Alışveriş listesi, Pandora’nın kutusu ve Makis

Herşey, hızla yayılan bir virüs ve kısa bir alışveriş listesiyle başladı....

Ayşe Ferliel Barounos / Atina

Aslında Pandora’nın kutusu çoktan açılmış, içinden salgın hastalıkla birlikte, keder, yas, acı ve her türlü kötülük çıkmıştı. “Bu bir pandemi, anladık, ölenler var, anladık, ama sanki dünyada başka trajediler yok, çocuklar ölüyor her gün” diyordu biri. “Peki savaştan kaçan mülteciler ne olacak?” diye soruyordu bazıları. “Bizler, ‘doğa mahvoldu, ekolojik sistem altüst oldu’ derken sizler neredeydiniz?!” diye haykırıyordu başkaları. Pek çok kurum gibi içi boşaltılmış, güvenilirliğini yitirmiş medya ile biraz da narkotik etkisi yapan sosyal medya artık bu tür yorumlarla doluydu. Bu yaşananlar bir kâbus muydu yoksa kâbustan uyanış mıydı? Panik ve çaresizlikle tetiklenen, bilgiye ulaşma çabaları, zaten var olan kutuplaşmanın yarattığı kakafoniyle birlikte, bir an önce dezenfekte edilmesi gereken bir kirliliğe dönüşmüştü! Hatta insanlar, yanlış anlaşılmalar ama en çok da iletişimsizlik yüzünden aileleriyle, arkadaşlarıyla, meslektaşlarıyla tartışmaya başlamışlardı.

İçinde bulunduğu gerçek ötesi durumun şokunu henüz atlatamamıştı, uykusuzdu, yorgundu. Ama bir yandan da günler hızla geçiyordu. Bir şeyler yapmalıydı, bir an önce yeni koşullara uyum sağlamalıydı. Dışarıda hızla yayılan bir virüs vardı. Harfiyen uyduğu (gönüllü) karantina uygulaması, sokağa çıkma yasağına dönüşmeden, bir an önce hava almalıydı, çünkü dört duvar arasına sıkışmış gibi hissediyordu. Çalıştığı uluslararası gazete, yaşadığı ülkenin hâlâ yaralarını saramadığı ekonomik kriz döneminde kapatılmıştı. Emeklilik primlerini de ödeyemediği için, sosyal sigorta kapsamından çıkmıştı. Kendisi gibi işsizler ordusuna katılan, ya da iki yakayı bir araya getirmek için aynı anda farklı işlerde çalışan pek çok insan gibi, geçici ve kısa dönemli kontratlarla yürütülen işlerle yaşamını sürdürmeye çalışıyordu.

KLOR KOKUSU...

Çalışmak için, saatlerce başında oturduğu bilgisayar ekranından artık bunalmıştı. Balkona çıkıp nefes almaya çalıştı ama burnuna yoğun bir klor kokusu geldi. Başını çevirip yan balkona baktığında, komşusunun haldır haldır, elindeki dezenfektan ile yemek masasını sildiğini gördü. Karşı balkonda gördüğü manzara ise tam fotoğraflıktı, içinde 12 rulo tuvalet kâğıdı bulunan paketlerden en az 5 tanesinin, tek kullanımlık lateks eldiven kutuları ve makarna paketleriyle birlikte yan yana dizildiğini fark etti.

Birden, evde deterjan kalmadığını anımsadı, hâlâ dışarı çıkma şansı varken  süpermarketin yolunu tuttu. “Sosyal mesafe”nin korunması amacıyla, sırayla içeri alınan müşterilerin bir kısmıyla, görevlilerin hemen hepsi, maskeli ve eldivenliydi. İçini saran panik duygusu ile deterjan dışında, belki de gereğinden biraz fazla ekmek ve birkaç yemek malzemesi aldı. Kasaya geldiğinde kulaklarına inanamadı. Bankamatik kartı geri çevrilince, aklına, sermaye kontrollerinin yaşandığı günler geldi. Neyse ki yanında biraz nakit vardı, tam hesabı öderken, az ilerisinde bulunan kasadaki mülteci anne ve çocuğuna, “Artık kuponla alışveriş yapamazsınız, sadece para” diyordu görevli. Arkalarından koşup, aldığı yemek malzemelerini ve ekmekleri vermek istedi ama içeri giriş-çıkışlar kontrollü olduğu için yetişemedi. 

Kendilerine başka bir ülkede yeni bir yaşam kurmayı hayal eden o insanlar, belki de bu defa, koronanın tetiklediği başka bir tür savaşın kurbanı olmuştu. İçini kaplayan derin hüzünle, kısa bir yürüme mesafesindeki evinin yolunu tuttu.

Yaşı nedeniyle “korona risk grubunda” yer alan bir adam, kendisine yaklaşıp, “elinizdeki paketlerden bir sıvı akıyor, birileri bu yüzden kayıp düşecek” diyerek hafifçe çıkıştığında, alışveriş çantasındaki deterjanın yerlere dökülerek arkasında kaygan bir sıvı birikintisi ve karşı kaldırıma kadar uzanan upuzun bir iz bıraktığını gördü. Özellikle yaşlı birinin kayıp düşerek, hastaneye gitmek zorunda kalmasının, belki de onun sonunu hazırlayacağını düşünerek dehşete kapıldı. Kendisini uyaran adamın çağırdığı, sonradan adının Makis olduğunu öğrendiği belediye görevlisi, yanında yerleri temizlemeye uygun malzeme olmadığını söyleyince, hemen eve koştu. Su ve saplı yer silme beziyle, etrafa saçılmış deterjanı birlikte temizlemeye çalışırken, bir yandan da sohbet ettiler. 

Makis, İstanbul’da ziyaret ettiği yerleri anlattı, çocuklarından söz etti. Bir tanesini de evlat edinmişti, üstelik ciddi bir böbrek hastalığı vardı, ameliyat da olması gerekiyordu ama aşırı acil bir durum olmadığı için ailecek, beklemeye karar vermişlerdi. Makis’in telefonunun ardından belediyeden gelen bir başka görevli, kaygan zemine kum dökünce hepsinin içi rahatladı. Süpermarkette ve sonrasında yaşanan olaylar zinciri, pek çok duygu ve düşünce uyandırdı içinde. Emeğe ve insana saygı, dayanışma, yardımlaşma, sevgi, anne-baba şefkati. Ve Pandora’nın kutusunda kalan umut...

iamail2005@gmail.com