Ahmet Telli'den 'Vedâ Divânı'

“Vedâ Divânı”, Ahmet Telli’nin 1966-2016 arası kaleme aldığı şiirlerin elli yıllık bir dökümü. Şiirlerini ‘bundan sonra kaderlerini birlikte yaşamaları’ için bir araya getirdiğini dile getiriyor şair. Telli ile ‘şiir vadisindeki yürüyüşünün yansıması’ olarak nitelediği kitabı ekseninde şiirinin elli yılının dönemsel eğilimlerini, estetik ve etik serüvenini konuştuk.

Reyyan Bayar

'Şiir sözcüklere kanat takar’
 
- “Şairin hayatı şiire dâhil” der Cemal Süreya. Bu durumun şiirinizdeki karşılığı, sınırları nereye denk geliyor ya da böyle bir karşılıktan söz etmek mümkün mü?

- Cemal Süreya’nın “folklor şiire düşman” sözü gibi “şairin hayatı şiire dâhil” cümlesi de kendi alanında yaygınlaştı. Dahası, olur olmaz durumlar için kullanılıp aşırı yorumlara yol açtı. Oysa bu yargılar, gramatik olarak anlattığından çok gölge anlamlandırmalarla değerli. Şairinki her insanın hayatı gibi; ne daha yüce ne de daha özel. Şairin kendi hayatıyla yüzleşme cesareti varsa bu yazdıklarına da yansır. Onu ayrı kılan da bu olmalı. Kuşkusuz, şair, kendisininki kadar başka hayatları da kendi yaşanmışlıklarına katabilmiştir. Onun hayatı bir hikâyeden ibaret değil, edindiği dünya görüşü ile insanlık kültürünün derin hâfızasını sahiplenerek edindiği bir toplamdır. Cemal Süreya’nın sözü bu bağlamda değerli ve anlamlı. Yazıp ettiklerimde elbette ben varım, sen ve başkaları da…
 
“DÜZYAZI OLGUNLAŞTIRIR”

- 1966-2016 arasını kapsayan bir döküm Vedâ Divânı. Yıllar içinde şiirinizde oluşan biçimsel farklılıklar dikkat çekiyor. Bunu bir arayış diye yorumlamak mümkün mü?

- Vedâ Divânı, bugüne kadar yayımlanmış on şiir kitabımın toplamı. En eski tarihlisi 1966 olduğu için 1966-2016 tarih arası belirlendi. Kalbî olanla yetkin olanı bir arada sunma, hem bir yüzleşme olsun hem de “buradayım işte, sözümde” diyebilmek. Her kitap kendi kaderini tâyin etmeli. Öyle de oldu. Hemen her kitap ondan fazla baskıya ulaştı. Öyleyse bundan sonra kaderlerini birlikte yaşamalılar. Vedâ Divânı bu düşünceyle ortaya çıktı. Biçimsel farklılıklar ve çelişkiler gözlenebilir arayışlar veya lirik direnişler de… Vedâ Divânı, “Toplu Şiirler” olarak benim şiir vadisindeki yürüyüşüm kadar elli yılın dönemsel eğilimlerini, estetik ve etik serüvenini de içerir. 1970’lerin toz dumanından sıyrılıp aynılaşma estetiğinden kurtularak yürünen bu yol, kimilerinin sükutuyla, hoyratlığıyla ya da sığlığıyla anlaşılacak bir serüven olmamalı. Kalbîdir çünkü kalbî olduğu kadar ısrarcıdır.

- İlk şiiriniz 1961’de yayımlanmasına rağmen kitaplarınızı 1979’dan sonra yayınlamaya başlıyorsunuz. Bu süreç nasıl geçti?

- 1961’de ve hatta o dönemde yazılan, yayımlanan şiirler kayıp. Belki böylesi daha iyi olmuş. Peşlerine düşmeyi de gereksiz buluyorum. Dahası, kitaplarıma girmeyen şiirler birgün birilerinin eline geçerse külliyatıma dâhil etmemesini dilerim. İlk kitap 1979 tarihli. Arada geçen süreye okuma-bilgilenme süreci de denebilir. Okuduğum her iyi şiir, yazdıklarımı yayımlamakta gecikme nedeni olabilir, olmuştur. Kitapları yayımlatmada güçlük çekmedim ama kendimi ikna etmede zorlandım diyebilirim. Bu süreçte kitap tanıtma yazıları, denemeler falan yayımladım gazete ve dergilerde. Düzyazı olgunlaştırır, şiirse dilin mantığını reddederek kanat takar sözcüklere.

- Gezi, anı, eleştiri ve düşünce yazıları da kaleme alıyorsunuz. Şiirin farkını nasıl anlatırsınız? Sadece şiir yazmamak dizelerinizi nasıl besledi?

- Şiirin bir anlatı değildir diyerek karşılık verebilirim sorunuza. Bir iletişim kurma yolu da değildir şiir. Hani ne diyordu Cemal Süreya: “Ağır ol düzyazı/ Sen ancak uçağa binebilirsin”. Düzyazı kitaplarımda anlattım anlatmak istediklerimi; gezi, anı ve eleştiri olarak. Bütün bunlar dil aracılığıyla oluşan edebiyat örnekleri. Şiirse edebiyat değil, dilden ödünç aldıklarını edebiyata emanet etmeyen bir pratik. Dilsizleşme de diyebilirim.
 
“ŞİİRİN AŞKLA MUHABBETİ EZELΔ

- Şiirinizin temelini oluşturan imgeler ve onların kaynakları neler?

- İmgeler, nesne-şey ile şairin seçtiği sözcükler aracılığıyla alımlayıcının zihninde beliren bir işaret fişeği, var oluş ânını yaratan sarsılma olabilir. Buna yeniden-üretim de denilebilir, aynı olgu başka ifadelerle de anlatılılabilir. İmgeler dilsizdir ama doğurgandır. Erillikten imge çıkarmak imkânsız değilse bile zordur. Böyle olunca hayat ve doğa hiç bitmeyen bir imge dokuyucusuna dönüşür. Hayata ve doğaya hükmedici değil eşitlikçi yaklaşım bana uygun gelmiştir. Hayat-bilinç-imgelem diyalektiği, benim için hem bir kaynak hem de omurga oldu.

- Şiirinizde toplumcu damarın hayat ve aşkla buluşuyor diyebilir miyiz o hâlde?

- Bir eylem ve müdahale biçimi olarak aşk hâli, bir ütopyanın da açık kapısıdır. Kendisinden başlayan bir aşk ile yeryüzünü aşklaştırma olanağı, insanın aşk hâli ve devrimciliğin de anlatımıdır. Bu aşk hâli; düşsüzleşme, kanıksama, duyumsamama ve mutsuzluğu kutsama gibi ricat hattını dönüştürme eylemi sanırım. Şiirin aşkla muhabbeti ezeli olduğu kadar ‘şimdi’yle ruh ve biçim kazanır. Ötekileştirmeye ve aynılaşmaya karşı duruştur da diyebiliriz.
 
“TOPLUMCULUK ‘BEN’İ ISKALAMAMALI”

- Şiirleriniz bireysel konuların yanı sıra toplumsal belleğe de gönderme yapıyor. Bu ortak hafıza sizi nasıl etkiledi ve şiirinizin neresinde?

- Gerçek kaotiktir. Bunu salt toplumsal ya da bireysel olana indirgemek ne kadar doğru değilse bireysel ve toplumsal olanın da birbirini belirleyişi de bir olgu. Yazarın gerçeklikle kurduğu ilişkinin ne olduğuna bakmak gerekir. Şöyle de söylenebilir: Yazarın gerçeklikle kurduğu ilişkinin ‘ben’ ya da ‘biz’ üzerinden oluşu, onun tercihini de gösterir. İşlevselliği önceleyen toplumculuk ‘biz’ üzerinden söz aldığı için ‘ben’i ıskalamamalı, ‘ben’ üzerinden söz alanın da ‘biz’i ıskalamaması gerektiği gibi. Hafıza ise sadece unutma hatırlamaya indirgenemez; hâfıza, insanın dünya karşısındaki tavrıdır. İnsanlık kültürünün ilerici ve demokratik yanını sahiplenmek anlamına da gelir bu. Şiir, belki de hafıza silicilere karşı bir direniş hattı. Bunu gözetmeye çalışıyorum.

- “Çünkü şair kendinin farkında/ olduğundan daha yalnız, daha/ beter bir hâfızadır, bu yüzden/ kederini anlatabilecek alfabeyi/ ancak/ kendisi yaratabilir” diyorsunuz. Elli yılı aşkın şairliğiniz nasıl bir alfabe yaratmanızı sağladı?

- Arthur Rimbaud, “Rengini buldum seslilerin” diyordu bir şiirinde, “A kara, Ö ak, İ kırmızı, O mavi, Ü yeşil…” Rimbaud, harfleri aynı tınıyı yinelemesinden kurtararak onlara başka özellikler kazandırmaya mı çalıştı ya da seslerin yeni gerilimler edinmesini mi istedi? Belki şöyle söylenebilir: Sözcükler durduğu yerde huzursuzdur. Düzyazı sözcükleri yormuştur. Onlara yeni çağrışımlar, gölge anlamlar kazandırmak gerekiyor. Bu ise şiirin birincil işi. Benzetmelerden yorulan sözcükler düzyazının atlasından şiirin bağrına sıçrayarak yeni tınılar edinmek istiyor gibidir. Bunun farkına varmaktır benim edindiğim şey. Farkına varmak ile uygulayım ayrı şeyler. Her şiirde bunu başaramazsınız ama farkında olmak başattır.

- Öğretmenlik, kitapçılık ve yayıncılık geçmişiniz de var. Kendinize kurduğunuz dünyanın temel dayanak noktası her yönüyle edebiyat bir anlamda değil mi?

- Öyle de söylenebilir.
 
“POPÜLER KİTLESELDİR, ŞİİR BİREYSEL”

- Bestelenenlerin yanı sıra şiirlerinizi okuduğunuz çalışmalarınız mevcut. Şiirin tınısı ve ritmiyle ilgili neler söylersiniz?
- Şiir seslendirmek tartışmalı bir konu. Behçet Necetigil’in Kareler Aklar’daki şiirler buna izin vermez sözgelimi. Özellikle son yıllarda kimi genç şairlerimizinkiler de öyle. Şiirin söylenen değil yazılan bir şey olduğu modern şiirin birincil özelliği. Öyleyken devralınan şiir mirasımız bu çağda hâlâ oraldır. Son iki kitabımdan öncekilerin genel özelliği de böyle. Onları seslendirmede bir sakınca görmedim. Beste meselesine gelince iyi şiirler zor bestelenir. Bunun için Fazıl Say falan olmak gerekir.
- Bir röportajınızda “Şiir popülerliği sevmez” diyorsunuz. Günün ve güncelin şiirine dair neler söylersiniz?
- Kitle kültürü, magazin söylemi, hatta arabesk kavramları gündelik yaşamda iç içe görülüyor. Dahası, bunların hepsine popüler kültür de denebiliyor. Belli ki bugün popüler kavramının bütünlüklü bir tanımı yapılmamış. Her yaygın olanı popüler saymak gibi bir yanılgıya da düşülüyor. Sözgelimi Nâzım Hikmet yaygındır ama popüler değildir. Kolay tüketilip eskiyen yanıyla popülerlik ile şiirin ilintilendirilmesi doğru gelmiyor bana. Peki, popülarizme yaslanan şiir yok mu? Varsa da biz onlara manzume diyoruz. Hamasate dayalı şeylerdir bunlar. Belli ki popüler kitleseldir; şiirse bireysel bir sanat pratiği. Güncelin bağrında tarihsel olanı sezip kavramak ve sanat ürününe mâl etmek aykırı bir şey değil. Salt güncellik ise sanatın değil başka alanların konusu.
 
Vedâ Divânı / Ahmet Telli / Everest Yayınları / 724 s.