Attila İlhan'ı Anlamak...
cumhuriyet.com.trAttilâ İlhan’ı, bu büyük yazar, büyük düşünürü 5 yıl önce bu tarihlerde yitirdik. En çok şiirleri ile etkilemişti toplumu... “Ben Sana Mecburum”, “Ne Kadınlar Sevdim Zaten Yoktular”, “Sisler Bulvarı”, “Elde Var Hüzün” şiirlerini unutmak mümkün mü? Orhan Bursalı onu “söz ve anlam büyücüsü” olarak anıyor.
Bursalı’ya göre iyi şair en iyi büyücüdür, dizeleri ile sizi, benliğinizi sarıp sarmalar. Gerçekten büyüleyiciydi Attilâ İlhan’ın şiirleri... Ama yalnız şiirleri mi? Yazıları da çok çarpıcı, çok etkileyici, çok düşündürücü ve aynı zamanda tepkiler yaratıcıydı. Romanlar, senaryolar, denemeler yazan, “Hangi” diye sorarak bir kitaplar dizisi hazırlayan, yazın yaşamımızın bir büyük üretici ve yaratıcısı. 1996’da Cumhuriyet’te yazmaya başladı. Tam 9 yıl, ölümüne kadar...
Arka sayfada haftanın 3 günü birbirinden ilginç, iddialı yazılar. TV’de ikinci kanalda yaptığı söyleşilerin tiryakisi pek çoktu. Güzel anlatıyordu, Türkçeyi çok güzel kullanıyordu. Ama Türk dil devrimine karşı çıktığı gerekçesi ile ona muhalefet edenler az olmamıştır.
Çok keskin, çok çarpıcı yargıları vardı. Tepkiler uyandırması doğaldı. Bu tepkileri hep beklemişimdir. Ancak bir süre onu eleştiren yayınlara rastlamadık. Ölümüne yakın, okuyucu sütunlarında ve gazetemizin ikinci sayfasında eleştiriler yayımlandı.
Onu okumayan, okumayı reddederek karalayan birçok insanla karşılaştım. Bunlar arasında beni en çok şaşırtan Atatürk’ü, Atatürk dönemini karaladığını ileri sürenler olmuştur. Ben, onu anarken Gazi ya da Mustafa Kemal adını tercih eden Attilâ’nın Atatürk’ü onun ulusalcılığını, halkçılığını antiemperyalist niteliğini, bağımsızlık anlayışını çok güçlü bir şekilde anlattığı, onu iyice yücelttiği kanısını taşıyanlardanım.
“...elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar mustafa Kemal
hani bir vakitler kubilayı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
mustafam mustafa kemalim
ankaranın taşına bak
tut ki baktım uzar gider efkarım
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
gözlerimin yaşına bak
ankara kalesinde rasat tepede
bir akça sağan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
mustafam mustafa kemalim”
diye ona seslenen Attilâ İlhan Atatürk karşıtı. Bu iddiayı aklım almıyor. Ben de şu dünyanın işine bak deyip geçeceğim.
Bize, gıpta ettiğimiz, hayranlık duyduğumuz, karşısında aşağılık duyguları içine düştüğümüz Batı’yı, Batı emperyalizmini en iyi, en anlaşılır örnekleri ile anlatan kişilerden biri olmuştur İlhan. “Bir milleti, onu kültürel, ekonomik ve siyasal bütünlüğünü oluşturan ne varsa din, millet, gelenek, görenek, kültür, vs… hepsi ama hepsi, topyekûn kırılıyor, bölünüyor, parçalanıyor, böylece gezegen” küreselleşmiş oluyor. Sonuç belli; dünya, sistemin (yani Batı’nın, yani ABD’nin ve AB’nin) zevki için tüketeceği malıdır artık. Evet, onun bu saptamasına bugün tutucu, faşist nitelemesini yakıştıranlar, milliyetçi diye karalayanlar var.
Emperyalizmin dünya egemenliğini kurabilmek için hangi metotları kullandığını ne güzel anlatıyordu. Project Democracy, National Endowment Democracy (NED) ayrıntılı işlediği konulardı. Sovyetleri, onun yıkılışını, 68 hareketini de gerçekçi bir şekilde irdelediği kanısındayım. Mustafa Kemal ve devrimleri gibi sevdalısı olduğumuz Köy Enstitülerine ve hatta halkevlerine kendine özgü nedenlerle karşı görüşler ileri sürüyordu.
Bunu anlayamamışımdır. İsmet Paşa karşıtlığı ve o dönemi 40 karanlığı olarak anışı da bence doğru öğeler taşımakla birlikte çok abartmalıydı.
Bazı yazılarında çelişkilere düştüğüne de tanık olduk. Bir taraftan çevresindeki silah arkadaşlarına rağmen Atatürk’ün yalnızlığını işliyor, Mondros’u imzalayan Rauf Orbay’la birlikte öteki arkadaşlarını küçümseyen ifadeler kullanıyor ama son yazılarından birinde Orbay’ı kastederek “kahraman bir değil iki” diye yazıyordu. Aslında İsmet Paşa’yı öven satırları da az değildir.
Bütün bunlar Attilâ İlhan’ın Türkiye’nin önde gelen değerli bir kültür ve düşün adamı, büyük bir şair ve yazar olduğu gerçeğini elbette değiştirmez. Büyük bir yurtseverdi.
Bugün birçoklarınca küçümsenen hatta suçlanan ulusalcılığın ne olduğunu, ne olmadığını en iyi anlatan kişiydi.
Her türlü öykünmeye karşı çıkarak Batı’dan ve Doğu’dan ve kendi kültürümüzden çağdaş ve ulusal bir sentez yaratmaya çalışan ve sorunlara diyalektik yöntemle yaklaşan büyük bir düşünür. Ölümünden sonra, 9 yıl yazıları yayınlanan Attilâ İlhan için Cumhuriyet’te çok sayıda övücü yazılar yayımlandı. Işıl Özgentürk, Sunay Akın, Orhan Bursalı, Server Tanilli, Ataol Behramoğlu ve elbette Erol Manisalı, onu çok güzel andılar. Behramoğlu ölümünden yıllar önce de onunla bir karşılaşma dakikalarını saygılı bir dille anlatmıştı. Bunu hiç unutmadım. “Onun yokluğu her tarafa sinmiş” diyen Zeynep Oral yazısında dikkat çekici bir şekilde ikiyüzlülükten, riyakârlıktan söz ediyordu. Aşınmaz bir yürek Server Tanilli’nin Gamze Akdemir ile yakında yaptığı bir söyleşinin başına, anlamlı bir şekilde onun “o sözler ki kalbimizin üstünde! dolu bir tabanca gibi / ölüp ölesiye taşırız / o sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan / uğrunda asılırız” özdeyişi yerleştirilmişti. Burada yıllardır taşıdığım bir kaygıyı hatırlatmak isterim. Aydınlarımız arasında adam harcamak, yersiz, nedensiz karalamak çok yaygındır. Uğur Mumcu’yu, Abdi İpekçi’yi, Melih Cevdet Anday gibi değerlerimizi sık sık savunmak zorunda kalışımı bir eziklikle hatırlarım. Atillâ İlhan paha biçilmez bir miras bıraktı. Bu mirasa sahip çıkacaklardar ufuklu şoven milliyetçiler, dönek solcular değil, bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, akıl ve bilimi, çağdaşlığı savunan antiemperyalizm çizgisinde buluşan yurtseverler olmalıdır.
Not: Ekim ayı kayıplarımızı anarsak: Sevgili Mehmet Sucu’yu yine geçen yıl ekimde çok erken yitirdik. İlginç bir rastlantı, Halit Refiğ, Attilâ İlhan çizgisine yakın bir insandı. İki yıl önce ekim ayında Nail Çakırhan’ı yitirmiştik, 8-9 Ekim’de onun için Akyaka’da anma toplantıları yapıldı. Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı ve Hikmet Kıvılcımlı’yı da yıllar önce yine bugünlerde kaybetmiştik. Hepsini saygı ile anıyorum.