Akademi Sessizliği...
cumhuriyet.com.trPiyasa rekabeti içinde üniversiteleri, “at yarışı” mantığı içerisinde örgütlemeye çalışmak, çok açıktır ki ülke geleceğini ipotek altına almaktır. Bu yarışın kaybedilmesi sonrasında ödenecek bedel ise düşünülemeyecek kadar ağır olacaktır.
Üniversiteler uzun süredir ülke gündeminden uzak ve sessizlik içinde. Ülke gündemini işgal eden birçok sorun karşısında her nedense üniversitelerden, üniversite senatolarından beklenen tepki ne yazık ki yok. Bir uyuşma, kilitlenme söz konusu. Özellikle sosyal bilimlerin ağırlıkta olduğu üniversitelerin suskunluğu daha da şaşkınlık verici bir durumdur. Bu sessizliği iyiye yorup, üniversiteler harıl harıl bilim üretmekle meşgul de denilebilir. Geçmişin “anarşik” olaylarına bakınca bu yorum çok da haksız sayılmaz. Ne sağ, ne sol çatışması var. Dersler yapılıyor. Herkes işinde gücünde… İstatistikler de bunu söylüyor, yalan mı? Bilimsel üretim arttı. Üniversitelerimiz akredite olma yolunda. Bütün gelişmeler çok yakından takip ediliyor. Bolonya süreci tüm ilke ve gereklilikleriyle uygulanıyor. Kalite çalışmaları yapıyoruz. Misyonumuzu, vizyonumuzu belirliyoruz. Toplam kaliteyi akademimizin her aşamasında yaşama geçirmeye çalışıyoruz. Takip sistemini kuruyoruz. Öğretim üyesi derse girdi mi girmedi mi? Yoksa “yan gelip yatıyor” mu? Tüm süreçleri yazılı bir hale dönüştürüyoruz. Üniversitelerimiz yeniden yapılanma konusunda herkesten çok daha önde hareket ediyor. Doğrusu “ileri demokrasi”nin üniversitelerinden de başka bir şey beklenemezdi. Yenilikleri herkesten önce içselleştirmek tabii ki, ülkenin aydınlık birimlerinde, toplumun önder güçlerinin en öncelikli görevidir.
Oysa bu mutlu tabloyu, bir fırça darbesiyle bozacak o kadar siyah leke var ki… Akan suyu saçaklardan aşağıya doğru donduracak o kadar soğuk gelişmeler var ki… Bunların hiçbirine gözlerimizi kapatamayız. Üniversiteler giderek bir kimlik ve kişilik deformasyonuna uğruyor. Akademik dünyayı tasvir eden sayılar gerçekleri yansıtmıyor. Planlamayla başlayan serüven ne yazık ki, bugün için üniversitelerin sayısını arttırmış ve aynı ölçüde öğrenci sayısı da mevcut koşulların besleyemeyeceği oranda yükselmiştir. Herhalde en önemli meziyetlerimizden biridir “kervanın yolda düzelmesi”. Tabela üniversiteleri oluşturmanın başka bir açıklaması olabilir mi?
Akademinin bu sessizliğinin bir başka penceresi de var ki, o çok daha içler acısı bir tablo ortaya koyuyor. Hükümetin sessizliğine karşı güvercinleri posta yapıp haber salanların haberi ulaşmış mıdır bilinmez ama bir de ben dile getirmek istiyorum. Kürsü dokunulmazlığını hatırlatarak, sürüklenmeden, iteklenmeden, tartaklanmadan, konuşmadan men edilmeden yazmak, dile getirmek istiyorum. Üniversitelerin sessizliği sadece korkunun çöken ağırlığından kaynaklanmıyor. Aynı zamanda “özlük hakları”nın sesleri kısan, utandıran boyutları yüzünden de ses soluk çıkmıyor. Üniversite öğretim elemanları elbette mağrur, vakurdur. Ülkenin onca sorunu içerisinde, ekonomik kriz tsunamisinin her tarafı etkilediği bir sırada maaştan söz etmek yakışır mı? Ama aynı vicdan rahatsızlığını milletvekillerinin de, kamudaki ayrıcalıklı pozisyonlarda olanlar için de dile getirmek gerekmez mi?
Çözüm piyasaya \t\taçmak değil
Sessizlik aynı zamanda yeni bir yükseköğrenim sisteminin de habercisidir.
Uzun zamandır dillendirilen “performansa dayalı” bir sistemin uygulanmaya başlanması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Performansa dayalı sistemle üniversitelere sağlanacak ayrıcalığa ilişkin rahatsızlık da ortadan kaldırılacaktır. Sadece atanma ve yükseltilme için değil, maaş için de “puantaj” sistemi uygulanarak, hedefe ulaşılacaktır.
Öte taraftan üniversitelerin kan kaybettiği açıktır. Üniversiteler giderek bürokratik bir uygulama alanlarına dönüşmeye başladı. Öğretim üyelerine çözüm olarak sunulan sürekli eğitim merkezleri, açık-uzak öğretim gibi ek gelir kaynakları ne yazık ki, asli işin yapılmasını önemli ölçüde sekteye uğratmaktadır.
Öğretim elemanlarının aldığı maaşların düşüklüğünü kanıtlamak için ne ulusal, ne uluslararası bir karşılaştırmaya gerek yoktur. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Eğitim Bakanı ve yeni YÖK Başkanı çok iyi biliyorlar ki, öğretim elemanlarının maaşları, oldukça düşüktür.
Piyasa rekabeti içinde üniversiteleri, “at yarışı” mantığı içerisinde örgütlemeye çalışmak, çok açıktır ki ülke geleceğini ipotek altına almaktır. Bu yarışın kaybedilmesi sonrasında ödenecek bedel ise düşünülemeyecek kadar ağır olacaktır.
Kitap, gazete, dergi alırken, konferanslara, sempozyumlara giderken bütçe kıskacında yaşamak istemiyoruz. Elbette her ekonominin bir gelir gider \tdenkliği, rejimi olmalıdır. Ancak çözüm; üniversiteleri piyasaya açmak değil, üniversite öğretim elemanlarının ücretlerini, piyasada başlarını dik tutacak bir düzeye taşımaktan geçer.
Bu serzenişin bir karşılığı olduğuna inanmak istiyoruz, posta güvercinlerine gerek kalmadan…
Prof. Dr. Suat GEZGİN İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Başkanı