Aspern'in Mektupları

Henry James'in Aspern'in Mektupları (çev. Hasan Fehmi Nemli, İletişim Yay.), kısa bir roman. Lord Byron'ın sevgilisi Mary Shelley'in yaşadığı gerçek bir olay üzerine kurulmuş. Romana konu edilen ünlü şair Amerikalı Jeffrey Aspern de Byron gibi sevgilisi ve hayatının en büyük aşkı Juliana'ya mektuplar yazmış.

cumhuriyet.com.tr

Aspern öldükten sonra mektupların izini kimse bulamış. Aspern hayranı bir biyografi yazarı şairin hayat öyküsüne büyük katkılarda bulunacağı umuduyla bu mektupların peşine düşmüş ve izler onu Venedik'te yaşayan Aspern'in sevgilisi Juliana'ya ulaştırmış. Juliana, yeğeni Tina ile birlikte hemen hiç kimseyle görüşmeden yaşıyor. Editör, maddi sıkıntı çeken Juliana'nın evine kiracı olarak yerleşiyor ve artık yaşlı bir kız olan Tina'nın gönlünü kazanarak mektupları elde etmeye çalışıyor. O hırsının peşinde, Juliana ve Tina ise başka hesapların... Henry James, bu sıradan gibi görünen konuyu öylesine ince ince işlemiş ki tanıtımlarda söylendiği gibi son sayfasına kadar merakla okunan bir kısa roman çıkmış ortaya.

İletişim Yayınları'nın, Orhan Pamuk editörlüğünde yayımlanan klasiklerinin en önemli özelliği özenli yayımlanmasıdır. Hasan Fehmi Nemli'nin Aspern'in Mektupları çevirisi de aynı nitelikte. Henry James'in akıcı anlatımı Türkçeye yansımış. Dizinin önemli bir özelliği olarak kitapların sonuna eklenen açıklayıcı eleştiri yazıları eserlere başka açılardan yaklaşmayı sağlar. Bu özen daha önce Türkçede yayımlanmış eserleri bile tekrar okutur. Aspern'in Mektupları'nın sonunda bu tür bir sonsöz yok. Kitabın künye sayfasında kapaktaki resmin seceresi var ama eserin hangi baskı esas alınarak çevirildiği belirtilmiyor. Oysa kaynak metin belirtse iyi olurmuş. Örneğin 1908 New York baskısının başında Henry James'in önsözü var. Bu önsöz kullanılsa kitap daha da zenginleşirdi. Aspern'in Mektupları ilk kez 1888'de The Atlantic Monthly dergisinde yayımlanmış, aynı yıl da kitaplaşmış. İlk baskıda Juliana'nın yeğeni Tita olarak geçiyormuş, 1908 New York baskısında Tina olmuş. Aspern'in Mektupları'nın Türkçesinde de yeğenin adı Tina olarak geçiyor. Bunlar kitapta olsa eseri zenginleştirecek küçük ayrıntılar, esasa gelirsek Aspern'in Mektupları'nı yaz sıcağında keyifli bir okuma için tavsiye ediyorum.
 

Amerika'nın yanık çocukları

Kısa öykü tüm Dünya'da yayıncıların pek ilgisini çekmeyen bir tür. Öykü romanın ezici baskısı altında yok olmuş gibi. Çok az sayıda öykü kitapları basılıyor. Oysa öykü edebiyatın deneye en açık türlerinden. Tüm gelişmeleri öykünün izini sürerek yeni öyküler okuyup, yeni öykücüler tanıyarak anlayabiliriz. Kuşkusuz bu iz sürmenin kaynağı edebiyat dergileridir. Ama başka dillerde yazılan öyküleri ne yazık ki sadece edebiyat dergileri ile izlemek mümkün değil. Zadie Smith'in sunumu ile yayımlanan Amerika'nın Yanık Çocukları (çev. Özlem Gayretli Sevim, Everest yay.) öncelikle bu nedenle ilgimi çekti. Amerika'da kuşaklar X, Y, Z diye harflerle tanımlanıyor. Harfler ilerledikçe yitiklik oranı artıyor. Bu antolojide yer alan öyküler Y Kuşağı yazarlarının ürünüymüş. David Foster Wallace, Jonathan Lethem, A.M. Homes ve Jonathan Safran Foer gibi önemli yazarlar bunlar. 1980 sonrası doğmuşlar. 90'lı yılların gençleri, günümüzün yetişkinleri. Tam anlamıyla tüketim toplumu. Tüketirken kendileri de tükeniyor. Süreç içinde yitik bir hal alıyorlar. Zadie Smith onları 'kendileriyle çatışma halinde, kararsız ve bir o kadar da hüzünlü' diye nitelemiş.

Öyküler ise oldukça ilginç. Çoğu sert bir gerçekçi uslüpla başlıyor ilerleyen sayfalarda fantastik ögeler ağır basıyor ya da öyküyü yönlendiriyor. Tanıtımlarda belirtildiği gibi 'Uykudan yaratılan dublör eşler, fakir insanların kulaklarının arkasına yerleştirilen reklam çipleri, dokuz parmağı farklı kapıyı açabilen bir çocuk, Amerika'nın büyük sanayicilerine mektup gönderen bir köpek'' öykülerin kahramanı olabiliyor. Ama hemen hepsi günümüz Amerika Birleşik Devletleri'nin orta ve alt kesimlerine ayna tutuyor, onları yaşamlarını keskin bir biçimde yansıtıyor. Sıradan olanın, gündelik hayatın içinden fantastik yanlar fışkırıyor. Aile ilişkileri, ana-baba çocuk arasında yaşananlar, ev hayatı ağır basıyor öykülerde. Bizden pek de farklı yaşamadıklarını hissediyor, özdeşleşiyoruz.
 

Ara sıcak

Kanada'da Saskatoon adlı küçük bir kentte yaşayan eski bir polis memuru olan Russell Quant özel dedektiflik yapmaktadır. Hep ufak tefek işlere bakmıştır. Kentin zengin işadamlarından Harold Chavell, Russell'dan tam düğün öncesi ortadan kaybolan sevgilisi Tom Osborne'u bulmasını ister. Harold'a göre, Tom düğün sonrası birlikte çıkacakları balayı seyahatine tek başına çıkmıştır. Russell, Tom'un izini sürmek üzere Fransa'ya gider ve bu uzun ve yorucu geziden eli boş döner. Bu arada Kanada'da yaşadıkları kentte Tom'un cesedi bir gölde bulunmuştur. En önemli zanlı da diğer damat adayı Harold'dur. Biraz saf ve çokça iyi niyetli bir dedektif olan Russell, olayı derinlemesine incelemeye başlar ve şüphelilerin sayısı bir anda artar.

Anthony Bidulka'nın Ara Sıcak'ı (Çev. Ayfer Ünalan, Sel yay.), polisiyenin temel kurallarını gözeten ama Russell Quant tiplemesiyle ve anlatımıyla farklılaşan bir roman. 'Katil kim?' sorusunun cevabını bulmaya çalışıyor. Russell Quant, yaşam gustosu olan, iyi giyinen, iyi yaşayan, iyi yemekten ve içmekten hoşlanan bir dedektif. Kitabın adı Amuse Bouche de buradan geliyor. Onunla birlikte Kanada'nın eşcinsel çevrelerini, oldukça liberal görünen bir ülkede eşcinsel olmanın nasıl bir şey olduğu, nasıl sıkıntılar ve kolaylıklar yaşadıklarını da neşeli bir anlatımla okuyoruz. Ara Sıcak, Russell Quant'ın kahramanı olduğu yedi kitaplık bir dizinin ilk kitabıymış. Umarız okur gereken ilgiyi gösterir ve Sel Yayınları diğer altı kitabı da yayımlar.

Şenlikli bir cinayet

Gilbert Adair, Türkçede yayımlanan hemen her kitabını okuduğum, takip ettiğim bir yazar. Daha önce Kapalı Kitap, Kulenin Anahtarı ve Yazarın Ölümü adlı kitaplarını okumuştum. Postmodern tarzı seven ve iyi kullanan Adair bu kez polisiyenin klasiklerine göndermelerle dolu bir roman yazmış. '1930'lu yıllarda bir Noel tatilini ıssız Dartmoor kırlarındaki ffolkes Malikânesi'nde geçirmekte olan konuklar, bir sabah uyandıklarında evde bir cinayet işlendiğini ve bu kilitli oda cinayetinin şüphelisi haline geldiklerini öğrenirler. Sayısız düşmanı olan dedikodu yazarı Raymond Gentry'nin kalbinden vurulmuş cesedi, kapısı içeriden kilitlenmiş bir odada bulunmuştur. Şiddetli fırtına yüzünden polis çağrılamadığından, yakınlarda oturan emekli Scotland Yard komiseri Trubshawe olay mahalline davet edilir ve konukları sırayla sorgulamaya başlar. Kısa süre içinde, evde bulunan herkesin Gentry'yi öldürmek için geçerli bir gerekçesi olduğu ortaya çıkacaktır. Ancak konuklar arasında bulunan ünlü detektif romanları yazarı Evadne Mount, 'Katil kim?' sorusunu herkesten önce yanıtlamaya kararlıdır.'

Şenlikli Bir Cinayet (çev. Emrah İmre, Yapı Kredi yay.) polisiyenin ustalarına bir saygı duruşu ya da klasik polisiye parodisi olarak algılanabilir. Hele cinayeti çözen yazar tiplemesi Evadne Mount'la Agatha Christie'nin ne kadar benzediğini düşünürseniz. Romanın orijinal adı, Yapı Kredi Yayınları baskısında belirtilenden biraz farklı. YKY 'The Act of Roger Murgatroyd' olarak vermiş oysa devamında iki nokta üstüsteden sonra 'An Entertainment' ibaresi var. Türkçe çeviriye konan Şenlikli Bir Cinayet bunu tam olarak karşılamıyor sanırım.

Roman anlatım olarak da Agatha Christie'nin izinden ayrılmıyor. Bu tür parodiler daha önce de denenmişti. Ben her zaman orijinal olandan yana olduğum için eğer çok başarılı değilse bu tür girişimlerden pek hoşlanmıyorum. Adair'den de daha zekice bir şey, bir hinlik beklediğim için romanın sonuna dek sabrettim ve katilin uşak olduğu esprisi dışında bir şey bulamadım. Üstelik bu kitap Evadne Mount üçlemesinin ilk kitabıymış. Şenlikli Bir Cinayet eski polisiyeleri yad etmek için daha da iyisi yaz tatilini değerlendirmek için okunabilir.