AKP adaleti polis eliyle dağıtacak
AKP’nin yeni yasası “Üçü Bir Arada” AKP hükümeti yine yargı ve güvenlikle ilgili değişikliklere girişti. Dolayısıyla herkesi haklı bir telaş sardı. “Polis devletine mi gidiyoruz” soruları yine gündemde. Oysa sokak ortasında insanları vuran, gaz fişeğini insanları yaralamak için kullanan, trafik kavgalarında bile biber gazı sıkan polislerimiz olduğu düşünülürse bu soru için çok geç.
Esra Açıkgöz / CumhuriyetERDOĞAN'A KARŞI OLAN HERKES MAKUL ŞÜPHELİ
AKP'nin “yap-boz”a çevirdiği yargıdaki değişiklikler bitmediğinden yine bir tartışmanın içine girdi Türkiye. Bu sefer nedeni, “Hakim ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Tasarısı”. Hükümet her ne kadar bu güvenlik paketi değil, o da hazırlanıyor dese de, bunun içinde yer alan maddeler hükümeti güvenceye alırken toplumsal güvenliğimizi tehdit ediyor. Öyle ki, polis hakim ve savcı gibi donatılıyor bu yasayla. Üstelik geri getirilen “makul şüphe”yle polis teşkilatının gelişmiş hayal gücü birleştiğinde kim bilir neler çıkacak ortaya?
Biz de bunları, geçmişteki polis teşkilatlarını, iktidarların polis algısını Avukat Ayhan Erdoğan'la konuştuk.
- AKP'nin yeni yasa tasarısıyla birlikte yeniden bir tartışmanın içine girdik, her
değişiklikten sonra “Polis devletine mi gidiyoruz” haberleri çıkıyor, ancak bence soruyu tersten sormak daha mantıklı; zaten polis devletinde değil miyiz?
Evet, öyle. 2006'daki Polis Vazife ve Selahiyat Kanunu'ndaki (PSVK) değişiklikle yeteri kadar yetki verildi zaten. Polisin “vur” yetkisi zaten var. Vuruyor; yargılanması, bir mahkumiyeti sözkonusu olmuyor. 60'lı, 70'li yıllardaki polislerde bir tabir vardı; “Ölene tabut, kaçana zabıt”. Asla kaçana ateş edilmezdi. Edeni de polis kendi içinde haklı bulmazdı. Şimdi, polis iktidar teşkilatı halinde bir paramiliter güce dönüşmekte. Aslında polisin yetkileri fazla, bunu insan hakları ve özgürlükler çerçevesinde nasıl kısıtlarız gibi bir müdahale gerekirken, şimdi hakimleri de, adliyeyi de devreden çıkartarak doğrudan polis eliyle adaleti tecelli ettireceğini zanneden bir tasarıyla karşı karşıyayız. Mevcut yasalarla polisin lehine tutum içinde olan adliyeye de bir uyarı bu; Polise bu kadar musamaha gösterdiklerinden artık kendilerine ihtiyacın azaldığı bir yasal düzenlemeyle karşı karşıyayız.
- AKP en son Şubat ayında yasalarda bir değişiklik yapmış ve makul şüphe gibi kavramları kaldırmış, dinlemeyi zorlaştırmıştı. Şimdi ne oldu da yeniden Şubat'taki yasalara dönmek istiyorlar?
Çünkü, o makul şüphe kavramı içinde bütün dinlemeler, operasyonlar için cemaatin yargısı dedikleri yargı tarafından yapıldı. Onun mağduru başkalarıyken umursamayanlar kendileri de aynı usulle soruşturulunca derhal değiştirdiler. Maddeye “Somut delillerle kuvvetli suç şüphesi” ekleyerek savcılıkların ve polisin keyfiliğini engellediler. Doğru bir maddeydi bence. Şimdi neden mi dönülüyor eskiye? Cemaati tasfiye ettiklerine inanıyorlar. İki hakim bir savcıyla bir kenti esir alabilecekleri bir düzenleme getirdiklerini, HSYK'da kendi listelerinin kazandığını ilan ettiler. Cumhurbaşkanı hukuksuzluk kendi lehineyse umursamıyor. Fakat kendisinin, ailesinin, çocuklarının, partideki bakanların çocuklarının yolsuzluklarıyla ilişkili belgeler, dökümanlar ortaya saçılınca hem adliyeyi susturmak, hem de polis teşkilatında kendine yönelik faaliyeti sonlandırmak için atağa geçti. Polis kolejlerindeki faaliyetlere son verdi. Mevcut okullardakilere mezun olması için bir hak tanıdı. Fakat akademiye geçişe sınav getirdi. Sınavı da kendileri yaptığı için AKP
teşkilatını polis yapmaya başladı. Şimdi belli bir sayıya ulaştığı anlaşılıyor ki, bu AKP'li polis teşkilatına artık hakimsiz, savcısız yetki bağışlamak istiyor. PSVK'daki öldürme yetkisi sayılabilecek silah kullanma yetkisiyle tatmin olmayanlar, arama-el koymada hakim kararının kendilerine engel olduğunu düşünüyor, hakim kararını bile kaldırabilecek düzenlemelere gitmek istiyor. Yakında SS birliklerini kurmazsa üzülürüz; Bu gittikçe Nazi imparatorluğuna dönüyor. Bunun hukukla, insan haklarıyla, özgürlükle ilgisi yok.
- Böylesi durumlarda kullanacakları her zaman geçerli bir nedenleri var ama, güvenlik...
Güvenlik polis eliyle sağlanan bir iş değildir. Genel güvenlik ilk önce toplumsal meseleleri çözmekle ilgilidir. Siz toplumu işsizleştirir, özgürlük isteyenleri bastırır, hak arayanların yasal yollarını kapatırsanız, güvenli bir toplum inşa edemezsiniz. Bakın toplantı ve gösteri barışçıl yapılmak kaydıyla bir haktır ve polisin ilk işi oraya saldırmak, dağıtmak değil, korumaktır. Siz bu hakkı kullananları öldürür, organlarını kaybedebilecek şekilde yaralarsanız, toplum bu yolu kullanamaz. Bunun yarattığı toplumsal gerginliğin sorumlusu iktidardır ve bunu gidermek için polise başka yetkiler vermek bu gerginliği arttırır. Bu tasarıyı, halkla polisi karşı karşıya getirecek bir kavgaya yol açabilecek kararlar olarak görüyorum. İnsanlar suskunluklarını belli bir noktaya kadar taşırlar. Sonra kitlesel ayaklanmalara neden olur. Bunlar kamu güvenliği için değil, iktidarın güvenliği için çıkarılmış yasalar.
- Bu değişiklikle getirilen “Hükümete karşı suç işlemek” tabiri de bunun en iyi kanıtı kuşkusuz.
Önceden katalog suçlarda değildi bu. Şimdi onu katalog suçlara koyuyorlar. Yani hükümete karşı faaliyet gösterdiğini düşündükleri herkesi dinleyecekler. İktidar, devlet benim dediği için, aslında kafalarındaki devlet kendileri olduğu için, kendilerine yapılmış her şeyi devlete yapılmış sayıyorlar. Hatta darbenin tanımını değiştirip hükümete karşı olmayı darbe olarak tanımlayacak kadar ileri gittiler. Bundan yetmez ama evetçiler ve evet diyenler utanç duymalı. Bu onların utancı.
- Makul şüphe de bu noktada kendilerine çok yardımcı olacaktır...
Yasada olan “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe”yi kaldırırsa toplumun yüzde 48'i makul şüpheli olur. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan'a kim karşı çıkıyorsa o makul şüphelidir. Yüzde 48'i makul şüpheli olarak hakim kararına bile gerek kalmadan dinlenme, takip, arama, el koymayla karşılaşabilir.
Bakın, gazeteci Aytekin Gezici'nin makul şüphe gerekçesiyle cep telefonu, harddisk, kamera ve sim kartına el konulmasına karar verildi. Tweetterdan Erdoğan'a, Davutoğlu'na, Bekir Bozdağ'a haraket ettiği ileri sürülüyor. Tweetterdaki yazıları onu makul şüpheli yapıp evinin, üstünün aranmasına ve el konulmasına neden oluyor. Makul şüphe bu işte! Üstelik daha yasa çıkmadan hakim uygulamaya başlamış. Öyle hakimler atamış ki, adam yerinde duramıyor. Bu yargının geldiği hali de gösteriyor.
- Gelelim en zor soruya, ne yapılmalı?
Türkiye süratle demokratikleştirilmeli, özgürleştirilmeli, eleştiri hakkına sınır
getirilmemeli, arama-el koyma gibi kararlarda da doğal hakim ilkesine dönülmeli, alınan beş bine yakın parti üyesi hakimin mesleki faaliyetleri sonlandırılmalı...
Polisle ilgili olaraksa; öncelikle polis teşkilatından silahlar alınmalı. Silah sadece terörle mücadele ya da organize suçlar gibi özel büroların polislerinde olmalı. Özellikle çevik kuvvet denilen grubun elinden silahlar alınmalı. Onların görevi zaten toplumsaldır, toplumsal görevde silah kullanılmaz. Ama maalesef, toplumsal görev yapan ekibin ideolojik bir örgütlenme etrafında halka karşı saldırgan tutumları bir çok cana mal oldu. Ve iktidar yasal sorumluları bulmak yerine, bunları korumakta, teşvik etmekte, hatta azmettirmekte. Gezi sürecinde iktidarın, özellikle Cumhurbaşkanının Başbakan olduğu dönemde azmettirici bir rolü olduğu, işlenen suçlardan, cinayet ve yaralanmalardan dolayı cezai sorumluluk taşıdığı kanaatindeyim. Polisler öncelikle insan hakları ve bağlı oldukları kanunlar hakkında eğitimlere tabii tutmalı. Son derece cahil bir polis teşkilatı var. Uygulayacakları kanunları bilmiyorlar. Bu teşkilat sadece halka saldırma teşkilatı gibi. Bir önerim daha var; Kürtlerin yoğun yaşadığı illerde yaşayan ve çalışan polisler batıya geldiğinde Vietnam sendromu yaşıyor. Psikolojik bir rehabilitasyondan geçirilmeliler.
BİRAZ VİCDAN, BİRAZ İNSAN OLMALI
- Eski bir Pol-Der'li olarak polise dair algıda nasıl bir dönüşüm var sizce?
Pol-Der halkta çok güven yaratıyordu. Çünkü öncelikle işkence konusunda ve sokakta, örneğin bugün televizyonlara sık yansıyan; bir kişiyi gözaltına almak için on polisin tekme, tokat, aşırı şiddet uygulayarak yaraladığı, hakaret ettiği bir dönem bizde yaşatılmaya kalkıldığında müdahale ediyorduk. Okullarda da öyle, faşist çeteler gençlere saldırdığında onlarla birlikte hareket edilemezdi. Polisin görevi yakaladığı an, o kişinin güvenliğini sağlamak, yargıya teslim etmektir. Şimdinin polisi iktidarın milis gücü gibi davranıyor, kanuni yetkilerini aşan davranışlar içinde. Demokratik bir hukuk devleti olduğumuzda yargı önüne çıkma ihtimalleri var. O intikam tekmeleri
bir gün yargı önüne çıkıldığında ağlamaklı bir savunmaya dönebilir. Biraz vicdan, biraz insan olmak gerekir.
- Özellikle polis devleti anlayışını baz alırsak 12 Eylül'le bugünün bir karşılaştırmasını yapmanızı istesem...
12 Eylül'de polis teşkilatı sıkıyönetim komutanlarının, faşist cuntanın cesaretlendirmeleri sonucu infaz müessesesi olarak çalıştı. Çok insan biliyoruz; işkencede adam öldürdü, terfi aldı, İstanbul'da emniyet müdürü oldu. 12 Eylül dönemi insanların gözaltında işkenceden öldürüldüğü, tecavüz edildiği, açık alana götürülüp hadi serbestsin kaç denilip sırtından vurulduğu bir dönemdi. O dönem görev yapan polislerin hiçbiri yargılanmadı. Başta Ankara DAL grubu olmak üzere.
Bugüne gelirsek; Eskiden geceleyin boş arazilerde kaçabilirsin diye sırtından vurulurdu insanlar şimdi barışçı toplantılarla ilgili sokağa çıktıklarında gece karanlığı beklenmeden, herkesin gözü önünde, Taksim Meydanı'nda öldürebiliyor. Şimdi polis toplumsal olayları dağıtmak için kendine verilen gaz tüfeğini silah gibi kullanıyor. Yakın mesafeden, öldürücü organlara nişan alarak öldürme kastıyla sıkıyor. Üstelik dönemin başbakanı, mevcut Cumhurbaşkanının teşvikleriyle bunu yapanlar ödüllendiriliyor. Bırakalım, iki dönem arasındaki farkı okuyucular bulsun.
DÜNDEN BUGÜNE İKTİDARIN POLİS SEVGİSİ
Türkiye'nin belini kıran 12 Eylül'dür. Türkiye'deki tüm kamu kurumlarında, Türkiye'deki politik, kimliksel, mezhepsel dağılımın benzer bir yansıması olması gerektiğini düşünüyorum. Ama bırakın temsili; ailesinden hatta 3. derece yakınlarından biri sola bulaşmış kişi polis olamaz. Bu 12 Eylül'de çok sıkı uygulandı. Polis teşkilatı eğitilmek yerine hükümetlerin milis güçleri gibi kullanıldı. 12 Eylül'de Kenan Evren kullandı. 12 Eylül'den sonra gelen iktidarlar kullandı. Polis teşkilatını terörü bastıracağım diye kontr-gerilla teşkilatına çeviren de Tansu Çiller'dir. Özel harp dairesinin neredeyse benzerini oluşturmaya kalktılar polis teşkilatında. İlk orada sorun yaşandı ve ondan sonra zaten bu hale geldi. Şu an polis teşkilatı tümüyle tarikatların elinde. Bizim zamanımızda sağlı, sollu polisler, farklı düşünen insanlar olduğu için görev yaparken herkes birbirinden çekinir ve düzgün yapmaya çalışırdı. İç işleri bakanının daha çok tercihi “dur” dediğinde duran, “vur” dediğinde vuran polisler. Bu kadar biat eden ve polis olduğunun farkında olmayan bir teşkilatın elindeki silah ve yetkilerin tehlikeli olduğunu düşünüyorum.