Ambargolarla boğulan ülke: Venezüella

Yıllardır ABD’nin açık hedefi durumunda olan Venezüella son günlerde öncekilerle kıyaslanamayacak çok daha derin bir dış kaynaklı krizle karşı karşıya. ABD’nin tüm çabalarına rağmen deviremediği önce Hugo Chavez’in sonra da Nicolas Maduro’nun temsil ettiği Bolivarcı solcu yönetim bu kez ekonomik kriz yaratılarak düşürülmek isteniyor. Yaratılan Venezüella fotoğrafı korkunç. Ama bir o kadar da kafa

MUSTAFA K. ERDEMOL

Sadece Venezüella yönetimine yeminli düşman sağcılar değil kimi “solcular” da olan bitenden Maduro’yu sorumlu tutmaya başladılar. Giderek Venezüella’daki çöküşten Bolivarcı solun-sosyalizmin başarısızlığı sonucunu çıkardılar. Soruna böyle yaklaşanların gözden kaçırdığı çok şey var.

Görülmesi gerekenler
Şu bir gerçek; ABD-Batı kaynaklı haber ağlarının etkisi altında kalınıyor kolayca. Maduro’nun “diktatör” olduğu kabulüyle beraber ülkedeki “kıtlık” ya da “açlık” da bu “dikta rejimi”nin sonucuymuş gibi gösteriliyor. Oysa ne halkının hâlâ büyük desteğine sahip Maduro bir diktatör ne de ülkedeki yoksulluk/yoksunluk Maduro yönetiminin suçu. Çünkü ülke yıllardır ABD’nin uyguladığı, Kanada, İsviçre ve Panama ile AB’nin de katıldığı acımasız yaptırımlarla çökertilmeye çalışılıyor. Önce bu görülmeli, sonra Maduro, yanlışları, eksiklikleri yüzünden elbette eleştirilmeli.

ABD’nin yaptırımları, ki uluslararası hukuka göre yasadışıdırlar, Venezüella’da “rejim değişikliği”ni gerçekleştirme stratejisinin bir parçası. Amaç, seçilmiş yönetimi devirmek, Venezüella’nın büyük petrol rezervleri ile diğer doğal kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek. Bu bilinmedik değil. Sosyal adalete ve bölgesel birliğe bağlı bağımsız bir Venezüella yönetimi ABD çıkarları için büyük engel. Bu nedenle ABD yönetimleri pervasızca uluslararası hukuka ayırı yaptırımlarla boğmaya çalışıyor ülkeyi.
ABD’nin saldırıları Hugo Chavez’in başkanlığının ilk yıllarından itibaren Venezüella’yı istikrarsızlaştırarak bir “rejim değişikliği”ne yol açma üzerine kurulu. Bu, George W. Bush’un 2002’de Chavez’e karşı başarısız darbe girişimine de yol açtı. Darbe halkın da desteğiyle atlatıldı ama milyarlarca dolarlık gelir kaybına yol açtı, hükümetin sosyal projeleri üzerinde yıkıcı bir etki de yarattı.
Edward Snowden’ın ifşa ettiği gizli ABD hükümet belgeleri ve WikiLeaks sızıntılarında, ABD’nin Venezüella’da meşru yönetimi devirmek için gizlice finansal, politik, medya ve diplomatik faaliyetler içinde olduğu kanıtlanmıştı. Bunları hatırlamamak bugünü anlamayı zorlaştırır.

Yasadışı yaptırımlar konusunda ABD’nin nasıl çıldırdığına bakalım; Başkan Donald Trump’ın Venezüella’nın ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğunu belirten 2015 yürütme kararını yenilemesinin ardından, Şubat 2017, Mayıs 2017, Temmuz 2017, Ağustos 2017, Kasım 2017 ve Mart 2018’de Venezüella’ya karşı bir dizi yaptırım daha uygulandı. Bugüne kadar hiçbir ülke böylesine bir abluka altına alınmadı. Yaptırımlar 2018’de Venezüella’ya tam tamına 20 milyar dolar kaybettirdi. Bu birçok yatırımın gerçekleştirilememesi demek. Maduro’ya istenildiği kadar kızılsın ama bu da mutlaka görülsün.

Yoksulluk neden var?
Amaç Venezüella ekonomisini tahrip ederek kitlesel göçlere ve iç savaşa yol açmak. ABD’nin çok istediği “insani müdahale” için uygun ortam oluşacak böylece. Bir başka gelişme daha var. Venezüella’nın komşusu Kolombiya’nın NATO’ya katılma kararı da ABD’nin bölgeye askeri erişimini artıracak. Bu “bölgesel barış ve istikrar için ciddi bir tehdit” olarak nitelendirdiği Venezüella içn ABD kaynaklı tehdidin artması demek.

Yaptırımların sonucu olarak Venezüella hükümetinin eli kolu bağlı durumda. Nasıl mı? En basitinden şöyle; gıda başta olmak üzere temel ürünlerin dışalımı uluslararası ticaret kuralları kullanılarak engelleniyor. Bilmeyenlere anımsatayım, Venezüella’nın dışalıma yönelik tüm finansal işlemleri yıllardır bloke edilmiş durumda. Yurtdışındaki finansal varlıkları donduruldu örneğin. Ülkenin uluslararası bankalarda bulunan 2. 5 milyar doları bloke edildi. Yabancı tekelleri devletleştirmesine ragmen Venezüella’da temel malların üretim ve dağıtımı hâlâ kapitalist azınlığın elinde. Piyasada yönetime karşı kullanılmak üzere özellikle yaratılan yoksulluk/yoksunluk bunların eseri.

Göç yalanı
Yaratılan ortamdan kaçarak komşu ülkelere sığınan(!) “milyonlarca” Venezüellalıdan söz edilmesi de büyük bir yalanın parçası. Ülkeden ayrılan bir kesim elbette var. Bu tür göçlere ilişkin eski İspanya Başbakanı Jose Luis Zapatero’nun değerlendirmesini anımsatalım önce. Zapatero, “Ben göçlerin ABD ve batı tarafından desteklenen ekonomik yaptırımlarla ilgisi olduğuna inanıyorum” demişti. Bunu aklımızda tutarak devam edelim. 2013- 2017 yılları arasında 1.5 ila 2.3 milyon arası insanın Venezüella’dan ayrıldığı ileri sürüldü. Birleşmiş Milletler Mülteciler Dairesi bu rakamları açıklarken, ayrılanların uyruğunu göz önünde bulundurmadı. Dolayısıyla bu rakamlar gerçek değer olarak kabul edilemez. Oysa (Venezüella’ya düşmanlıkta ABD ile yarışan) Kolombiya’nın Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından Temmuz 2017’de yayınlanan bir raporda, 2016 sonunda, Venezüella’dan “ayrılanların” yüzde 67’sinin üç Kolombiya sınır kentine gittikleri vurgulandı. Aynı kurumun raporuna göre gidenlerin yüzde 92’si yeniden döneceklerini açıklamıştı.

Ama gider gitmez dönenler de var. 3 binden fazla göçmen Venezüella hükümetinin hazırladığı Patria (Vatan) Projesi ile geri döndüler. Peki son beş yılda 5 buçuk milyondan fazla Kolombiyalının Venezüella’ya kaçtığından haberi olan var mı?

Venezüella sosyalist mi?

Hangi sosyalizm? ABD medyasının Venezüella’yı “Küba’daki Castro yönetimi ile birlikte komünist tarzı bir diktatörlüğün ellerine düşen petrol zengini bir ülke” olarak göstermesine inananlardansanız o başka. Oysa Venezüella kapitalist bir ülke. Chavez’le denenen ise kapitalist bir ülkede halk yararına, halkın olabildiği kadar eşitlikçi temsiline dayanan sol bir iktidar. Kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldıracak gücü (niyeti de) olmayan bir denemedir yapılan. Bu ülkedeki “sosyalizm” 20. yüzyıldaki Rusya ya da Küba’daki sosyalizm modelini takip etmedi hiç bir zaman. Bizim anladığımız sosyalizm “aşağıdan yukarıya sosyalizm”dir ve Marx ile Engels’in sosyalizmi budur. Venezüella’da olan bu değildir.

Katılımcı demokrasi ve insan hakları konusundaki ilerici diline rağmen, 1999 Chavista anayasasının 15. maddesinde özel mülkiyete önemli bir koruma sağlanmıştır, unutmayalım. Kritik petrol sektöründe devlete ait bir şirket hâkimdir, ancak gıda ithalatı ve işleme işlemleri, ilaç ve otomobil parçaları gibi diğer önemli endüstriler hâlâ özel sektör tarafından kontrol edilmektedir. Sol bir hükümet olarak Chavez hükümeti, 2000’li yılların başlarında petrol gelirlerini kullanarak, milyonlarca fakir Venezüellalıya başta sağlık alanında olmak üzere bir çok hizmet götürdü. Chavez’in ve elbette Maduro’nun en değerli yanı ABD’ye ve liberal ekonomik doktrinlerine karşı -açıkça kapitalizme- muhaliflikleridir. Bu yüzden bile ABD barbarlığı karşısında Maduro desteğimizi hak ediyor.

 

Sağlıktaki korkunç engellemeler

Venezüella’da yaptırımlar yoluyla yönetimi devirmek Amerikan stratejisinin bir parçası. Bu yaptırımların halka yansıması özellikle temel sağlık maddelerinde, ilaçlarda görülüyor. İlaçların ülkeye sokulmadığını kaç kişi biliyor? Maduro yönetiminin Chavez’in sağlık politikalarına sadık kaldığı, inanılmaz çaba gösterdiği ne kadar biliniyor? Şu engellemeler Maduro’yu suçlayanları düşündürtür mü acaba biraz olsun? Temmuz 2017’de, ABD bankası Citibank, 450.000 kayıtlı hastanın ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Venezüella’nın 300.000 insülin dozu ithalatı için yapacağı ödemeyi kabul etmedi. Maduro hükümetinin aşı almak için UBS İsviçre bankasına fon yatırması engellendi, ülkenin başarılı giden aşılama programları sabote edildi. Kasım 2017’de, uluslararası ilaç şirketleri Baster, Abbot ve Pfizer, kanser ilaçları için ihracat sertifikaları vermeyi reddetti ve Venezüella’nın bunları satın alması imkansız hale getirildi. 2018’de, Venezüella hükümetinin 15.000 hastanın ücretsiz tedavi edilmesine yönelik diyaliz tedariki için uluslararası bir hesap üzerinden 9 milyon dolarlık ödemesi, ABD yaptırımı nedeniyle engellendi. Ve tedavi hizmeti yapılamadı. Yaptırımlar gerçeğini görmeden Maduro ve yönetimini suçlamak vicdansızlık olur.