Arda Turan: Annem madalyalarımı evin merdivenine asmış

Arda şüphesiz ki Türkiye’nin en çok konuşulan isimlerinden biri. Her gün hakkında yeni bir haber çıkıyor. Yine de ‘mahallenin çocuğu’ halinden hiçbir şey kaybetmemiş. Ne olursa olsun o Bayrampaşalı Arda.

Pelin Ünker

Bazı meslekler vardır, insanın hayatını baştan aşağı değiştirebilir. Hatta sıfırdan zirveye taşır. Futbol o mesleklerin başında geliyor. Türkiye’nin bu konuda ender yetiştirdiği bir isimlerden biri de Arda Turan. Bayrampaşa’da mahalle takımında başlayan öyküsü şu anda tüm futbolcuların hayallerini süsleyen yerde devam ediyor. Jet sosyete ile birlikte, herkesin hayran olduğu isimlerle birlikte, milyonlarca fanı var ama o ilk fırsatta soluğu hâlâ mahellesinin eski kahvehanesinde alıyor. Ünlü markaların ilk ürünlerini mahalle arkadaşları ile paylaşıyor ve onlarca madalyası ise hâlâ Bayrampaşa’daki baba ocağının merdivenlerini süslüyor.

Türkiye’de büyük bir markanın reklam yüzü olan Arda’yla Barselona’da 12 Mart Getafe maçı sonrası akşam yemeğinde buluştuk. Çok sevdiği yemek olan et soteyi evde bırakıp geldiği için üzgün olduğunu dile getiren Arda, Barselona’da hâlâ Türk kültürünü yaşatıyor.

 

Zara’dan alışveriş yetiyor

Geçen hafta ailesi Barselona’ya cümbür cemaat ilk kez gelmiş. Annesi hazır gelmişken ona balık yaptırmış. Ailesine ‘vurucu tim’ adını takan Arda espri yapıyor: “Dua timi. Bu hafta Barselona’ya getirdim onları. Annem, teyzem, kuzenlerim, dayım... Vallahi bir dua, bu haldeyiz.” Ailesiyle vakit geçirmeyi sevdiğini söyleyen Arda, ‘Buraları görsünler istedim” diyor. Barcelonalı Arda’nın ailesi olmak onları nasıl etkiledi sorusuna ise “Bizimkilerin zenginlik sınırı belli. Akçay’daki yazlık, Bayrampaşa’daki ev, babamın Altıntepsi’si, annemin kardeşleri... Arada Barselona’ya gelince Zara’da alışveriş yaparlarsa yetiyor yani. Aldıkları da iki parça bir şey. Onlara al desen de almazlar ki... İnsanın zengin sınırları düşük olursa mutlu olmak kolay. Onlar da mutlular.”

Çocukluğundan ailesine, Barselona’daki hayatından Bayrampaşa günlerine kadar Arda’nın kendi ağzından hikayesi şöyle:

 

10 kişi birlikte yaşıyoruz

* Ben bu yola çıktığımda anneme, kardeşime ve herkese söyledim, özlem diye bir şey yok. Akçay’daki yazlığa gitmesi zaten dört beş saat sürüyor. Özleyen atlar gelir, özlem kelimesini kaldırdık. Çünkü duygusal bir adamım ben. Her gün annemle babamla telefonda konuşurum antrenmandan dönerken.

* Keşke 21-22 de gelseydim çok farklı olabilirdi her şey. 19 yaşında çıkmışız Dolce Gabbana armalı ne varsa alıyorduk. Bilmiyorum ki, göre göre öğrenene kadar 29 olduk. Belki ne kupalar kaçtı. Şükürler olsun yine de inanılmaz bir kariyere sahibim Annem çok mutlu. İkinci merdivene asıyor madalyaları. Dedim anne bu ne? ‘Yer yoktu, buraya astım’ diyor. Astığı madalya da Avrupa Süper Kupası madalyası, ya şunu düzgün bir yere as, yazlığa götür...

 

Katalanca birkaç kelime

* Burada çok rahatım. Madrid’de de aile gibi olmuştuk. Turist yoktur, herkes şıkır şıkır takım elbiseli, birbirini tanır. Manav falan hepsi arkadaşımdı. Hâlâ bile Madrid’e Türk kim gitse selam yolluyorlar. Burası da başka bir şey. Takım burada şehirden üstün, orada sokakta kahraman gibiydik, burada starız. Yaşam burada kolay. Eğlenceliler. Bir de biz sosyal yaşamı da seviyoruz. Eş dost gelsin kalabalık... Katalanca birkaç kelime öğrendim espri olsun diye... İspanyolca öğrendim. İster istemez kendini geliştiriyorsun. Öğlen antrenman bitiyor. Bir iki saat uyuyorum, siesta. Sonra bir kalkıyorum gün bana ait. Kitap oku, alışverişe, restorana git, istediğin arkadaşınla gez. Hiçbir şey yok. İnsan şoka giriyor o kadar baskıdan sonra. Türkiye’ye geldiğimiz zaman oraya gitmeyelim, buraya gitmeyelim. Annem bile diyor ‘Oh ne güzelmiş burada yürümek rahat rahat keyifli.’

* Buraya tek bir Türk gelse bile yardımcı olmaya çalışıyorum. Önemsendiğini bilmek, bu bağlar önemli. Çünkü kendini güçlü hissettiriyor. O yüzden çocukluk arkadaşlarımla birlikte yaşıyorum. On kişi birlikte yaşıyoruz bu paralar da oraya gitti...

* Annem televizyona çıkınca hâlâ teyzemi arıyor, TV’yi aç Arda çıktı diye. On senedir arıyor. Bizde anneye babaya cevap olmaz. Çok makul insanlar... Babamın yanında doğru düzgün ayaklarımı bile uzatmam.

 

Ben çok şehre inmem

* Takımdakilerin egoları düşük hepsi çocuk ruhlu hepimiz varoştan gelmişiz. Yapabildiğimiz tek şey iyi futbol oynamak. Eğleniyoruz. Düşünsene, Barcelona’da oynuyorsun, mutlu bir adamsın. Neymar yakın arkadaşım. Pigue ile görüşüyorum ama dışarda. Jerry (Pigue) ile kahve içmeye, öğlen, akşam yemeğine gidiyoruz. Çünkü biz onunla çok karşılıklı oynadık gençken de. Sant Just’ta oturuyorum. Diagonal’den yukarı doğru çıkıp sola dönüp havaalanına doğru gitmek lazım. Arka sokağımda Iniesta oturuyor. Tesise yakın olduğu için tercih ediyoruz, hem evler güzel. Şehre pek inmiyoruz. Kafa dinlemeye. yemek yemeğe gidiyoruz.

* Restoranlar arasında İtalyan ‘da Greco’ favorim. Kariyerimde kötü restoran yok. İstediğimi yiyorum. Evde Türk yemekleri yaptırıyorum. Asistanlarımın ikisi de Anadolu Hisarı’ndan çıkma. Bir salata yapıyor böyle lezzetli bir şey olamaz... Zaten üç günde bir maç var yakıyoruz. Antrenmandan sonra iyi uyku ve beslenme zorunluluk.

 

Boer’in F12’sini aldı

* Reklamdaki araba benim değil. Audi kullanıyoruz. Kulübün verdiği Audi zorunlu. F12 var, burada yollar güzel diye. Bir de Range Rover var. Aile kalabalık, minibüs kiralayacağımıza onu aldık. Emektar, beş senedir bizde. Leasing sistemi var burada, Range Rover’ı böyle almıştık. Ferrari’yi Milano’dan peşin aldık. Frank de Boer’in o da yabancı değil. Buradaki arabalar Türkiye’deki gibi pahalı değil.

 

İlk Nike’ları Bayrambaşalı abiler giyiyor

Ünlü futbolcu, Global Nike’ın Bayrampaşa’yı çok sevdiğini anlatıyor. “Bayrampaşa sevdikleri bir hikaye sokaktan çıkmış” diyen Arda, Nike ile ilgili bir anısını şöyle anlatıyor:

“Air Max dönemi vardı bir ara. Bir furya çıktı ya, Nike da bana kimsede olmayan yeni renkleri gönderiyor, böyle fosforlu mosforlu. Baktım kimse giymiyor ben de babama veriyorum. Babam da demiş ki ‘Ne bu renkler böyle’ vermiş bizim mahalledeki abilere. Bir gidiyorum mahalleye, abiler bacak bacak üstüne atmışlar, ‘Arda hoşgeldin’ diyorlar. Bir bakıyorum kimsede olmayan Nike! Fosforlu yeşiller... Daha Türkiye’ye gelmemiş bunlarda var.”

 

Babam kahveyi yasakladı

Küçükken babası kahveye gitmesini yasaklamış Arda’nın. Yine de tüm kahvehane oyunlarını iyi biliyor. Annesi 1965 doğumlu. Babası 58’li. 25 sene THY’de yer hizmetlerinde çalışmış, büyük eşyaları uçağa yerleştiriyormuş. Sonra Vatan Gazetesi’nde şoförlük yapmış. “Şimdi de her şeyi amatör kulüp Altıntepsi” diyor Arda. Orada kulüp başkanı,

Arda, Türkiye’ye geldiğinde Bebek Kahve’de tavla oynuyor. Fatih Terim’in iyi tavla oynadığını söylüyor. Bir de Fatih Terim’le ayak tenisi oynuyorlarmış. “Hiç sevmem kaybetmeyi. Ayak tenisi oynarız Fatih hocayla. Karşı takımlarda oynuyoruz. Koy kamerayı film çek, beş milyon izlenir atasözleri, laflar... Ruhla alakalı bir şey kazanmak isteriz” diyor.

Tüm kahve oyunlarını çok iyi bildiğini söyleyen Arda şunları anlatıyor: “Tavla tabi mahalle kültürü. Bayrampaşa’da eniştem, amcam hepsi kahveciydi. Bana kahveye girmek yasaktı. Babam yasaklamıştı ama ben hep girerdim. Gazoz kasasının üzerinde otururdum. Kahvede yancıydım, çay getirirdim, bakkaldan bir şey alırdım, oyunları izlerdim. Burada da evde oyun masası hep durur. Tabelamız bile var. Babamların oynadığı enteresan bir oyunu oynuyoruz. 51’in başka bir modeli.”

 

Playstation’ı bıraktım

Arda daha önce çok fazla oynadığı Playstation’ı ise bıraktığını söylerken bunun gerekçesini şöyle açıklıyor: “Playstation’ı bıraktım yıllar oldu. Oyun gelişti, genç kuşak geldi. Onlara bıraktım. Ev arkadaşlarım benim oynadığım takımı alıyorlar. Beni alıyorlar. Bunlarla mı uğraşacağım her gece? Alın Barcelona’yı oynayın işte.”

Tüm oyunlarda iyi olduğunu söyleyen Arda “Basket sahamız var, masa tenisi var, onda da iddialıyım. Spor akademisinde okumuşluğumuz var dondurduk birinci seneyi. Öyle de kör cahil değiliz bakma” diye espri yapıyor.

 

Pazardan çorap giyiyor

Deplasman formasını çok sevdiğini söyleyen Arda, “Benim hep bir kırmızım vardı” diyor. Milli takımın yeni formasına ise bayılmış. “Kırmızısı çok güzel, ben çok takılırım böyle şeylere. Forma, çorap, tozluk... Benim her şeyim farklıdır çünkü. İçime giydiğim çorapları falan bizim malzemeci pazardan alır. Eski çorap giyerim ayakkabımın içinde kaymasın diye. Giydiğim beyaz çorap kaymasın diye yani. Aynısı Neymar’da da var” diye anlatıyor.

 

Iniesta’nın tuşuna bas oynasın

“Tarihin gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu Messi, tartışılmaz ama benim için Iniesta’nın yaptığı şey fotbolculuk değil sanat” diyor Arda. Iniesta’nın idolü, öğretmeni olduğunu söyleyip şöyle devam ediyor: “Sahada oynarken de masada oturur gibi sanatçı o. Onun tuşuna bir basıyorsun, televizyonu açarsın ya öyle, gösteriyor.” Atletico Madrid’in tamamlanmış bir hikaye olduğunu söyleyen Arda, ne zaman oraya gitse onu inanılmaz karşıladıklarını anlatıyor. Ali Sami Yen’de kendisini öyle karşılamadıklarını belirtirken Galatasaray taraftarıyla ilgili “Onlarla aşırı sevgiden trip atıyoruz karşılıklı” diyor.

 

Ayşe Arman’a elimdesin dedim

Arda, geçtiğimiz haftalarda Hürriyet Gazetesi’nden Ayşe Arman’a verdiği röportajın ayrıntılarını da esprili bir dille anlatıyor: “Ayşe Arman’ın çok iyi bir sorusu var. Çok kötü elime düştün dedim. Ayşe sorularının arasında hafta sonları ne yapıyorsun diye sordu. Dedim ki bizim halı saha takımı var Barselona’da maç yapıyoruz. Futbolcuya hafta sonu ne yapıyorsun diye sorulur mu? Yakaladım onu, elimdesin artık dedim.”

 

Hakan Şükür ağabeyim

Arda, Hakan Şükür’ün Gatafe maçında attığı rövaşata golü için arayıp tebrik ettiğini söylüyor. Hakan Şükür ile hâlâ görüştüğünü belirterek “Hakan abi benim abim. Beni hiç ilgilendirmez başka sıkıntıları... Hep konuşuyoruz, ölene kadar arasa ölene kadar telefonum açık. Hakan Şükür’ün elinde büyüdüm ben. Hayaldi benim için. Maçtan sonra tebrik için Facetime’dan aradı. Kısmete açtım Amerika numarasını” diyor.

 

Barcelona hikayesi

Eskiden de Barcelona’yı tuttuğunu söyleyen Arda, menajeri Ahmet Bulut’tan kulübe transfer olduğunu öğreniş hikayesini şöyle anlatıyor: “Ahmet abi beni aradı dedi ki ‘Dünyanın en büyük kulüplerinden birine gidiyoruz. Sana da söylemiyorum, bunu bil yeter.’ Annemlerle Bayrampaşa’da mutfakta oturuyoruz. Babama dedim, Ahmet abi böyle böyle diyor. Annem bir anda ağlamaya başladı. ‘Atlético Madrid’i ben çok seviyordum, ayrılacağını hissettim’ dedi. Sonra bir daha aradı. Ben Yüz Evler’de iftardayım. Geliyorum diye aradı, konu bu kadar ama. Çünkü çok konuşuyormuşum 10 tane arkadaşım var ne yapacağım yani! Elindeki dosya düştü, Barcelona armasını gördüm. Dedim yok artık. ‘Barcelona’yla anlaştım, önce bunu teklif ettiler’ dedi. Ahmet abi çok iyi kontratmış dedim. Dedi ‘Yok ben bunu kabul etmedim daha iyisini aldım.’ Dedim yani Barcelona sana kontrat teklif ediyor, sen kabul etmiyorsun. Gerçekten büyük menajermişsin.”