisi vermekte. Sonuçta, 150’den fazla medya organı hiçbir yargı kararı olmadan kapatılmıştır; tutuklu gazeteci sayısı 151’e ulaşmıştır.

Basın İlan kıskacı: Baskının doğrudan doğruya haber merkezlerine veya Hürriyet’i kontrol eden Doğan Medya Grubu’nun sahibi Aydın Doğan’a açılan ceza davaları gibi, medya sahiplerine uygulandığı birçok olay duyulmuştur. Bu baskılar Radikal’in kapatılmasının da esas sebebidir. (...)Basın İlan Kurumu’yla ilgili istatistikler bu ajansın hükümet yanlısı gazeteleri tirajlarına bakmadan büyük ölçüde kayırdığını, bu şekilde muhalif medyayı bastırdığını açıkça gözler önüne sermektedir.

İMC’yi böyle kapattı: 24 Şubat 2016 tarihli bir savcı tarafından imzalanan ve TÜRKSAT’a hitaben yazılan bir belgede, bu yönde herhangi bir mahkeme kararı bulunmamasına rağmen, İMC TV’nin PKK hesabına terör propagandası yaptığı kanaatiyle TÜRKSAT’tan çıkarılması talep edilmiştir; uydudan çıkarılmıştır. Böyle bir inisiyatif alarak savcı yetkisinin sınırlarını ağır bir şekilde aşmış, bu eylemiyle geri dönülemez sonuçlara sebebiyet vermiştir.

Cesur gazete Cumhuriyet

Raporunda 151 gazetecinin hapiste olduğunu anımsatan Komiser, Cumhuriyet’in MİT tır ’ları haberinden bu yana yaşadığı ve son olarak 11 ismin tutuklanmasına neden olan mahkeme kararlarına “Türkiye’nin en eski gazetelerinden biri olan ve farklı siyasi hareketlere mensup Türk hükümetlerine karşı eleştirel ve araştırmacı cesur gazetecilikte istikrarlı bir karnesi bulunan günlük Cumhuriyet gazetesi” diyerek geniş yer ayırdı:

Tipik gazetecilik : Cumhuriyet yazar ve yöneticileriyle ilgili 9. Sulh Ceza Hâkimliği’nin tutuklama kararında tipik gazetecilik faaliyeti örneklerine atıf yapılmıştır.

Delil yok, suçlama tutarsız: Hâkimin değerlendirmesinde ifade özgürlüğünü hiçbir şekilde göz önüne almaması, birbirleri ile devamlı surette karşı karşıya gelmiş olan örgütler FET Ö ve PKK için aynı anda propaganda yapma suçlamasındaki tutarsızlık, ayrıca hükümeti eleştiren gazete yazılarının bağlamlarından koparılarak okunması dışında, sanıklar ve bu örgütler arasında herhangi bir irtibat ortaya koyan maddi delillerin yokluğu karşısında şaşkınlığa uğramıştır.

Tutuklama haksız: Bu kararlar, tutuklamaların haksız olduğunu göstermektedir. Bunlar aynı zamanda, tutuklamaların arkasında yatan amacın medyada geride pek az sayıda kalan eleştirel ancak aynı zamanda da ana akımdan saygın sesleri susturmak olduğunu kuvvetle ima ediyor.

İnandırıcılıktan yoksun: Bu sonuç, gazeteden Ahmet Şık’ın, PKK, DHKP-C ve FETÖ propagandası yapmaktan gözaltına alınması, ardından tutuklanması ile daha da güçlenmiştir. Şık’a yönelik bu suçlamalar ciddi olarak inandırıcılıktan yoksundur. Şık, 2011’de Gülen hareketinin devlet organlarına sızışını açığa çıkarmasına misilleme olarak Gülenci savcıların sonradan uydurma olduğu anlaşılan suçlamalarından ötürü tutukluydu.

Doğru bilgi casusluk değildir: Yine AİHM içtihadında ortaya konan ve Türk mahkemeleri tarafından nadiren dikkate alınan bir başka ilke, gazetecilerin haber kaynaklarının korunması ihtiyacıdır. Bu, Can Dündar ve Erdem Gül’ün Türk istihbaratı tarafından Suriye’ye silah gönderilmesinde kullanılan tır’ların haberleştirilmesi sonrasında Cumhurbaşkanı tarafından hainler ve casuslar olarak hedef gösterilmesi ve Kasım 2015’te casusluktan gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları örneğinde net bir şekilde görülmektedir. Kamuoyunu yakından ilgilendiren doğru bir bilginin yayımlanmasını bir tür casusluk olarak ele almak, düpedüz gazetecilik mesleğine yönelik bir tehdittir.

Sanki zarar gördüler: Mahkeme kararında ayrıca açık açık AYM kararını eleştirmiş; Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın sözlerine endişe verici şekilde benzeyen ifadelerle AYM ’nin yetkisini aştığını iddia etmiştir. Bir başka endişe verici husus ise, ilk derece mahkemesinin hem Cumhurbaşkanı’nı hem MİT sanki zarar gören taraflarmış gibi savunma avukatlarının itirazlarına rağmen davaya müdahil olarak kabul etmesidir. Mahkeme, ayrıca, nitelemeyi tamamıyla yetkililerin takdirine bırakarak neredeyse sınırsız bir “devlet sırrı” tanımı ortaya koymuş ve devlet sırlarını koruma gereği ile bunları bilmekteki kamu yararı ve adı geçen makalelerin kamusal tartışmaya katkısı arasında herhangi bir denge tesis etme yoluna gitmemiştir.

Kamunun bekçi köpeği olamaz: Bir gazetecinin gizli olduğu veya sır teşkil ettiği addedilen bilgiyi yayımlamaktan mahkum edilmesi medyada çalışanların halkı kamu yararı ile ilgili konularda bilgilendirmek bakımından cesaretini kırabilir. Bunun sonucunda, basın hayati nitelikteki “kamunun bekçi köpeği” rolünü artık oynayamaz hale gelebilir ve basının doğru ve güvenilir bilgi sağlama kabiliyeti olumsuz bir biçimde etkilenebilir”.

Dündar’a taciz devam ediyor: Dündar’ın uğradığı taciz, eşinin pasaportunun keyfi şekilde iptal edilerek seyahat etmekten mahrum edilmesi ve bir KHK ile vatandaşlıktan çıkarılma riskinin doğması gibi şekillerde devam ediyor.

Gazetecilik suç değil: Türk yetkililerin sıkça ileri sürdüğü “gazetecilerin gazetecilik faaliyetinden ötürü değil diğer suçlardan yargılandığı veya tutuklandığı” yönündeki savunma inandırıcılığını kaybetmektedir. Elbette ki “gazetecilik suçu” diye bir şey yoktur; gazeteciler her zaman başka birtakım suçlardan yargılanmakta, fakat çoğu zaman bu suçları kanıtlamak için mevcut olan tek “delil” onların gazetecilik faaliyetleri olmaktadır.

Gazetecilere kart yok: Yetkililerin sık sık ileri sürdüğü bir diğer nokta da bu kişilerin gazeteci olmadığıdır. Bu, Türk makamlarınca basın kartı verilmesi sisteminin aşırı derecede sınırlandırılmasıyla alakalıdır. Sistem bütünüyle keyfi idari bir niteliğe kaymıştır. Neticede, gazetecilerin yalnızca bir kesimi basın kartı sahibidir.Son alınan önlemler sonucunda, sayıları 3 bine kadar ulaşan medya çalışanı işini kaybetti.

Eşi benzeri yok

Zaten alarm veriyordu: Darbe girişimi olmadan önce, medya özgürlüğüne yapılan doğrudan müdahaleler zaten alarm veren bir seviyeye ulaşmıştı. Kayyım atanması Türk hukuk düzenine göre hukukiliğine ve Türk Anayasasına uygunluğuna ilişkin soru işaretleri de doğurmaktadır. Bu önlemlere derhal bir son verilmelidir. Genel seçimlere bir haftadan az kala, Türk kamuoyuna ve gazetecilere son derece caydırıcı bir mesaj verilmiş olup bu sebeple büyük bir zarar vuku bulmuştur. 11 Ocak 2017 itibarıyla toplam 158 medya şirketi kapatılmış durumdadır.

Ne darbe ne de terör mazur gösteremez: Ne darbe girişimi, ne Türkiye’nin karşı karşıya olduğu diğer terör tehlikeleri alınan bu tedbirleri mazur gösteremez. Bu tedbirler Komiser’in tecrübesine göre medya özgürlüğünün eşi benzeri olmayan bir ihlalini sergilemekle kalmamakta, aynı zamanda hukukun üstünlüğünün ve hukuk güvencesinin açıkça inkârı anlamına gelmektedir.

O madde kalkmalı: Cumhurbaşkanına hakareti düzenleyen 299. madde yürürlükten kaldırılmalı, AİHS’ye aykırı. Komiser, AYM’nin, 299’ncu maddeyi ifade özgürlüğü hakkının özüne dokunmadığı gerekçesiyle anayasaya uygun bulmasını üzüntüyle karşılar.

İfade özgürlüğü seçilmişler için şart: Zorla ifade verdirildikten sonra bile, 11 HDP milletvekili hâlâ tutukludur. DTP ile ilgili AİHM kararı, “partinin savunduğu ilkelerle PKK’nin savundukları arasında paralellikler olması, partinin politikalarını hayata geçirmek için güç kullanımını onayladığı hükmüne varmak için yeterli değildir.” demiştir.

Sorunlu kararlar Sulh Ceza’dan: Yargı tacizinde sulh ceza hâkimlikleri, tutuklamaların, yayın yasaklarının, medya şirketlerinin devralınması için kayyım atamasının veya internette erişim engellemelerinin de dahil olduğu kimi en sorunlu kararların tam ortasında bulunmaktadır. İfade özgürlüğü hakkının en bariz ihlallerinin ekseriyetinin kaynağında, hâkimlerin AİHM İnternete erişimin bütünüyle engellenmesinin ifade özgürlüğü hakkının bir ihlali olduğunu tespit etmiştir.

Yavaşlatmada ihlal: Türk makamların, ayrıca, yerel kriz zamanlarında giderek artan bir şekilde bant genişliğini azaltma (yavaşlatma) yoluna başvurdukları, böylece bazı sosyal medya ve haberleşme platformlarını fiilen erişilemez hale getirdikleri yaygın olarak bildirilmektedir. İnternet yavaşlatmaları ve kesintileri haber alma hakkının ağır bir ihlalilidir.

Sulh Ceza tacizci: Özellikle sulh ceza hâkimleri, eleştirel seslerin hedef alınmasında hiç olmadığı kadar faal hale gelen savcılar ile işbirliği içinde, muhalefeti ve Türk hükümetine yönelik meşru eleştiriyi bastırmak ve ayrıca internet vasıtasıyla kamuya verilecek bilgiyi kontrol etmek için bir taciz vasıtasına dönüşmüş görünmektedir.

Yargı bağımsızlığı temel: Son zamanlarda alarm veren bir seviyeye ulaşan yargının bağımsızlığına ilişkin köklü sorunların halledilememesi, ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğünü iyileştirmeye yönelik bütün çabaları boşa çıkaracaktır. Komiser, TBMM’de bir süre önce kabul edilen anayasa değişikliğine dair duyduğu çok ciddi endişeyi ifade eder; çünkü bu değişiklik Türk yargısının yürütme ve yasama erkleri karşısındaki özerkliğinin daha da azaltılmasını öngörmektedir.