Alp Ersönmez, ‘Plağın heyecanını özlüyorum’
Alp Ersönmez’in uzun bir bekleyişin ardından çıkan yeni albümü ‘Cereyanlı’, müzikseverlere ‘dans kokulu bir caz’ sunuyor...
Orhun AtmışAlp Ersönmez’in yıllardır beklenen albümü “Cereyanlı”nın dört parçadan oluşan ilk kısaçaları (EP) veya ilk bölümü olan “Cereyanlı-A” Space Goats etiketiyle yayımlandı. Ersönmez, bu albümünde “dans kokulu caz” adını verdiği bir müziğin peşinde olduğunu belirtiyor. Albümü dinlediğinizde siz de Ersönmez’in bu amaca ulaştığına tanık olabilirsiniz.
Alp Ersönmez’in dünya çapında bilinen ve birbirinden değerli müzisyenler ile birlikte 2013 yılında kayıtlarını tamamladığı projesi “Cereyanlı”nın her bir parçasında Alp Ersönmez’in müziğine eşlik eden önemli isimler ile karşılaşıyoruz. İsveç’ten rapçi Papa Dee, Brezilya’dan etkileyici sesiyle Thalma de Freitas, Fransa’dan duayen trompetçi Erik Truffaz, Norveç’ten eşsiz caz piyanistliği ile Bugge Wesseltoft, ülkemizin önemli değerlerinden Arto Tunçboyacıyan, Bulut Gülen, Can Çankaya, Can Şengün, Çağrı Sertel, Doruk Gönentür, Ediz Hafızoğlu, Engin Recepoğulları, İmer Demirer, Serhan Erkol bir araya gelerek “Cereyanlı”nın müzik dünyasını yaratmışlar.
Prodüktör, besteci ve bas gitarist kimliğiyle tanıdığımız; yerli sahnede Tarkan, İlhan Erşahin’s İstanbul Sessions, Yalın, Nil Karaibrahimgil, MadenÖktemErsönmez, Sonic Boom, Anadolu’nun Kayıp Şarkıları konserlerinde de yeteneğine şahit olduğumuz Ersönmez bundan 10 yıl önce de “Yazısız” albümünü yayımlamıştı. Ersönmez ile konuştuk...
Öncelikle bu albümün neden bu kadar geciktiğini sorarak başlamak isterim... Diğer kişi ve topluluklarla çalışmak ne kadar etkili oldu bu gecikmede?
Cereyanlı’nın kayıtlarına 2013 Şubat’ında başladık. Kayıtların bitmesi ve toparlanmasının hemen ardından Gezi olayları başladı. Gezi’den sonra da ülkede devam eden gerginlikler, sonu gelmeyen olaylar, o dönemin albüm çıkarmak için doğru bir zaman olmadığını düşündürdü bana. Daha sonra yoğunlaşan konser programları, İstanbul Sessions, Dilek Türkan, MadenÖktemErsönmez gibi çok fazla zamanımı ayırmam gereken projelerle birlikte albümün çıkışı bu zamana kadar kaldı.
Bu bağlamda mükemmeliyetçi bir sanatçı mısınız?
Mükemmeliyetçi olduğum söylenebilir ama Cereyanlı’nın çıkışının gecikmesinde bunun pek bir payı yok (gülüyor).
Solo kariyer ve başka isimlerle birlikte yaptığınız çalışmalar arasında bir önceliğiniz var mı, yani solo kariyer ikinci planda mı sizin için?
Bir sanatçı için en önemli konu, sanatçı kişiliğini ve rengini yer aldığı her üretimde duyurabilmektir bence. Bununla beraber sanatçının asıl hedefi her zaman beste yapmak olmalıdır. Bestelerimi sunabildiğim işlerim, gruplarım ve projelerim, kendi sesimi ve rengimi daha çok duyurabildiğim ortamlar sağladığı için biraz daha özel oluyor benim için. Ama daha önemliler anlamına gelmiyor bu. Pop müzik sanatçılarıyla çalışırken veya pop müzik albümlerinde çalarken de bu rengi elimden geldiğince yansıtmaya çalışıyorum. Yer aldığım her işte yapabileceğimin en iyisini başarmaya çalışıyorum.
‘RUH KATTILAR’
Albümde birçok önemli isimle bir arada görüyoruz sizi. Neler kattılar sizce bu albüme?
Albümün ruhunu (gülüyor). Çekirdek kadro zaten beraber uzun zamandır çalıştığım arkadaşlarım. Ama albüme dahil olan diğer isimler, zaten ara ara beraber konserler ve kayıtlar yaptığım, her zaman bağlantım ve bağım olan sanatçılar. Yurt dışında yaşayan sanatçı dostlarımı yakaladıkça stüdyoya soktum :) Ama Bugge, Erik gibi stüdyoya gelme imkanı olmayanlar, kendi stüdyolarından çalarak kayıtlarını yolladılar.
“Cereyanlı” ismi nereden çıktı? Ayrıca albüm fotoğrafları da çok etkileyici, fikir nasıl bulundu?
“Cereyanlı” enerjiyi vurgulayan bir isim ve kapaktaki fotoğraf da, kaynak makinesinden çıkan kıvınlcımlar ile bu enerjiye atıfta bulunuyor. “Dans kokulu caz” diye bir mottosu var Cereyanlı’nın. Koku ve ses, çok soyut kavramlar ve insandaki çağrışımları konusunda da çok benzerlik gösteriyorlar bence. İçeriğinden ve derinliğinden ödün vermeden, eğlenceli ve enerjik bir müzik yakalamaya çalıştım. Şarkı fikirlerime bir analog synthesizer’ı kurcalayarak bazı altyapılar yazdım; daha sonra canlı çalımlarla albüm tamamlandı. Kapak ve fotoğraflar, kayıtları yaptığımız 2013’ten beri hayalimdi. Heykeltraş arkadaşım İbrahim Koç, kapaktaki demir kaplanmış bas gitarı o zaman benim için yapmıştı. Ama hem albümün çıkamaması hem de istediğim kapak ortamını bulamam, çekimleri bugüne kadar erteletti. Matart bize atölyesini açtı ve fotoğraf sanatçısı Cem Gültepe, kafamdakinden daha güzel bir kapak çekti.
Albüm ilk dinleyişten itibaren insanı oturduğu yerde dahi harekete geçiriyor, amacınız da bu muydu?
Tam olarak da buydu (gülüyor).
Space Goats ile yollarınız nasıl kesişti? Albüm neden bu etiketle çıktı?
“Cereyanlı”yı çıkarma aşamasındayken görüştüğüm şirketler beklentime uygun koşullar sunmadılar bana. Sektörden arkadaşlarımla bu konuda dertleşirken, Murat Sezgi kurmayı düşündükleri şirketten bahsetti. Beni ve Volkan Öktem’i de müzik direktörü olarak düşündüklerini söyledi. Biz de “müzisyenin müzisyenden başka dostu yok” diyerek Space Goats oluşumuna dahil olduk:) En geniş anlamıyla müzik prodüksiyonları yapıyoruz ama daha sonra etkinlik alanımız genişleyebilir.
‘SABAHLARI İLK İŞ’
Twitter’da “Cereyanlı’yı, ‘kasetlerin arka yüzünü de aynı heyecanla dinlediğimiz dönemlere’ adıyorum” dediniz, biraz daha açmak ister misiniz?
Beklediğim kasetler çarşıdaki plakçılara gelecek diye dükkanların önünden ayrılmamış, sabah ilk iş kontrole gitmiş biriyim. O kapaklardaki şarkı sözleri ezberlenir, kim ne çalmış, hangi stüdyoda kaydedilmiş öğrenilir, kasete göz gibi bakılır, kasetteki her şarkıya şans tanınırdı. Şimdi “öneri”lerde en üstte ne çıkıyorsa onu dinleme eğilimdeyiz. Üretim ve tüketim o kadar arttı ki, hepimiz bu şekilde müzik dinliyoruz artık. O heyecanı özlüyorum ama yapacak bir şey yok.
Dijitalleşmenin götürdüklerinin, getirilerinden daha fazla olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Hiç böyle düşünmüyorum. Kayıttan sunuma kadar sonsuz avantajları var dijitalleşmenin. Asla ulaşamayacağımız yerlere müziğimiz ulaşabiliyor artık. Nerelere kadar gittiğimizi de takip edebiliyoruz. An itibariyle “Cereyanlı”, Amerika’dan Malezya’ya, Polonya’dan Yeni Zellanda’ya kadar pek çok ülkede dinleniyor. Fiziksel olarak CD’yi veya plağı buralara ulaştırmamız mümkün değildi. Ama sanatçıya da dinleyiciye de düşen bir görev var; neden insan ruhu müziği, sanatı seviyor ve istiyor, buna gereksinim duyuyor, bunu unutmamak.
‘TAKSİM’E GİTMEK İÇİMDEN GELMİYOR’
Siz Beyoğlu’nda birçok mekânda sahneye çıktınız, Taksim’in bugünkü durumunu nasıl yorumlarsınız?
Yorumlayabileceğim bir ortam kalmadı ne yazık ki. Pandemiden bağımsız konuşuyorum; Taksim’in ruhunda çok önemli yeri olan canlı müzik mekânlarının birer birer kapanması bundan çok daha önceye dayanıyor. Ranta ve ucuzcu turiste teslim edilmiş bir Taksim’e gitmek içimden gelmiyor artık.
‘ÖRGÜTLENME ŞART’
Ayrıca bu pandemi döneminde müzisyenlerin yaşadığı zor durumla ilgili çözüm önerileriniz var mı?
Bu iş dernekle falan olmaz, kapsayıcı bir meslek odası veya sendika şart. Yapılan işler için taban fiyatlar belirlenmesi, çalışma saatleri ve koşulları gibi konuların sektörel olarak oturtulabilmesi açısından bu önemli. Mevcut bir sendika var, ben de yıllar önce üye olmuştum ama aranıp sorulmadığım için bir süre sonra üyelikten çıktım. Şimdi pandemiyle tekrar bir hareket oldu galiba ama sonuç yine yok. İnsanlar Mesam’a, Msg’ye yüklendiler ama onların görev tanımında zor durumdaki müzisyenlere yardım etmek yok. İşlevsel bir sendika, meslek odası bunun takibini yapar ve bu öncelikli görevlerinden biri olarak tanımlanırsa, bir daha bu sorunlar yaşandığında daha hafif şiddette atlatılır.
Çocukluğunuzu düşündüğünüzde, müzikle ilgili çok hoşunuza giden bir anı var mı?
Bas gitara başlama hikâyem komik esasında. Lisede davulcuydum. Üniversitenin ilk yılında mahalle arkadaşlarım kurdukları grupla Kuşadası’na çalmaya gidiyorlardı; ama basçıları yoktu. Çalıp çalamayacağımı sordular, daha önce bas gitarı elime almamıştım ama bedava tatil fırsatını kaçırmamak için “Çalarım” dedim. Bir arkadaşımdan bas gitarını ödünç aldım. O zamandan beri basçıyım (gülüyor).