‘Aslolan, kentsel doku’
Serttaş, İstanbul'da eşsiz olan ‘kentsel doku’ olduğunun bizde hala anlaşılamadığını vurguluyor. Serttaş'a göre, kentsel dönüşümün en olağan sonucu kimliksizleşme.
Ayşegül Özbek / CumhuriyetBir şehir bizde ne izler bırakır? İstanbul'un geçmişi, tarihi bize neler anlatır? İnsanı, sokakları, binaları, dükkanları... İstanbul'un unuttuğumuz, belki de adını hiç duymadığımız bilmediğimiz mimarları kimler? "Şehrin çok katmanlı yapısı sadece kültürel olarak değil mimari olarak da tartışmaya açılabilir" diyen Tayfun Serttaş, Studio X'teki "Mimarlar Mezarlığı" isimli yeni sergisiyle bu mimarların izini sürüyor.
28 Marta kadar açık kalacak sergi, İstanbul'da 19. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak bir şekilde modernizme paralel olarak gelişen birey kimliğinin mimarideki yansımasına odaklanıyor. Anonim mimardan birey mimara geçişin de, binaların köşelerinde yer alan ve bir tür imza olan mimar yazıtlarıyla başladığını vurguluyor Serttaş:
"Hiçbirimiz Yıldız Sarayı'nda yaşamadık belki, ama bu isimlerin yaptıkları binaları bir şekilde kullandık. Belki kentin siluetine etki etmemiş, ama sokaklara aurasını vermiş isimlere dair literatür yoktu ortada."
Serttaş, İstanbul Üniversitesinde okuduğu yıllarda Taksim’e yürüyerek gidiyor hep ve yazıtları ilk o ara yolda, Sirkeci-Sultanhamam hattında fark ediyor: "Daha sonra yazıtın ne kadar hassas, bir o kadar da binanın kendisi kadar kilit bir şey olduğunu fark ettim. Bunları kaybetme korkusuyla daha fazla fotoğrafladım. 10 yılı bulan bir arşiv var sergide."
Mimar yazıtları
-İstanbul’un fiziksel kimliğinin birey ile olan ilişkisi, sergide ele aldığınız dönemde nasıldı? Bugüne nasıl bir değişimle geldi?
Birey bir modern zaman çocuğu, mimar da ondan bağımsız değil. Günümüzdeki anlamıyla ‘mimar’ bu süreçte bireyselleşti. Hangi etnik gruptan olursa olsun, İstanbul’da 1870’ten önceye ait bir mimar yazıtı ile karşılaşamayız. Bu geçişte 1870 Pera yangınından boşalan arazilerin apartmanlaşmaya açılması, Tanzimat Fermanı’nın tanıdığı kültürel haklar ve imparatorluğun Batılılaşma dönemine girmesi gibi sıralanabilecek etkenler, İstanbul’un yarım asır gibi kısa bir sürede adeta baştan yaratılacağının habercisi.
Dönem mimarları, çağdaş mimarlık kariyerinin kuruluşunda öncü rol oynadılar. Aynı tarihlerde yeni hayat tarzının gerektirdiği konut tipi olarak ortaya çıkan apartmanlar, dar kent parselleri üzerinde çalışan yeni bir mesleki zümrenin oluşmasını sağlıyor. Alexandre Vallauri, Raymondo d'Aronco, Giulio Mongeri, Balyanlar ya da Fossattiler gibi haklarında epeyce bilgiye sahip olduğumuz dönemin majör mimarlarının yanında, isimleriyle tesadüfen binalar üzerinde karşılaştığımız, ancak başka bir bilgiye ulaşamadığımız bu topluluk, sivil mimariyi Batı standartlarına taşıdı.
Mimar yazıtları bu sınıfın en karakteristik ve ayırt edici özelliği olarak günümüze ulaştı. Yazıtı kullanmalarının nedenleri ise reklam ve aslında en büyük müşteri olan devletin gözüne girmek. Etnik kimliğe göre dil değişebilir. Benim topladıklarım arasında 9 kadar dil var.
‘Her karışı tarih kokar!’
-Sergideki yazıtların üçünün bulunduğu binalar artık yok. Bunlar hangileri? Kentsel dönüşümün şehrin belleğine ya da kişisel belleğe nasıl bir etkisi var?
Sakızağacı Caddesi üzerindeki KL. Klonarides, CH.Viladica ve hemen arka sokağındaki D. Georgiades imzalı binalar dönüşümün son mağduru. İstanbul gibi 2000 sene başkentlik yapmış bir kentte, tescilli bina sayısı 5000 ile sınırlı. İtalya’nın orta ölçekli bir kasabasından daha az. Ama kenti yönetenlere sorsanız, size İstanbul’un her karışının tarih koktuğunu söyleyecekler, üstelik bununla övünecekler. Kaos, bu kendine güvenle başlıyor.
‘Bizde nasıl olsa bu binalardan çok var’ mantığı, ‘o semt giderse ötede bir diğeri var’ ile devam ediyor... Sonra bir bakıyorsun yüzlerce yıllık birikim, on yıllar içerisinde tükenmiş. Tek tük binalar ayakta, dokuyu kaybettikten sonra o tek tük binaların çıbandan farkı yok. Renovasyon değil, dokudur aslolan ve bizde hala anlaşılamayan şey İstanbul’da eşsiz olanın ‘kentsel doku’ olduğu.
Kültürel mirasın ‘öteki’si
-Kentsel dönüşümle ilgili olarak, Tarlabaşı'nın bugün bu kadar kolay yıkılmasını, mimarinin bir etnisite meselesi olarak ele alınmasına bağlıyorsunuz?
Kentsel dönüşümün en olağan sonucu kimliksizleşme... Kimliksizleşmeyi aşmanın tek yolu ise, kolektif birikimi sahiplenme cesaretini göstermek. Oysa kültürel mirasın ‘öteki’si yaratılıyor. Taşı dahi ‘gavur’ olarak kodluyor, ahşabı Türk yapıyorsun. Üstelik memleketin en büyük ahşap yapısı bir Rum yetimhanesi.
Süleymaniye’de Türk evi tabir edilen yapıların hepsi neo-klasik unsurlar taşıyor. Beyoğlu’nun en taş ve en Batılı binası Botter Apartmanı Müslüman bir Sultan’ın siparişi. Mimari yabancılaşma sonradan yaratılmış bir ideolojik inkarın enkazı.