Alternatif medyanın gündemle imtihanı (28.05.2014)

Ana akım medyanın karnesi özellikle Türkiye'de oldukça zayıf. Ana akım medya, sorumluluğunu yerine getirmeyince, alternatif medya kanalları da işlerliğini artırmaya başladı. Türkiye için son yılların en önemli alanı sosyal medya. Gezi direnişi, 17 Aralık operasyonu ya da Soma faciasında sosyal medya kadar başarı gösteremedi ana akım medya. Peki alternatif kanalların gündemle imtihanı nasıl?

Zuhal Aytolun/Cumhuriyet

Gezi Direnişi'yle başlayan dönemde insanlar çok net bir şekilde gördü: Ana akım medya, sorumluluğu olan kamuoyunu bilgilendirme görevini yerine getirmiyor! Bir iki gazete, bir iki televizyon kanalı dışında hiçbir iletişim aracında yansıtılmayan gerçekler, ancak internet sayesinde aktarılabildi. Zaten büyük bir toplumsal muhalefet söz konusuydu. “Üç beş ağaçlık” bir konu değildi bu. Bir tepkiydi; halkın tepkisiydi. Keza televizyonlarda sanki hiçbir şey yokmuş gibi sürüyordu hayat. Ne Gezi Parkı direnişi ne de polis şiddeti ekranlardaydı. 17 Aralık operasyonu ve tapelerle birlikte medyanın içinde bulunduğu durum iyice ayyuka çıktı. Bu süreçte tek bilgi kaynağı internet, yani sosyal medya olarak karşımıza çıktı ama bu mecra da özgürlüğü nedeniyle rahatsız etmeye başlamıştı. Yasaklar ve sınırlamalar geldi. 13 Mayıs'ta Soma'da meydana gelen faciada yine benzer bir durumdaydı medya. 301 kişinin yaşamını yitirdiği bu faciada, hiçbir yayın organı güven vermedi.

Ancak sosyal medyayla birlikte bir kavram daha girmişti hayatımıza: Yurttaş gazeteciliği. Artık medya kanalları yoluyla örgütleniliyor, mobilize olunuyor, haber kanallarında yer almayan olaylar sosyal medya aracılığıyla iletiliyor. Artık herkes bir haber üreticisi! Aslında çok eski yıllara dayanıyor yurttaş gazeteciliği kavramı ancak Türkiye'deki etkinliği günümüz koşullarında yeni yeni anlaşılıyor.

Özellikle Gezi Parkı Direnişi sırasında, bu alternatif medya kanallarını oldukça yakından takip ettik. Ardından da gücü kat be kat arttı. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, ana akım medyanın enformasyon boşluğunu, sosyal medya ve onu tam kapasite kullanabilen 'dijital yerliler' olarak adlandırılan Y kuşağının doldurduğunu söylüyor. Gençlerin bu alandaki etkinliği gözardı edilemeyecek kadar büyük ve önemli.

Haber alma özgürlüğünün kendine yer bulabildiği alan sosyal medya artık. Kimi zaman bilgi kirliliği yaratılsa da doğru bilgiye de buradan ulaşılabiliyor. Bir dizi eleştiri getirilse de, olumlu yönde katkıları ve etkileri büyük. İnceoğlu, Soma faciasında da medya etiğinin askıya alındığını söylüyor. Objektif habercilikten uzak olmanın yanı sıra gazetecilerin haber yapmalarının engellendiğini hatırlatıyor.
İnceoğlu, Gezi Parkı direnişinde de Soma faciasında da bilgi akışının sosyal medya sayesinde gerçekleştiğini, halkın mobilizasyonunun da sosyal medya ile mümkün olduğunu söylüyor: “Büyük bir dayanışma sergilendi, uyarılar yapıldı, yardım sağlandı. Ancak yurttaş gazeteciliği Soma faciasında, Gezi Parkı direnişindeki gibi yaşama geçirilemedi. Soma'da halkın facianın şokuyla çaresiz kalması ve organize olma yetisini kaybetmesi devletin oradaki baskı, korku ve tehdit oluşturma şansını artırdı. Böylelikle halkın yurttaş gazeteciliği yapma yolları tıkandı.”

İletişim özgürlüğünden bahsedebilmek için...
    
Aslında şeffaflık, demokrasilerin vazgeçilmez ilkesi. “Bunu sağlamanın temel şartları arasında bulunan bilgi edinme hakkı, bilgi edinme özgürlüğü ve bilgi verme yükümlülüğü üçlemesinin, kamunun bilme hakkına saygı duymayan, vatandaşı 'kul' gibi gören ve demokratikleşme sürecini henüz tamamlayamamış ülkelerde işlerlik kazanması oldukça güç” diyor İnceoğlu ve hemen ekliyor: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yaklaşımıyla, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, demokratik toplumun vazgeçilmez unsurları olan çoğulculuk, açık fikirlilik ve hoşgörünün gereği olduğu kadar, aynı zamanda gerek toplumun ilerlemesi, gerek ferdin gelişmesi için vazgeçilmez bir şarttır.”

Katı bir siyaset anlayışı söz konusu Türkiye'de. Eleştiri, muhalif bir görüş ve farklı sesler istemeyen... İktidarın, ifade özgürlüğü ve kamunun bilgi edinme hakkına dair algısına da bakmak gerek elbette. İnceoğlu, başta Başbakan olmak üzere AKP hükümetinin özellikle kriz ve çatışma dönemlerinde medyaya 'ayar' dozajını sistematik biçimde artırdığına dikkat çekiyor: “İktidar kendi icraatlarını onaylamayan, muhalif ve eleştirel yayın yapan medyayı 'vatan haini', 'darbeci', 'çapulcu', 'paralel' olarak nitelendirirken, gönüllü veya gönülsüz bir biçimde oto-sansüre başvuran ana akım medya, kamunun bilme hakkı olan 'gerçekleri' kurban etmiş oluyor. Gezi Parkı direnişinin ana akım medyada verilmemesi bir yandan kamunun bilme hakkını ihlal ederken, diğer yandan bilgi akışı yokluğu nedeniyle kaçınılmaz olarak bilgi kirliliğine de neden olmuştu. Sonra yaşanan 17 Aralık operasyonu, tapeler ve son olarak da Soma faciası sürecinde medya başarısız bir performans sergiledi. Bu süreçlerde medya üst düzey yetkilileri fırçalandı, internet yasası Meclis'ten geçti, Cumhurbaşkanı imzaladı, medya baskı altına alınmış, farklı sesler kısılmış, TİB Twitter'ı tümden kapattı, youtube yasaklandı, RTÜK kanallara kapatma cezaları verdi, ulusal yayın frekansını iptal etti. Özetle medya, son günlerde en büyük sorumluluğunun kamunun bilme hakkına karşı olduğunu askıya alarak, kamunun vicdanı ve sesi olmaktan ziyade gönüllü veya gönülsüz bir biçimde uyguladığı dezenformasyon, mizenformasyon, manipülasyon ve oto-sansürün dozunu arttırdı.”

İletişim özgürlüğünden bahsetmek için hak ve sorumlulukların bir arada var olması gerekir. Ekliyor İnceoğlu: “Ancak bazı gazetelerin -yandaş veya havuz medyasına ait olan- kara propaganda ve hatta linç kampanyasına varan yayınlar yaptığını, kişilerin açık hedef olarak gösterildiği de biliniyor. Bırakın medya etiğine uygunluğu, temel gazetecilik kurallarından biri olan nesnellik veya eşit uzaklıkta durma ilkesinin bile ihlal edildiği, hakkında haber yapılan kişilerin görüşlerinin bile sorulmadığı birçok haberle karşılaştık. Bu tutum, yalnız insanları sessizleştirmek ve yalnızlığa sevk etmekle kalmadı aynı zamanda toplumsal barış ve adaleti de zedeledi. Arka plan sorgulanmadan analitik ve eleştirel habercilikten uzak yayın yapmak demokrasilerde kabul edilmez. Medyanın, çatışma dönemlerinde çözüm odaklı barış gazeteciliğini devreye sokarak, halkı doğru ve sağlıklı bilgilendirme, nefret dilini üretmeme, şiddet çığırtkanlığı yapmama gibi hususlara özen göstermesi gerekir.”

Türkiye'de ana akım medyanın güvenirliğini yitirdiği bir gerçek. Ancak yine de İnceoğlu, “bazı alternatif medya kanalları ile sivil toplum örgütleri, Türkiye'de başka bir medyanın mümkün olduğunu ve hatta olmasının gerektiğini bize bir kez daha hatırlatmış oldular” diyor.