Algı Eke'nin 'Kaygı'sı: ‘Hiçbir şeyden haberimiz yok’
Bu hafta vizyona giren ‘Kaygı’nın başrol oyuncusu Algı Eke ile sinemadan, toplumsal travmalardan ve bir medya çalışanını canlandırdığı filmden konuştuk. Eke, ‘Haber almamız imkânsızlaştı, almayalım diye de her şeyi yapıyorlar’ diyor.
Emrah Kolukısa“Kaygı” tamamen sizin üzerinize kurulu. Yani neredeyse her sahnede varsınız. Senaryoyu okuduğunuzda sizi etkileyen ne oldu?
Açıkçası ben senaryoya inanamadım. Bir dosya şeklinde geldi bana senaryo. O kadar ayrıntılı çalışmıştı ki Ceylan. İçinde referans resimlere, storyboard çizimlerine kadar her şey vardı. Filmdeki kodlara yönelik bir sürü araştırma yapmıştı. O kadar güzel bir şey okudum ki... Çok fazla betimleme vardı senaryoda, neredeyse oyuncunun mimiğine kadar anlattığı. Bir an tedirgin oldum, dedim ki bu kadar betimleyen biri acaba çekerken beni çok mu kısıtlar? Ama sonrasında Ceylan’ın böyle biri olmadığını anladım. Ve hemen filmin üstüne atladım.
Film, çok açık etmeden anlatacak olursam, yakın tarihimizdeki bir travmayı günümüze taşıyan, hafıza meselesiyle bunu işleyen bir konuya sahip. Sizin yakın tarihimize dair kaygılarınız olmuş muydu hiç?
Çok hem de...Tabii ki sadece empati kurabiliyorum, o zamanlara yetişemedim. İyi ki de yetişmemişim. Teyzemden ve annemden öğrendiğim şeyler çok iç açıcı şeyler değil. Hatta ben günümüz Türkiye’sinde yaşadığım bu daralmadan bahsettiğim zaman, teyzem bana hep otobüste kardeşini kucağına alıp cama sırtını dönerek oturduğunu, böylece herhangi bir kurşun atıldığında ona gelsin, kardeşine gelmesin diye önlem aldığını anlatıyor. Cesetlerin üstünden atladıklarını falan söylüyor. Bu tip toplumsal travmalarda o enerji orada kaybolmuyor, böyle bir vaka yaşandığında bu çok sonraki nesillerde de nüksedebiliyor. O kadar büyük kötücül bir şey çıkıyor ki ortaya, iyisi de var bunun tabii, devam ediyor. Bunu dini olarak da, mistik olarak da açıklayabilirsiniz ama sonuçta hepimizi etkiliyor.
Filmde çok net bir medya eleştirisi var. Ama öyle bir eleştiri ki, sadece olanı göstererek yapılmış... Benim filmde en çok sevdiğim şeylerden biri o: “Ne duyuyorsak o, ne görüyorsak o” diyor ya... Tek TV var filmde, konu da o zaten.
Siz bu memlekette yaşayan ve bu meselelere kafa yoran biri olarak nereden haber alıyorsunuz? Alamıyorum. Alan insanlara da bence yanlış düşündüklerini, aldıklarını zannettiklerini söylemek istiyorum. Gerçekten hiçbir şeyden haberimiz yok. Üstelik haberleşmenin bu kadar yoğunlaştığı, internetin bu kadar yaygın olduğu, bilgi alışverişinin bu kadar kolay olduğu bir durumda bile bu kadar kısıtlı her şey. Çünkü bize ne gösteriliyorsa onu alıyoruz. Üstelik medyada bizim başka şeyleri öğrenmemiz için yapılan bir sürü de ayrı manipülasyon var. Bunların hepsini filmde Ceylan o kadar net anlattı ki... Ve üstelik altını çize çize değil. Yani biz şu anda da bunu yaşıyoruz. Bir sonraki aşaması ne olacak bilmiyorum, ama durum bu.
‘Mizah zekâ göstergesidir’
Daha genç kuşakların memlekete dair meselelerle ilgilendiklerini biz Gezi olaylarında fark ettik... Evet, apolitik sandığımız kuşağın birden tepki göstermesiydi Gezi.
Siz de var mıydınız bilmiyorum Gezi’de, ama böyle bir kuşağın varlığı size umut veriyor mu?
Şöyle umut veriyor, benim özellikle Gezi olayları sırasında en çok sevindiğim şey sosyal medyada dönen mizahtı. Hayatımda bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Ve dedim ki, benim insanlarım bu kadar komikler, bayılıyorum. Çünkü mizah bir zekâ göstergesidir ve çok gurur duydum olan bitenle. Ama bu tip hareketler, yani Gezi vesaire, bana çok küçük geliyor, böyle düşünmememiz gerektiğini düşünüyorum. Artık daha dünya boyutlarında düşünülmesi gerektiği fikrindeyim.
Dünya boyutlarında derken...
Bambaşka bir çağda, bambaşka bir teknolojiyle hareket ediyoruz. Gezi bunların içinde çok nostaljik kalıyor bana göre. Şimdi başka kurallar var. Çok fazla belgesel izliyorum bunun üzerine. Dünya başka bir yere evriliyor ve bunun içerisinde bizim şu an konuştuğumuz şeyler çok ufak kalıyor. Bu global bir değişim, ben o yüzden ülkemdeki kafası çalışan herkesin her şeyden haberdar olup en azından yaşadığı döneme tanıklık edip ama daha kuşbakışı görmesini istiyorum bazı şeyleri. Çünkü Türkiye’de yaşanan olaylar aslında bilmem nerenin bilmem ne madeniyle ilgili, gibi şeyler. Yani çok büyük bir sistemden bahsediyoruz ve hepsinin çok planlı olduğunu görüyorum, nasıl söyleyeyim... Çok da açık konuşamamak ne kötü, otosansür yapıyorum kendime... Filmde anlattığım şeyi şu an ben yapıyorum ama... (gülüyor) Yani işte bambaşka bir durum. Göreceğiz, izleyeceğiz...
‘Kapitalizm faşizme evriliyor
Bunu okuyanlar “Algı Eke büyük oyunu görmüş” diyecekler.
Tabii, tabii... Keşke görebilsem, o kadarını göremiyorum, ama yani herkese tavsiyem açsınlar, bazı adamlar var çok güzel belgeseller yapıyorlar, sizin hiçbir zaman göremeyeceğiniz ülkelerdeki başka şeyleri anlatıyorlar size. Biraz kafa yorarsanız o ülkede gerçekleşen bazı olayların bizim ülkemize nasıl sirayet ettiğini anlayabiliyorsunuz.
Var mı aklınızda bu belgesellerin adları?
Mesela yeni izlediğim bir belgeselde öğrendim, ‘minimal yaşam’ diye bir akım başlatmışlar. Sisteme karşı çıkmayı bu şekilde yapıyorlar. Çünkü kendileri de söylüyorlar, kapitalizm faşizme evriliyor. Su içmek için bir tane bardağa ihtiyacın var, yatmak için bir tane yatağa ihtiyacın var diye başlayıp herkes kendini küçültmeye başlamış. Ve sonra bununla ilgili mesela ciddi birtakım engellemelerle karşılaşıyorlar. Sonra subliminal verilen mesajlarla uğraşmaya başlıyorlar. Çünkü diyor ki adam “Bana kıyafetlerim yeterken sürekli kıyafet alma ihtiyacı içerisindeyim ya da yiyeceğim bana yeterken sürekli yiyecek alma ihtiyacı duyuyorum, üstelik aldığım hiçbir şey beni tatmin etmiyor”. Hayatlarını küçülterek, alışveriş yapmayarak falan buna karşı gelmeye çalışıyor bu insanlar.
Bu yaşam tarzını siz uygulayabilir misiniz?
Yok ben maalesef çok sığ biriyim, onu anladım (gülüyor). Yani dedim ki; bunu izledin, kalktın, vitrindeki elbiseye bakıyorsun, yok bilmem ne... (gülüyor)
‘Çıplaklık oyuncu için zor’
Sinemamızda bir de Türkan Şoray kanunları vardır. Sizin de öyle kırmızı çizgileriniz var mı? Gereksiz bir erotizm olduğu zaman, o da bir çeşit reklam, onlardan hiç hazzetmiyorum. Ama önüme de hiç “Ne kadar güzel bir sevişme sahnesi, ne kadar doğru bir yerden bakılmış” diyebileceğim bir senaryo gelmedi. En son bir ay önce bir film geldi mesela, çok çok sert bir sevişme sahnesi vardı içerisinde, senaryoyu beğenmeme rağmen filmi kabul etmedim. Çünkü çeken kişinin ilk uzun metrajlı işiydi. O yönetmenle ilgili referans alabileceğim hiçbir şey yoktu. Özellikle çıplaklık gerektiren sahneler oyuncu için zor. Benim için çok zor. Bazıları daha rahattır belki ya da başka kültürde yaşıyor olsaydım çıplaklık bana daha normal bir şey gibi empoze edilseydi belki böyle hissetmeyecektim. Benim yönetmene, sete ve senaryoya çok güvenmem gerekiyor ki böyle bir şeyin içine gireyim. Kendimle, oyunculuğumla, o sahneyi kotarabilmemle ilgili bir durumdan bahsediyorum.