'AKP iktidarının geleceği yok'

‘AKP kapitalizmin partisi. Din ise üzerine giydiği giysi’ diyen Prof. Dr. Bilsay Kuruç: İktidarın geleceği yok.

Özlem Yüzak/Cumhuriyet

Prof. Dr. Bilsay Kuruç’un önayak olmasıyla başlayan ve Ankara Üniversitesi’nin desteğiyle bu yıl üçüncüsü düzenlenen “21. Yüzyıl İçin Planlama Kurultayı”nda hem Türkiye’nin imalat sanayii gücü, yüksek teknoloji üretimi, insan kaynağı, kadın istihdamı konuları masaya yatırıldı hem de içinde bulunduğumuz yüzyılın dinamikleri ve diğer ülkelerin bu konuya nasıl bir planlama aklı ile baktıkları tartışıldı.

Prof. Bilsay Kuruç ile kurultay sonrasında bir söyleşi gerçekleştirdik.

İsterseniz önce Türkiye’nin bugünkü tablosunu çizmekle başlayalım sohbete...

Toplumsal ve ekonomik maliyetin çok fazla arttığı bir dönem yaşıyoruz. Bir anlamda çıkmaz sokaklarda dolaşıyoruz. Borçlanan ama yatırım yapamayan; istihdam yaratamayan bir ülke haline geldik. Tasarruf oranı GSMH’nin yüzde 12’sine kadar düştü. Bu tabii yatırım yapılmasının önündeki en büyük engellerden biri. Örneğin Çin’de bu oran yüzde 45. Çin yaptığı tasarrufu yatırıma ayıran bir ülke.

Yatırım yapabilmek önce kafa ile, bilim aklı ile oluyor. Ve her şeyin tasarrufla aşılması gerek. Yaptığı tüm harcamaları, bütün yatırımları topluma fatura eder devlet. Başka türlüsü mümkün değildir. Eğer geleceğin ülkesini fatura ederse toplum bunu kaldırır. Biz ise yüksek inşaatı, ithal arabaları, ithal oyun ve oyuncakları fatura ediyoruz topluma.

Toplum da bunu kabulleniyor ama sesini çıkartmıyor...

Uyuşturucuya alıştırmak gibi. Recep Tayyip Erdoğan’ın politikaları insanları borçlandırarak bir şeylere sahip etmek üzerine kurulu... Tabii insanlar da daha önce hiç elde etmediklere şeylere sahip oluyorlar. Farkında olmadan güzel bir şeymiş gibi kabul ediyorlar..Hatta “ne güzel hükümetimiz bize borçlanma hakkı veriyor” diyorlar. Geliri ne olursa olsun borçlanıyor. Aslında bir dereceye kadar haklı; halk ev, araba sahibi olmamış daha önce. Borcu hiç düşünmüyor

 

Ama borcuna da sadık öte yandan...

Evet ama düşünmüyor borcu, “Nasıl olsa taksitle ödüyorum” diyor... Yeni giysiler, yeni cep telefonu... Statüsü de yükseliyor bir yandan... 15 yıl önce çulsuzdu, şimdi evi, arabası var.

Aslında bu kapitalizmin insanı esir alması anlamına geliyor. AKP kapitalizmin partisi. Din ise üzerine giydiği giysi. Dünya kapitalizmi Türkiye kapitalizmine diyor ki “gel al sana ucuz kredi, üretme sen, ithalatı benden yap. Hem bende bu ürün daha ucuz, hem verdiğim kredinin faizi daha düşük”. Döviz kredisi ile ithalat yapıldı 2002’den beri. Uluslararası konjonktür de buna çok müsaitti. ABD dünyaya dolar bastı. Bunu bilerek yaptı... AB’nin kimi çevre ülkeleri bu yüzden çöktü. Yapay bolluğa alıştı ülkeler. Örneğin Yunanistan’ı borçlardırarak olimpiyat bile yaptırdılar. İktidarlar bolluk vaadi ile seçimleri kazandılar.

 

Buna kim hayır diyebilirdi ki?

Kendi iradesine önem veren bir siyasi yapı bunu kontrol edebilirdi. Belki bunu reddedemezdi ama seçici olurdu. Önceliklerini ülkesinin uzun vadeli kalkınması doğrultusunda belirleyebilirdi. Ama sermayenin partisi iseniz bunu yapamazsınız.

1980’lerde sermayenin partisi olma olgusu ANAP ile başladı. ANAP zaten sadece iktidar olmak için kuruldu. Sermaye partisi Türkiye’de menfaat dağıtmakla yükümlüdür. ANAP bunu bir ölçüde yaptı ama bir ölçüde de yapamadı..

Neden?

İki nedenle. Birincisi toplumun yapısı o zaman buna o kadar uygun değildi. Örgütlülük daha fazlaydı örneğin. İkinci neden dünyada bu kadar fazla likidite bolluğu yoktu. IMF kredileri, Dünya Bankası o zaman Türkiye’yi ihracat yapmaya zorluyordu ama ülkede ihraç edecek fazla bir şey yoktu. Bir yandan giderek artan bütçe açığı, ithalat... Öte yandan yepyeni kurulmuş bir parti. Size kalkıp “kemerlerinizi sıkın diyemez. Bu yüzden olabildiği kadar ihracat, olmadığı yerde hayali ihracat. Turgut Özal açığı büyüttü, yüksek enflasyon yarattı. 15 yıl kâbus gibi üzerimize çöken yüksek enflasyon. Bu yapı bizi aldı 2002’ye getirdi. 2001 krizinde Hazine özel sektörün borcunu üzerine aldı. Kamu borcunun GSMH’ye oranı yüzde 35 idi, 3 ayda yüzde 70’e çıktı. Böyle yaparak özel sektörü de memnun etti, dünya kapitalizmini de...

Başka türlü yapma olasılığı var mıydı?

O konjonktürde pek yoktu...

ANAP da sermayenin partisi, AKP’ye de aynı şeyi söylüyorsunuz. Buradan yola çıkarak hangi benzerlikleri kurabiliriz?

 

ANAP iktidardan düştüğü anda yok oldu. AKP, ANAP’a göre çok şanslı bir zamanda iktidara geldi. ANAP döneminde ve peşinden sürdürülen politikalarla önemli bir rantiye sınıf yaratıldı. Ve bundan en çok kim yararlandı dersiniz? Yeşil sermaye. Dolar faizi sayesinde güçlenerek iktidar oldular, önce Refah Partisi, sonra AKP... Tamam AKP, ABD’nin şekillendirmesi ile kuruldu ama arkasında büyük zenginlik var. Yüksek faiz başta olmak üzere. Tefecilik ve ticaret, et ile tırnak gibidir. İkisi birden gelişti. AKP’nin arkasında işte bunlar var. Daima hazır altyapıları kullandılar. Hazine arazileri üzerine inşaat, AVM’ler... Özelleştirilen enerji ama aynı zamanda eğitim, sağlık... Örneğin Ankara Tıp Fakültesi, İbn-i Sina Yüksek İhtisas hepsi özel sektöre devredilmeye hazır bekliyor.

Peki bundan sonra ne olacak?

 

ANAP iktidardan düştüğü anda yok oldu demiştim. AKP de ANAP gibi sadece iktidar partisi olmak için kuruldu. Ve şimdi yok olacak. AKP ekonomiyi 2 motorla yürütüyor. Biri ithalat, diğeri gayrimenkul.

Döviz ikisini de etkiliyor. İthalat bütün sanayiyi etkiliyor. Dış açık 60 milyar dolara sabitlendi. Üstelik büyüme hızından bağımsız. Yatırım da yapılamıyor. Büyüme hızı düştü, yatırım düştü, tasarruf zaten çok düşük. Yatırım dedikleri şey özelleştirme... Gerçekten yeni ve istihdam yaratacak yatırım yok. Bu yüzden içerde paylaşılan ganimet ön plana çıktı. Bölüşüm sorunu yani. Ve bu da AKP’yi çökertiyor

Bazı ürünlerin doğal sınırları vardır. İnşaatta da bu sınırın sonuna doğru geliniyor. Kime yapıyorsun bu inşaatları? Borçlanabilene... Ve bunun da bir sınırı var.

Kentsel dönüşüm çare mi?

O da değil... Zaten yapılan da doğru bir kentsel dönüşüm değil. Rant ve yeşil alanların yok edilmesi...

Vatandaşın borçlanma oranı gelirin yüzde 5’inden başladı. Yüzde 50’sine ulaştı şimdi. Geri dönmeyen krediler bankaları zorlamaya başladı. Bilançoları bozuluyor. Merkez Bankası da sıkışık durumda. 40 milyar dolar net rezervi var. Bunu indirirse o zaman dış borçlanma riski pahalaşır... Durum tehlikeli. Yeni kredi alması zorlaşır ve daha yüksek faiz ödemek zorunda kalır. Yapısal tablo kötüleşiyor. Daha önce borçlanarak yatırım yapan bir Türkiye vardı. Şimdi sadece yatırım yapamayan ama borçlanmaya mahkûm bir Türkiye var. Yatırım yapmadan bu durumdan çıkma imkânı yok. Önce AKP’nin sona erdiğini görmek lazım. Demek ki bir siyasi boşluk doğacak. Ve daha fazla sağa kaymaya tahammülü olmayan bir Türkiye var.

Peki merkez sol bu boşluğu doldurabilecek mi?

Henüz bunu görmüyorum. Süratle bu boşluğu görüp ona göre tezlere sahip olan bir parti lazım.

Hem siyasi hem de ekonomik açıdan tıkanmış bir Türkiye tablosu var önümüzde. Çıkış yolu için önerileriniz ne peki?

GSMH’sinin yüzde 25’ini yatırıma ayıracak, istihdam yaratacak, kadına ekonomide yer açacak, konuşan serbest bir Türkiye...

O zaman iş geliyor planlamaya dayanıyor herhalde...

Tabii. Öncelikle neye yatırım yapılacak.. Dünyaya kendini kapatmayan ama kendi iradesine de sahip bir yönetim anlayışı... Örneğin dış borçlanmayı uzun vadeye yayabilmeli.

Bu şimdiki konjonktürde zor değil mi?

 

Evet ama doğru bir Türkiye diplomasisi bunu aşabilir. Ve şunu anlamalıyız. Artık tek kapitalizm devri sona erdi. Çeşitli ve farklı kapitalizmler gündeme gelecek bundan sonra..

 

 

Bugün Türkiye için en ciddi açık, öyle döviz açığı falan değil, insan kaynağındaki açık.

 

21. yüzyılı bilim şekillendirecek

 

2 yıldan beri peşpeşe Planlama Kurultayları düzenliyorsunuz. Bu seferki ama temanız “21. Yüzyıl İçin Planlama”. Bu kurultaylarla neyi amaçlıyorsunuz?

 

Ana mesele 21. yüzyılı doğru kavrayabilmek ve oraya adım atabilmektir. 21. yüzyıla nasıl ve nereden girebileceğimizdir. Çünkü, orası ortalamaların değil, en iyilerin dünyası olacaktır. Üniversite o dünyanın, en iyiye erişebilmenin ilk durağı. Aklın ve aydınlanmanın gerçek vârisi olduğu için, bilimin ve geleceğin beşiğidir. Böyle bakmalıyız ve bunun gereğini yapmalıyız. Onun için, planlama kurultaylarının yeri, adresi üniversite oluyor. 20. yüzyılın aklı planlama aklı olmuştur. Bilimde ilerleyen toplumlar da tesadüflerle değil, planlı (büyük veya küçük) adımlarla yürüdüler. Daha önce hayal edilmeyen noktalara böyle erişildi. “21. Yüzyıl İçin Planlama” başlığı bir teklifi dile getiriyor: “21. yüzyıl için teklifiniz nedir?” “Teklifimiz, planlamadır” diyoruz.

 

Türkiye 21. yüzyıla nasıl giriyor sizce?

21. yüzyılın yolunu bilim gösterecek. Bilimin böyle bir meselesi yoksa toplumun da olmaz. O zaman sadece sürüklenmiş olur.

Din gibi kapladı dünyayı küreselleşme. Bu öyle kendiliğinden olmadı. Geniş çaplı bir imalat. Herkesi esir aldı. Hepimiz birlikteyiz, küreselleşme hepimizin yararına sloganı ile.

Toplumun yapılarında ağır hasar yarattı bu durum. 21. yüzyılda toplumları bilim ve bilimsellik şekillendirecek. Ama küreselleşme ana merkezde şekilleniyor. Merkezler bilimi çevreye vermek istemiyorlar. 21. yüzyıl insanların sayılarla olmaktan çok nitelikleri ile sahneye çıktıkları bir yüzyıl olacak. Türkiye’nin genç nüfusu bir şans ama doğru değerlendirilirse. Cumhuriyet kurulurken bu genç insan kaynağı yoktu. Bugün Türkiye için en ciddi açık, öyle döviz açığı falan değil, insan kaynağındaki açık.