Arıtırsak ne âlâ

Hep başkalarının imtihanlarından geçebilmek için yarışır haldeyiz. Bir mikrofon uzatıldı mı her şeyin en doğrusunu söyleriz. Ezberlenmiş cümleleri seçer, çok da düşünmeyiz.

Pınar Sur

Bütün öğretiler, okuldaki sınav sorularına cevap verilmek üzere alınmış sanki. Biz hele bir sınavdan geçelim, sokağa çıktığımızda, söz almak için kaldırdığımız parmaklarımızı unuturuz. Oysa ne heyecanlıyızdır doğruyu söylemek, o kanaat notuna bir yenisini eklemek için. Karneler alınır, onlara belgeler eklenir, bir kaç güzel fotoğraf çekilir, sonra dışarıda çöp kovası aramayı unuturuz, bastırdığımız fotoğrafın zarfını yere atarız mezuniyet ertesi. E hani parmak kaldırıyorduk doğrular için?

Hep başkalarının imtihanlarından geçebilmek için yarışır haldeyiz. Bir mikrofon uzatıldı mı her şeyin en doğrusunu söyleriz. Ezberlenmiş cümleleri seçer, çok da düşünmeyiz. Konuşuruz herkesin içinden seçilmiş yegane insan gibi. Bazen şaşırır da oluruz gerçek miyim diye, ama toparlarız. Biz neden hep kalabalıkta örnek oluruz? Yıl sonu gösterisinde şiir okumaya seçilen öğrenci gibi çıkarız sahneye. Kalabalık bizi izler, seyreder ve aferin der çünkü. İnsan kendi aferinini kendisi için neden istemez? Kendine notu kıttır çünkü. Bu hoca da bana taktı, hep düşük not veriyor diye kendi sesimizle bir tutarız matematik hocasını.

Kimsenin olmadığı bir ormanda elindeki çöpü cebine koyan kimden aferin alır? Ya ıssız bir koyda içtiği sigara izmaritlerini çantasındaki poşete koyana kim bravo der? Sabaha karşı çıktığımız yolculukta biten bisküvi ambalajını araba kapısının cebine koyanı kim alkışlar? Biz takdiri hep başkalarından bekleriz. Oysa kişinin kendisine takdiri için vitrin gerekmez. Daha da ucuzdur halbuki.

“Bir kereden bir şey olmaz” diyenler ile “o bir kereyi herkes yapsa” diyenler hep bir cümle içinde karşılaşır. Birbirlerine afili bakarlar. Bu saatte kim görecek ile kuralın saati ve yeri mi olur diye bol sıfatlı ahkamlar keserler. Kuralın biraz meşakkati, umursamazlığa yenilir çoğu zaman.

At çocuğum yere bir şey olmaz diyen anneler, koy şu kenara nasılsa alır çöpçüler diyen babalar ile çöp kovası yok ne yapalım diyen teyzelerle olmuyor işte. Hep bir acelemiz, bir üşengeçliğimiz var. Teknede bizi çağıran arkadaşa gitmemiz lazım, şişe kapağını salla denize. Akşama misafir gelecek, piknikteki çöpü sakla çalı dibine, kimse görmesin diye at elindekini su birikintisine. Oysa sen o parmağı ısrarla kaldıran çocuk değil miydin, hani sınıfın en çalışkanı, saçları dik, yanakları hep kırmızı, en önde oturan. Teneffüste arkadaşlarınla koşmaca oynarken bile bu kadar aceleci davranmazdın.

Bir çiçeğin üstündeki naylon poşete, denizde yüzen plastik şişeye, rüzgarda uçuşan kağıtlara eli dokunanlar hatırlamıyor çocuk doğrularını. Unuttular. Kurşun kalemle yazdılar, yağmur yağdı, şimşek çaktı, e hayatın “bir çabuk olsana” sesi de fısıldıyor, kalır mı yazılar öyle yıllarca bizimle.

Domino taşı gibidir senaryo. Önce bir adam bakkaldan çıkar. Aldığı sigarasını açar. Yırttığı paket yapışır eline. Sallar, sallar. Sonunda şeffaf kağıt uçar, arkadan gelen çocuğun yapışır suratına. Çocuk elinin tersiyle poşeti savurur yere, çünkü meşguldür, çünkü dondurmasını bir an evvel yemek için kağıdını yırtıyordur. O da dondurmasını yalarken, bakmaz elinden düşürdüğü kağıda. Çünkü o kağıt düşmüştür ama kendiliğinden. Refleks gibi. İstemeden olmuş gibi. Sebep de hazırsa, başımız dik yürür, dün atılan sakızın üstüne basar, ayakkabımızda başkasının sebebiyle bitiririz günü.

Keşke herkes kendi çöplüğünü, kendi odasının içine kursa diye düşünmüyor değilim. Yatağından çekirdek çıksa, dolabından cips poşeti. Yorganı açtığında dün yediği muz kabuğu ile uyusa, çikolatalı kaseye kuruduğu için kaşık yapışmış olsa, ama o bahçelerinde çiçeklerin olduğu, denizlerinde renkli balıkların yüzdüğü, ormanlarında savrulan yaprakların, çimenlerinde toprak kokusunu duyduğu rüyalara dalsa. Değişir miydi her şey bir gecede?

Ey kalbi hala çocuk öğretilerinde olanlar, hala o kırmızı yanakları ile öğretmeninin ağzından çıkacak sözleri bekleyenler, parmaklarını havaya kaldırıp doğru cevabı vermek isteyenler! Diyeceğim şu ki, müsilaj bizim içimizde. Arıtırsak ne âlâ.