Altın İskender'e doğru
55. Selanik Festivali'nin büyük ödülleri yarın akşam açıklanacak.
Aslı Selçuk/CumhuriyetFestival programcısı Rashi Salti değişik ülkelerden, farklı kültürlerden gelmelerine karşın filmin evrensel bir sanat formu olduğunu irdeledi. Yarışmadaki ilk ve ikinci filmlerin teknik yapılarının çok iyi olduklarına dikkat çeken Spielmann, mükemmel bir filmin aslında mükemmel olmadığını, mükemmeliyetçiliği ilginç bulmadığını da açıkladı.
Polonya New Horizons Film Festivali’nin sanat yönetmeni Joanna Lapinska film festivallerinin eğitici, öğretici yanlarını vurguladı. Sırbistan Film Merkezi yönetmeni Miroljub Vuckovic festivallerin alternatif dağıtım olanakları sağladıklarını, izleyiciyi beslediklerini, bilgilendirdiklerini açıkladı. Jüri genel olarak ilk ve ikinci filmlerin enerji dolu, coşkulu, derin bir hümanizm içerdiklerini de belirtti.
Altın ve Gümüş İskender için yarışan filmler çiftlerin bunalımını, yaşamın amacını, varoluş sorununu, aile ilişkilerini, şiddeti, yozlaşmayı, ekonomik krizi, kökenleri arayışı, engellilerin dünyasını, bağışlamayı, sınıf çatışmalarını, yaşamda kalma savaşımlarını irdeliyorlar.
Etkinliğin en önemli konuklarından, Avrupa sinemasının ikonik figürü, şarkıcıoyuncu Hanna Schygulla’ya Altın İskender onur ödülü verildi. Sanatçı törende bir konser verdi. Schygulla’nın yönettiği Fresque biographique, Moi et mon double, At the End, Sell My Dreams adlı kısa metrajları, yaşamını anlatan belgesel Whatever the Dream (Anne Imbert) gösterimde. “Her dilin kendine özgü bir müziği, sesi vardır. Bu müzikal ses sizinle sözcüklerden farklı bir yolla konuşur. Ben çocukken televizyonumuz yoktu, radyo dinlerdik. Dünyanın her köşesinden gelen sesler doğrudan doğruya oturma odamızı kaplardı. Bu sesler beni bambaşka dünyalara taşırdı, şarkıcı olduğumu düşlerdim. Bedeninize bağlı çalabileceğiniz bir enstrümanınızın olması çok güzel” diyen Schygulla, güzelliğin dünyaya, yaşama bakış açısında saklı olduğunu, en güzel konuşmalarınsa kişisel deneyimlerden kaynaklandığını belirtti.
Borges’in “Ben ortak belleğim” sözlerini yineleyen sanatçı yaşamın sürekli değiştiğini, sürekli toz pembe gitmediğini, hep bir mucizeyle karşılaşmayı beklediğini, rastlantılara inandığını belirtti. Beden, bilinçaltı, tinsellik ilişkilerine değinen oyuncu At the End’de ölümle yaşamı iç içe vurguladığını, ölüm olmadan yaşamın da olamayacağını anlattı.
Rainer-Werner Fassbinder’in çok özel bir yetenek olduğunu açıkladıktan sonra gençliğinde ufukların çok geniş olduğunu, dünyayı değiştirmek istediklerini ekledi. Ülkesi Almanya’nın kalıntılardan doğduğunu, fiziksel ve etik geçmişlerinden utandıklarını, ağır bir suçluluk duygusu taşıdıklarını belirten Schygulla yeni bir başlangıç için yeniden yapılanmanın, değerlerin ve görüşlerin önemine değindi. “Varsıl ülkelerin gelir kaynakları ne yazık ki uyuşturucu, silah ticareti, otomotiv ve yüksek teknolojiden kaynaklanıyor. Almanya’da ne yazık ki faşizm yeniden hortladı, tüm Avrupa’da durum böyle” diyen Schygulla, geçmişlerinde bir Nazi felaketi barındırdıkları için doğum oranının düştüğünü, tarihi depremlerden ötürü normal mekanizmanın bozulduğunu irdeledi.