Atilla Dorsay’dan anılar; “Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar”

Atilla Dorsay’ın yeni kitabı “Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar”, 53 yıllık yazarlık ve gazetecilik hayatının bir dökümü. Fransa, 68’ler, Sinematek ve sinema yazarlığı, Babıâli yılları, Emek ve Gezi mücadelesi gibi değişim ve gelişimler, ezber bozan bir açıklıkla buluşuyor okurlarla.

Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

 


 

gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr

- “Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar”ı hangi duygularla kaleme aldınız?

- Temel itki gücü 80 yaşıma ulaşmamdan geldi. Öyle bir yaş ki, artık yolun sonu görünmüş demektir. Kim ne derse desin!... Onun için artık tüm bu birikimleri, yaşanan onca olayı, özel hayattan kariyere, başarılardan başarısızlıklara, mutluluklardan acılara tüm o deneyimleri, tanınan onca insanı, biriken onca anekdotu, zihnin dibine itilmiş, ama kendilerini sürekli hatırlatan yanlışları ve hataları da yazmak kaçınılmaz olmuştu. İşte tüm bu dürtülerle bu çabaya koyuldum. Ve bir yıl kadar sonra da bitti.

- Okurlara nasıl bir perspektif sunmayı hedeflediniz?

- Belli bir dönemde belli bir aile (Balkan göçmeni olan) içinde, şanslı çevre ve eğitim koşullarında yetişmiş, temelde sanata duyarlı ve duygusal bir kişiliğin, biraz da talihin yardımıyla sinema yazarlığı gibi son derece marjinal bir alanda koca bir ülkenin tanıdığı bir isim olması çok hoş bir şey. Ama aynı ölçüde o insana büyük sorumluluk yüklüyor. Sanırım bu sorumluluğu işlemek ve buna yanıtlar aramaktı asıl çabam...

- Dolu dolu yaşanmış bir ömürden damıttığınız bu kertede okuyan en çok neleri duyumsasın istediniz?

- En çok hobi ya da meraklar edinmenin, bunları geliştirmenin ve alanınız neyse onda en iyisine erişmenin önemi. Elbette ailenin, sağlam bir evliliğin, çoluk çocuğun ve dostlukların ne kadar yaşamsal olduğu. Ve varolan yeteneklerimizin, ilgi alanlarımızın olabildiğince geliştirilmesinin bir ömür içinde nasıl güzel şeylere yol açabileceği. Bunları anlatabildiysem, ne mutlu bana!...

 

KAÇINILMAZ POLEMİKLER...

- Dile kolay 52 kitap yazdınız. Bu kitabın payına neler düştü?

- En çok ailemin hikâyesi ve de 53 yıllık uzun yazarlık/gazetecilik kariyerimin dökümü. Ailemin Yanya’da başlayıp Afyon ve İzmir’den geçerek İstanbul’a uzanan öyküsü neredeyse bir Ayşe Kulin romanını hak ediyordu. Ben onun gibi bir romancı olmadığım için, ancak elimden geleni yaptım!... Ama okuyanlar bunun bile etkileyici olduğunu söylediler. Bir de 27 yılı Cumhuriyet’de, 6 yılı Yeni Yüzyıl’da, 13 yılı da Sabah’ta geçen basın maceramın aşamaları. Andığım birçok ünlü gazeteci, yazar, sanatçı ve de kimi kaçınılmaz polemiklerle birlikte..

- Başka hangi yeniler bekliyor okurları?

- Bir ikinci ciltte özellikle sanatçı ve sanat dışı dostlukları, onca kitapla ilişkili anıları, asıl tüm dünyaya uzanan gezileri anmak istiyorum. Ve de yıllar boyu karıştığım onca tartışmayı; kimi zaman hiç beklenmedik ünlülerle giriştiğim asıl uzun ve karmaşık polemikleri. Ama bunlar da bir cilde sığmayabilir. Ve belki birkaç kitaba uzanmak gerekebilir.

 

BİR TÜR GÜNAH ÇIKARTMAK İSTEDİM”

- “Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar”ın, “yalnızca güzel anıları anlatan aseptize kitaplardan biri olmasını istemediğinizi” ifade ediyorsunuz, Zaaflar, yanlışlar, hatalar, kusurlara dair bir hesaplaşma olduğunu imliyorsunuz. Bu yaklaşımınızı anlatır mısınız?

- Belli yeteneklerim ve erdemlerim olsa da kusursuz bir insan değilim. Kimse değildir. Kusur ve zaaflarımız en az erdemlerimiz kadar bizi, kişiliğimizi oluşturur. Ve ne denli parlak günler yaşayıp en güzel anıları istiflemiş olsak da, en acı, üzücü, hatta utanç verici şeyler de yaşamışızdır. Bunları da anlatmak ve sanki bir tür günah çıkarmak istedim.

O çılgın gençlik dönemimde esrar çekmemi, olur-olmaz yalanlar söylememi, rehberlik veya gazetecilik çabalarımda gereksiz bir gururun bana kaybettirdiklerini de anlatmaya çalıştım. Bana bugün utanç verseler de, bu tür olaylar bana çok şey öğretti, çok dersler verdi.

Hayatta yapılacak şeyler kadar yapılmamaması gereken şeyler de önemli. Belki asıl dersler onlardan alınıyor. Bunları özellikle gençlere anlatmak bence iyi oldu.

- Kültür sanatla ilk tanıştığınız, kanınıza ilk girdiği yer Karşıyaka ve aile ortamınız. Bu bağlamda kitabınızda özgeçmişinizden sizi bugününüze getiren; kültür ve sanatın hemen her alanında biçimleyen, özellikle hangi anıları paylaşıyorsunuz?

- Daha Karşıyaka’da ilk kez karşılaştığım sinema olayı; yine çocukluğumda evlerdeki tek eğlencemiz olan radyolardan gelen seslerle başlayan müzik merakım. Önce alaturka sevgim- ki hep kaldı- sonra evet, Türkçe tangolar. Ki hala severim.

Ve de pop müziği: özellikle ilk gençliğimizi sarsan o rock’n roll olayı; sonrasında İngiliz grupları, Fransız chanson’ları, İtalyanca şarkılar. Ki eşim Leman’la ilişkimizde büyük rol oynamışlardı. Biraz geç gelse de Türkçe pop. Ve de elbette caz... Hepsini hala sever, izlemeye çalışırım.

Ve elbette edebiyat. Çocukluktan itibaren çok okuma alışkanlığı. Galatasaray’da Ahmet Kutsi Tecer, Zeki Ömer Defne, Esat Mahmut Karukurt gibi ünlü yazar-hocalardan edinilen okuma tutkusu, edebiyat sevgisi. Ki hep devam etti.

KADERE BİRAZ İNANIR OLDUM!”

- Yaşamınızdaki kırılma noktalarını nasılçözümlüyorsunuz okura?

- Birçok kırılma veya dönüm noktası var. Hayatımızı radikal biçimde değiştiren bir yandan kendi irademiz, kararlarımız ve seçimlerimizdir. Buna kuşku yok. Ama öte yandan da kaderdir, alnımıza yazılmış olandır. Bu konuda biraz mistik bir inancım var.

Öyle olaylar yaşadım ki, sonunda bunu Stefan Zweig’in ünlü deyişiyle “yıldızın parladığı anlar” diye ifade etmeye başladım. Yani benim için parladığı anlar. Aynen kitapta dediğim gibi...

Ne bileyim, İstanbul’a göçümüz, daha ilkokulun sonlarında Galatasaray’a girmem, babamın israrıyla diplomasi yerine mimarlığı seçmem... Ya da Cumhuriyet’e başvurur vurmaz sinema yazarı olarak kabul edilmem... Leman’la maceramızın tümü. Ya da Yeni Yüzyıl ya da Sabah dönemlerinde önümü açan yönetim kararları, değişiklikleri. Evet, artık kadere biraz inanır oldum!...

- Ailenizin öyküsünün yanı sıra çocukluğunuzdan bu yana sizde bıraktığı izlerini öne çıkardığınız yerleri, mekânları, yeni ailenizi, sanat dallarını, sanatçıları, olayları, lezzetleri edebi dilde dramatize ederek yazıyorsunuz. Dili duygusal bir kitap diyebiliriz sanırım. Hatta belki de en duygusal, en içsel kitabınız..

- Benim gibi filmlerde hâlâ ağlayan ve onları en çok duygusal açıdan yorumlayan biri için bu doğal değil mi? (ki bu yanımı eleştirenler de var, beğenenler de. Ama bu yaştan sonra değişemem ki!) Ama emin olun, bunun için özel bir çaba göstermedim. Her şeyi içimden geldiği gibi yazdım. Ama o onulmaz ve tedavi kabul etmez özelliğim sanırım tüm kitaba damgasını vurdu. Umarım okurlar bu yanını sever...

 

BABIALİ YARIM YÜZYIL YUVAM OLDU!”

- Hey gidi Fransa, uyuşturucu, deprem, mimarlık, 68’ler, dağarınızda Sinematek’te iyice bütünlenen ve hayatınızın hemen her alanında müzikle başa baş giden sol ve sinema, aşk, eşiniz Leman abla ve evlatlarınız, Babıâli, Emek ve Gezi mücadelesi, SİYAD, Antalya Altın Portakal, 2014 TÜYAP Onur Yazarı Ödülü... Yaşamınızdaki bütün değişim ve gelişimler, bu anılar silsilesinde ezber bozan bir açıklıkla buluşuyorlar okurlarla. Böyle düşündüm. Yanıldım mı Atilla ağabey?

- Elbette öyle oldu. Tüm bunlar kitabın içinde gelip yerlerini aldılar. İlla da kronolojik olmayan biçimde.. Ve gerçek yüzleriyle... Bir yandan bir Fransız ‘gay’ sayesinde girdiğim tercüman rehberlik mesleği. Ya da bir pavyon kadınına aşık olup onu o hayattan ‘kurtarma’ saplantısı. Veya her gün sallanan bir kentte bir buçuk yıl askerlik yapmanın tuhaflığı. Daha neler neler...

Tüm bunları yaşadığım için, bana doğal gelen şeyler. Ama sonradan göz attığımda, özellikle gelen tepkilere de bakarak görüyorum ki, hayli orijinal ve kendine özgü bir hayat yaşamışım. İniş-çıkışları olan, sürprizlerle dolu. Ne mutlu bana!...

- Babıâli’yi başlıca ne yönde değerlendirmelerle yazdınız?

- Babıâli benim önemli yuvalarımdan biri oldu. Yarım yüzyıla yakın... Orada çok şey öğrendim, ama sanırım çok kişiye de çok şey öğrettim. Özellikle sinema kültürünü ve sevgisini yaymak açısından... İnanılmaz güzel, soylu, yüceltici ve mutlu edici deneylerim oldu. Ama aynı ölçüde düşkırıklıkları, tatsızlıklar, hatta büyük acılar.

Kitabın bir yerinde yazdığım gibi “Zor dönemler oldu: bazen bana ihanet ettiler, bazen ben gazeteye ihanet ettiğim izlenimine kapıldım”. Ve tüm o sarsıntıları, depremleri yaşadık: bugünlere gelinceye dek... Tüm bunları da kendi çerçevemden anlatmaya çalıştım.

 

CUMHURİYET’E 27 YAŞIMDA GİRDİM, 27 YIL YAZDIM!”

- Cumhuriyet Gazetesi de özel bir bölümle yer alıyor kitapta. Yine ömürlük anılarla bezeli bir bölüm. Güzel olduğu kadar sancılı dönemlerine de tanıklık ettiniz. Nasıl bir deneyimdi, nasıl bir iz bıraktı Cumhuriyet sizde?

- Kolay değil. Tam 27 yıl yazdım orada... 27 yaşımda girmiştim: 1966’da... Demek bu sayının o ilişkide özel bir yeri var!... Sonra neler neler yaşadık... Bir yazarla bir gazete arasında oluşabilecek en ilginç ilişkilerden biri. Elbette bir Cumhuriyet ve Uğur Mumcu ya da Milliyet ve Abdi İpekçi kadar değil. Ama kendine özgü bir romantizmi, bir hüznü olan, kendi içinde oya gibi örülmüş bir ilişkiydi. Hep gururla, kıvançla, özlemle anacağım... Ama biraz da yüreğimi acıtan... Ve sonuç olarak iyi ki yaşanmış, iyi ki o soğuk Aralık günü yazılarımı koltuğumun altına alıp oraya gitmişim dediğim!...

- Yorgun bir insanın değil, yaşamın her deminden ayrı keyif alan ve verimde bulunan bir yazarın kitabı “Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar”. Peki, şimdi sinema, müzik ve toplum başta olmak üzere nasıl bir seyir izliyorsunuz gün be gün?

- Hemen herşeyi aynı tempoyla sürdürüyorum. Hemen her sabah basın gösterimlerine gidip yeni filmleri izliyor ve T24’e yazıyorum. Uzun uzun, rahatça ve özgürce... Pop müziği izliyorum: özellikle de bizimkileri ve CD’lerini alıp arşivime katıyorum. CD ve DVD arşivlerim son derece zengin. İyi konserleri kaçırmıyoruz. Dört gazete alıyor, ama biraz daha az kitap okuyorum. Yolculuklar iyice azaldı, festivaller ise sanırım bitti. Artık o takatim yok!... Haftasonları ENKA tesislerinde briç oynamak ve oğlumun gelinimle birlikte bize bahşettiği üç erkek torunumla vakit geçirmekse en büyük zevklerimden...

- Gençleri nasıl buluyorsunuz?

- Çok iyi buluyorum. Sinema yazarlığı konusunda bayağı iyi bir kuşağın geldiğini düşünüyorum. İftihar ediyorum çünkü bütün bu yeni kuşağın oluşumunda benim de küçük de olsa bir payım oldu. Sinema yazarlığının kurumsallaşmasında da katkım olduğunu düşünüyorum.

Teknolojinin sağladığı pratiğin gençlere katkısı olduğu kadar bir zararı olduğunu da düşünüyorum. Öyle bir takım da türedi ki eski filmlere ulaşılması artık çok daha kolay olduğu halde seyretme zahmetine katlanmıyorlar. Ve meselâ sinemayı Tarantino’yla başlatıyorlar, çok önem verdiğim bir yönetmen ama bu nasıl bir bakıştır? Sinema eleştirmenliğinde de uzmanlaşma önemli. Uzmanlaşsınlar ve o alanda daha çok yazsınlar ve kitap çıkarsınlar.

Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar / Atilla Dorsay / Remzi Kitabevi / 280 s.