Askeri Yargı ve Sivil Yargı Üzerine Düşünceler -I-
cumhuriyet.com.trÖyle bir hava estiriliyor ki sanki sivil yargı çok bağımsız da askeri yargı alanı sivilleşirse daha güvenceli bir ortam oluşacak. Askeri yargı konusunda yapılan gece yarısı reformunu (!) AB talepleri olarak açıklayanlar, AB’nin Türkiye’ye ilişkin İlerleme Raporlarında sürekli dile getirilen hususlara nedense kulaklarını tıkıyorlar.
14 Temmuz 2009 tarihli Radikal gazetesinde “Türkiye’de askeri verem sivil hücrelerden atılıyor” başlığı altında Muhammed Nurettin imzalı bir yazı gözüme çarptı. Başlığın “Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması konusunda atılan büyük ve cesur adıma rağmen, askeri veremi sivil bedenin hücrelerinden atmak için yapılması gereken birçok şey var” cümlesinden seçildiği anlaşılıyor. Yazar “Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü”. Bu yazı, Türkiye’de son yıllarda giderek artan bir biçimde sürdürülen ordu düşmanlığı ve orduyu tahrip eğiliminin nereye kadar uzanabileceğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Sözüm Lübnanlı yazara değil, o kendi ülkesinin geçirdiği savaş tahribatından askeri güçleri sorumlu tutabilir ve Türkiye’yi de bu açıdan değerlendirebilir. Üstelik bu değerlendirmede ABD ve AB’nin Türkiye’ye özgü politikalarının da dolaylı etkisi olduğu kuşkusuzdur. Benim sözüm Lübnanlı yazarın yazısını büyük bir iştahla çevirip yayımlayanlara. Kendilerinin söyleyemediklerini bir yabancı yazara söyletmek, bir çeşit mazoşist eğilimi yansıtıyor. Askeri yargı üzerine sürdürülen tartışmalardaki cehalet, bu soruna yabancı insanların yüzeysel gözlemleriyle temize çıkarılamaz.
Kulaklarını tıkıyorlar
Öyle bir hava estiriliyor ki sanki sivil yargı çok bağımsız da askeri yargı alanı sivilleşirse daha güvenceli bir ortam oluşacak. Askeri yargı konusunda yapılan gece yarısı reformunu (!) AB talepleri olarak açıklayanlar, AB’nin Türkiye’ye ilişkin İlerleme Raporlarında sürekli dile getirilen hususlara nedense kulaklarını tıkıyorlar. İşte 2006 İlerleme Raporu’ndan ilgili pasajlar:
“ …Hâkimler ve savcılar, idari görev ve yetkileri bakımından Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. Yargıyı düzenleyen temel kurum olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, kendi bütçe ve yazmanlığına sahip değildir. Çalışma mekânı, hâlâ Adalet Bakanlığı binası içindedir. Hâkim ve savcıların performansını değerlendirecek adli müfettişler, Yüksek Kurul’a değil, Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarı, kurulun oy hakkına sahip yedi üyesinden ikisidir. …Yürütme temsilcisinin bulunması halinde yürütmenin hâkimlerin kararlarını ve mesleki geleceklerini etkileme olasılığı doğmaktadır. Hâkim ve savcıların performansını değerlendirecek adli müfettişler, Yüksek Kurul’a değil, Adalet Bakanlığı’na bağlıdır.”
2007 ve 2008 Raporları da bundan farklı değil. Aynı gözlem AB Komisyonu uzmanlarının Türk yargı düzeniyle ilgili 3. İstişari Ziyaret Raporu’nda daha da ayrıntılı olarak anlatılıyor ve şu tavsiyelere bağlanıyor:
“4. Adalet Bakanı ve Müsteşarını Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğinden çıkarmak için anayasanın 159. maddesinin değiştirilmesini tavsiye ediyoruz.
5. Cumhurbaşkanının HSYK üyelerinin atanmasındaki rolünün sadece resmi ve rutin bir eylem olduğu ve en iyi uygulamaları yansıttığı şeklinde ifade edilen görüş bizi ikna edememiştir. Bu nedenle Cumhurbaşkanının bu süreçteki yetkisinin kaldırılmasına ilişkin tavsiyemizi tekrarlıyoruz.”
Her gerçek reform bilgiye dayanarak yapılır. Cahaletle reform yapılamaz. Askeri yargının anayasa ve yasalarda ayrı bir yapılanma içinde yer alması, insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi üçlemesi açısından Türkiye’de sürekli tartışılan bir konudur. Ancak bu konuyu, tarihsel ve somut gerçekliğinden soyutlayarak düşünmek yeterli bir değerlendirme olamaz.
Yargı birliği
Soyut bir değerlendirmede yargı birliği demokratik bir hukuk devleti için ideal bir çözüm olarak düşünülebilir. Bu açıdan Anglosakson hukuk sistemini örnek göstermek de mümkündür. Buna karşılık yargı birliğinin yer almadığı Kara Avrupası ülkelerinde yargı organı aynı derecede etkilidir. Bu sistemlerden hangisinin üstün olduğu konusunu soyut olarak tartışmak anlamsızdır. Konuyla ilgili ülkedeki yargının statüsü (bağımsızlığı, güvencesi), işleyişi, yargı alanlarının ayrılmasıyla ortaya çıkan uzmanlaşma ve bunun birlikte getirdiği birikim ve deneyim açısından değerlendirmek gerekir. Diğer ülkelerde de farklı boyutlarda uygulanan askeri yargının Türkiye’deki düzenleniş biçimi de aynı açıdan değerlendirilmelidir. Burada birbirine bağlı iki temel özelliğe dikkati çekmek gerekir:
Uzman yargı niteliğinde
Özellikle 1961 Anayasası’ndan bu yana giderek kuramsallaşmış bulunan askeri yargı, bugün kendi spesifik (özgül) alanında uzman yargı niteliğini kazanmıştır. Diğer mahkemeler bu alana yabancıdır. İkincisi askeri yargının iş yükü sivil yargıya göre daha azdır; çalışma koşulları daha ileri düzeydedir.
Askeri Yargıtay ile Yüksek Askeri İdare Mahkemesi kararlarındaki gerekçelerin genelde Yargıtay ve Danıştay’a göre daha doyurucu olması, askeri yargının çalışma koşullarındaki bu avantajdan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yargı organımız genel olarak askeri yargının çalışma koşullarına kavuşturulmadan askeri yargı alanının kaldırılmasından ya da daraltılmasından söz etmek kendini aldatmak olur.
Çünkü gerekli maddi koşullar yanında bilgi birikimi, deneyim ve uzmanlık sağlanmadan, iyi işleyen bir yargı düzeninin kaldırılmasıyla ortaya çıkacak boşluğu nicel ve nitel yönden doldurmak son derece güçtür. Öte yandan sivil yargıçların, askeri konularda asker yargıçlara göre daha çekingen davranmaları da doğaldır. Çünkü onlar bu konunun yabancısı olup, askeri sorunların çözümünde asker yargıçlar kadar rahat davranamazlar.
Türkiye’de askeri yargının temel sorunu, alanının geleneksel boyutunu kısmen aşmış olması, mahkemelerin yapısında -azınlıkta da olsa- yargıç olmayan askerlerin varlığını korumasıdır. Bu nedenle Türkiye’de yapılması gereken ilk şey, subay üyelerin savaş ve seferberlik halleri dışında asker mahkeme kuruluşundan çıkarılması ve askeri yargıçların statülerinin yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi yönünde daha da geliştirilmesidir.
Ayrıca asker olmayan kişilerin askeri mahkemede yargılanmasını sağlayan hükümler doğal yargıç güvencesine aykırı düştüğü ölçüde kaldırılmalı ve askeri yargının kendi özgül alanında çalışması sağlanmalıdır. Bu tür bir reform anlayışını yansıtan en ciddi çalışmaların Askeri Yargıtay’ın emekli bir başkanı tarafından yapılmış olması bir tesadüf değildir. Çünkü yukarda da belirttiğimiz gibi gerçek bir reform, demagojiyle ya da oldubittiyle değil, uzman bilgisiyle yapılır.