Amerikalıların Fukuşima'sı
ABD'de, Obama yönetiminin enerji programı çerçevesinde nükleer santrallara yer vereceğini açıklaması, Japonya'daki felaketle birlikte, 1979'da yaşananları anımsayan Amerikalılar arasında bir tartışma başlattı. Greenpeace’e göre "Radyasyonun güvenli bir dozu yok" ve nükleer kirlilik görünmüyor diye bu "temiz" olduğu anlamına gelmiyor.
cumhuriyet.com.tr28 Mart 1979, gece 4 suları. Pensilvanya eyaletinin Harrisburg kenti yakınlarındaki yeni nükleer santralda reaktöre soğutucu su taşıyan pompalardan biri bozulur. Teknisyenler durumu hemen anlamaz. Radyoaktif uranyum erimeye ve gaz salmaya başlar. Büyük bir felaketi engellemek için çaba harcanan o hafta ABD halkı için kâbus olur.
O sırada sinemalarda Jane Fonda’nın başrolde olduğu “Çin Sendromu” isimli film oynamaktadır. Film ABD’de bir nükleer santralda yaşanan sızıntının nasıl küresel bir felakate yol açtığını anlatır. Amerikalılar o sıra hem beyazperdede hem de televizyonlarda biri gerçek, diğeri hayal ürünü iki felaket senaryosunu izler.
100 bini aşkın kişi bölgeyi terk etti
Dönemin Pensilvanya valisi çevre okullarını kapatır, on binlerce kişiye dışarı çıkmamaları tavsiye edilir ve hamile kadınlarla küçük çocukların bölgeyi terk etmesi istenir. Kriz sırasında 100 binden fazla kişi bölgeyi terk eder. Sonunda Three Mile Island isimli nükleer santraldaki kaza büyük bir felakete neden olmadan kontrol altına alınır.
Ancak bu kaza ABD’nin nükleer endüstrisi için dönüm noktası olur. Geçen 32 yıl içinde ülkede inşaatı sürenler dışında yeni santral inşaatına başlanmaz ve kazanın ülke belleğinde yarattığı korku uykuya dalar. Kaza nedeniyle bölgeyi terk edenlerin kimisi geri döner. Bugün çevre sakinleri nükleer santralın bacalarının gölgesinde, potasyum iyodür hapları, olası bir felaketten korunmak için “afet odası” ve kenti boşaltma haritaları eşliğinde yaşıyor.
Obama’nın siyasi yükselişi ve enerji şirketleri
Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami sonucu Fukuşima nükleer santralının zarar görmesi ve fekalet eşiğine gelinmesi kendini uzun yıllardan sonra nükleer enerji fikrine yeniden alıştırmaya başlayan ABD için alarm oldu.
ABD Başkanı Barack Obama’nın Japonya’daki doğal felaketin ardından bile nükleer enerjiyi savunması ülke içindeki tartışmaları alevlendirdi. 2035 yılına kadar ülkenin elektrik ihtiyacının yüzde 80’ini temiz enerji kaynaklarından sağlama hedefi koyan Obama, enerji programı içinde nükleer santrallara yer vereceğini açıkladı. Bu Obama’nın nükleer santralların güvenli olmadığını savunan Demokrat tabanı ile ayrışmasına neden oldu. Kimileri Obama’nın siyasi yüklenişinin ardında büyük enerji şirketleri olduğu suçlamasını getirdi. ABD’nin en büyük nükleer santral işletme şirketi Exelon ile Obama’nın yakın danışmanları arasında bazı bağlar ve Exelon’un çalışanlarının Obama’ya kongre ve başkanlık seçimlerinde yüz binlerce dolar bağış yapması bu suçlamaları güçlendirdi. Beyaz Saray her ne kadar Obama’nın enerji politikasının bu tür bağlarla ilgisi olmadığını söylese de Obama 2012 yılı bütçesi içinde yeni santrallar inşa edilmesi için 36 milyar dolarlık kredi garantileri sağlanmasının önünü açtı. Nükleer enerji şirketleri Obama yönetimi ve Kongre’den yeni santralların inşaat masrafları için kredi garantileri talep etmişti. Her bir 1000 megavatlık reaktörün bugünkü maliyeti 5 milyar dolar. Küresel iklim değişikliğinin önüne geçilmesinde nükleer enerjinin kullanımını önemli bulan Obama yönetimi ülkedeki tüm santralların güvenli olduğunu savunuyor. Buna karşı çıkanlar az değil. Greenpeace kuruluşu nükleer enerjinin ne güvenli ne de temiz olduğu görüşünde. Greenpeace’e göre “Radyasyonun güvenli bir dozu yok” ve nükleer kirlilik görünmüyor diye bu “temiz” olduğu anlamına gelmiyor.
Nükleer atıkların depolanması da başka bir sorun. Her reaktör yılda 20 ton radyoaktif atık üretiyor ve bunun binlerce yıl izole edilmesi gerekli. ABD henüz bu atıklara kalıcı bir çözüm bulmuş değil. Nükleer atıklar 39 eyalette geçici depolarda saklanıyor.
Tahmin edilmesi zor riskler
Japonya’nın ve dünyanın nükleer bir felaket eşiğine gelmesi ABD’deki nükleer karşıtı hareketi de dürtüklemiş görünüyor. 1960’larda başlayan hareketin bugün yeniden ateşleneceği umudu var.
ABD’de çoğunluğu orta ve doğu eyaletlerinde olmak üzere 104 nükleer santral bulunuyor. ABD Nükleer Düzenleme Komisyonu ülkedeki santralların kaza riski değerlendirmelerinde karmaşık matematiksel bir yöntemle hazırlanan teorik olasılıklar üzerinde duruyor. Ne yazık ki felaketler kâğıt üstündeki matematik denklemlerine uymuyor. Nükleer uzmanları tufan, tsunami, deprem, terörist saldırısı, siber saldırılar ya da insan hataları gibi pek çok değişkenin dikkate alınması gerektiğinden söz ediyor.
Nükleer mühendisleri en ciddi tehdit olarak elektrik kesintisini görüyor. Fukuşima nükleer santralında deprem yüzünden eletrikler kesildiği için reaktörü soğutacak sistem çalışmamış, bu da patlamalara ve radyasyon yayılmasına neden olmuştu. ABD’deki nükleer tesisler jeneratörlerin yanı sıra yedek bataryalar da bulundurmak zorunda çünkü elektrik kesintisinin ardından jeneratörler de çalışmazsa bataryaların en az 4 saat çalışarak reaktörü soğutmaya devam edebilmesi gerekiyor. Oysa felaketin büyüklüğü nedeniyle Fukuşima santralındaki 8 saat dayanabilen bataryalar da kazanın kontrol altına alınmasına yetmedi. Uzmanlara göre nükleer santrallarla ilgili asıl zorluk doğal afetin büyüklüğünü tahmin edebilmek. Yetkililer 11 Eylül saldırılarının ardından terör ya da askeri saldırılara karşı nükleer tesislerde alınan önlemlerle Amerikan santrallarının Japonya’dakilerden daha iyi korunduğunu ileri sürüyor.
Denetim çağrısı
ABD’deki nükleer santrallar soğutmayı sürdürebilmek için tesislerinde dizel yakıtlar ve pompalar bulundurmak zorunda. Fukuşima olayından sonra ABD’deki tüm tesislerden gerekli ekipmanlarının olup olmadığını kontrol etmeleri istendi. Japonya’nın ve dünyanın nükleer bir felaket eşiğine gelmesi ABD’deki nükleer karşıtı hareketi de dürtüklemiş görünüyor. 1960’lı yıllarda başlayan hareketin bugün yeniden ateşleneceği umudu var. Bu son derece pahalı enerjiye karşı çıkan eylemciler Obama yönetiminin yeni nükleer santrallar kurmasını engellemek ve Amerikalıları da var olan tesislerin tehlike arz ettiğine ikna etmeye uğraşıyor. Bir tarafta devlet desteğiyle yeniden ayağa kalkmaya çalışan nükleer endüstrisi, diğer tarafta nükleer felaketlerden yaralarını saramamış bir dünya çatışıp duruyor.