Ahmet Büke'nin yeni öykü toplamı "Yüklük"

Ahmet Büke'nin son öykü toplamı okuyucu karşısında: "Yüklük". Büke, yayımlanan bu son öykülerinde çok defa yazılmış, üzerine çok tartışılmış ve kronikleşmiş yani, bildiğimiz dertler etrafında dolaşırken çok da dikkat çekmeyecek ayrıntılardan kendine has bir öykü evreni yaratıyor.

Eray Ak/Cumhuriyet Kitap Eki

Memleketin gör dediğini yazan

Ahmet Büke ilk öyküsünü otuz iki yaşında yazdı; bundan yaklaşık on iki yıl önce. O günden bugüne de yazmaya devam ediyor Büke. İlk öykü toplamı İzmir Postası'nın Adamları'ndan bu yana, hemen her yıl, düzenli olarak öyküleriyle buluşturdu okuyucusunu. Buna bağlı olarak da on iki yıllık yazı yaşantısına yadsınamayacak sayıda kitap sığdırdı: Yedi öykü toplamı, bir de gençlik romanı...

Büke, genç bir öykücü olarak çıktığı yolda, her öyküde, her kitapta biraz daha üstüne koyarak ilerliyor. Her durakta da bildiğimizi sandığımız, "bizden" bir dünyanın kıyıda köşede kalmış bir ayrıntısını kendi dünyasına ekleyerek ardında bıraktığı mesafeleri zenginleştiriyor. Kat edeceği mesafelere de yine bu ardındaki zenginliğin ışığıyla bakmayı biliyor. O zenginliği oluşturanları aramaya çok gerek yok. Ahmet Büke Doğu Batı göz etmeden toprağı Türkiye'yi anlatmayı sürdürüyor.

İlk öykü kitabından bugüne hep bizi yazdı Büke. Yan komşumuzu, geldiğimiz mahalleyi, unuttuğumuz köyü, belki bir fotoğraftan görüp benimsediğimiz o düşlenen ülkeyi... Ama düşlenen bir ülke de olsa Ahmet Büke'nin yazdığı, vatandaşları yine bizdik çünkü öykü (b)esini biziz. İşte tam da bu yüzden her kitabında tanıdığımızı sandığımız bizi, yeniden tanıtıyor bize Ahmet Büke.

TÜRKİYE KADAR...

Şimdilerde yeni yayımlanan öykü kitabı Yüklük için de durum değişmiyor. Ahmet Büke, çok defa yazılmış, üzerine çok tartışılmış ve kronikleşmiş yani, bildiğimiz dertler etrafında dolaşırken çok da dikkat çekmeyecek ayrıntılardan kendine has bir öykü evreni yaratıyor. Bir askerlik hikâyesi anlatıyor, çocuk işçilerden dem vuruyor ya da çocuk mahkumların içler acısı dünyasından bahsediyor... Hep bilindik, hep dilde kalan sıkıntılar bunlar Türkiye için. Ancak Ahmet Büke öyle ince bir damar yakalıyor ki bu sürekli konuşulan konular yepyeni bir boyut kazanıveriyor. Yalnız bu yeni öykülerde, Büke'nin diğer öykülerine göre biraz daha farklı bir durum var. Yüklük'te bolca "ironi" katmış sepetine yazar. Yaşamın, ülkenin Ahmet Büke'nin aynasından yansıması bu öyküler ve tıpkı yaşam gibi acılar ve hüzünler bir arada, bir denizde buluşuyor. Aynı öyküde, cümle cümleye, kelime kelimeye hep iç içe bu duygular tüm kitap boyunca.

Öykülerin anlattıklarından çok Büke'nin üflediği "ruh" daha ziyade dikkate almamız gereken kanımca. Bu, yazarın anlattıklarına önemli bir "gereçeklik" kattığı gibi aslolarak "his" dünyasında araladığı perdelerde kendini belli ediyor. Ahmet Büke, yara kaşımayı seviyor, Ahmet Büke unutmamayı seviyor, Ahmet Büke unutturmamayı seviyor, Ahmet Büke insanın yarattığı belleği her şeyiyle kabul etmeyi biliyor. "Yazdıkça hatırlar insan" deyip daha çok yazıyor. Edebiyatın yaşama bakışı hatta yaşamın kendisini genişleteceğinin bilinciyle yaklaşıyor kelimelere dökeceği dünyalara. Tüm bunlar da ona, yaşamı bütüncül bir bakışla, bütün cepheleriyle kucaklama fırsatı doğuruyor. Yüklük'teki öykülere baktığımızda da bunu görüyoruz. Geçen yıllarda yayımlanan kitapları da göz önüne alıp bir "Ahmet Büke öyküsünden" bahsedebiliyorsak eğer bu, yazarın yaşamı algılıyaşında önüne çıkanlarla çok ilintili. Tanıdığı, bildiği insanları konuk ediyor öykülerine. Mahalle aralarına sıkışmış olsa da her mahallede yaşanan ve yine o mahallelerin kuytu köşelerine sıkışan küçük kıvılcımlardan yaratıyor öykü evrenini.

Yaşamı ve edebiyatı da bu bağlamda iç içe. Edebiyatı, yaşamı duyumsama biçimi olarak görüyor Ahmet Büke. Bu nedenle de yaşadıkları ya da toplum olarak yaşadıklarımız onun kaleminde mutlaka can buluyor. Bir tarih yansıması diyebiliriz onun öykülerine, belki de yaşanılanlara not düşme çabası ancak her ne olursa bunu edebiyatın sınırları dahilinde yapıyor. Ahmet Büke'nin edebiyat sınırlarını belirleyen tek şey ise Türkiye. Türkiye kadar yazıyor Ahmet Büke; özellikle de Ekmek ve Zeytin'den sonra...

Öykülerdeki o "tanıdık" hava da yine aynı şekilde Büke'nin yaşamı her şeyiyle içine almaya çalışan bakışıyla ilgili. O yazdıkça Türkiye çıkıyor ortaya ve kahramanlarla doğal olarak yakın duygu bağları kurabiliyoruz.

KIYI KÖŞENİN DİLİ VE DÜNYASI

Ahmet Büke, bundan üç yıl önce Kumrunun Gördüğü adlı kitabıyla öyküde önemli bir aşama olarak kabul edilen Sait Faik Hikâye Armağanı'na değer görüldüğünde, Seçici Kurul gerekçeli kararında şunları demişti Ahmet Büke için: "Kendine özgü anlatımı ve gündelik yaşamın tarihe tanıklık eden ayrıntılarını işleyen öyküleri nedeniyle Ahmet Büke (...)". Kumrunun Görüdüğü'yle aldı bu önemli ödülü Ahmet Büke belki ama daha öykü yolculuğunun ilk adımlarında kendini hissettirmeye başlamıştı bu özellikleri.

Kendine özgü bir ahenk ve biçim tutturdu yazar öykü serüveninin başından beri. Yaşamın alçaklardan ses verdiği yerlerde alçaklardan, öfkelenip yükseldiği zamanlarda ise yüksekten konuşmayı bildi. Buna bağlı olarak da kendi öykü evreninin yanına kendi dil evrenini inşa etti. Tıpkı öyküleri gibi dili de Türkiye'nin kıyı kenarının, unutulmuşunun bir özeti aslında. Büke'nin dilinde hüzün de, sevinç de, öfke de, argo da hep o "kıyıların" dilinde. İşte tam bu nedenle okuyanlar kendi yankılarını buluyor öykülerde. Dildeki özgünlüğü, buraların nabzını yakalayabilmesinden buluyor. Bilinen ve kendisinin de bildiği dünyalarda, her seferinde yeni bir kapı aralığını keşfedebiliyor Ahmet Büke.

Üstelik bu seferki keşif turunu yalnız da yapmıyor yazar. İki bölümden oluşan kitabın ikinci bölümü "bakiye"de, Ahmet Büke'nin edebiyatında önemli bir yer tuttuğu belli olan sanatçılar, anlatıcımızla küçük buluşmalar gerçekleştiriyor. Bu buluşmalarda konuşulanlar ise bazen ülkeye, bazen balıklara, bazen edebiyata, bazen de sadece eğlenceli sohbetlere gebe. İlk konuk da John Fante. Ardından Vüs'at O. Bener, Sait Faik, Can ve Mutlu Moskova'nın yazarı Andrey Platonov, fotoğrafçı Tina Modotti ve Sevgi Soysal geliyor.

Ahmet Büke'nin kalemine bu sayfalarda konuk olanlarla sohbetleri gerçekten okunmaya değer. En az ilk bölümdeki öyküler kadar, yapıca bir bütünlük oluşturan ikinci bölümdeki öyküler de kitaba ayrı bir renk katıyor.

e.erayak@gmail.com

Yüklük/ Ahmet Büke/ Can Yayınları/ 88 s.