Adnan Özyalçıner: ‘İstanbul sefertası gibi yükseliyor!’
İstanbul denince aklımıza neler gelir? Bazen iki yakayı birbirine düğümleyen bir Boğaz ya da mavinin yerini yer yer yeşile devrettiği bir yarımada, yarımadanın incisi Haliç ve daha nice tarih kokan yerler… Uzun süredir tarihi ve coğrafyasıyla İstanbul’un bu eşsiz güzelliği yara almaya devam ederken tarihi doku, yaşam biçimi, kültürel yaşamı, doğası, kentin yoksullaşması pahasına ekonomik, endüstriyel ve toplumsal konumu hiçe sayılarak “kentsel dönüşüm”lerle plansız yapılanmalarla yok ediliyor. Adnan Özyalçıner, Yok Olan İstanbul’da, bir şehrin izini sürüyor.
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiFotoğraflar: VEDAT ARIK
- İstanbul’a salt bireysel değil, toplumsal olarak sayısız gözle bakan, öyle yaşayan, her daim esinlenen ve kaleminin ucunu kentin harcını betona boğan aymazlara eleştirel doğrultuda sivrilten bir yazarsınız. Yok Olan İstanbul’da, kentin o yok oluşu sahadan hangi tespitlerle nasıl eyleme geçiyor yazar?
İstanbul önceleri az katlı apartman ya da evlerin sıralandığı ağaçlıklı sokaklarıyla vardı. Geniş alanların kentiydi. Yeşil alanları, parklarıyla birlikte. Tepelerini kulelerin, minarelerinin, kubbelerinin yükselttiği bir kentti. Dupduru bir denizin, masmavi bir gökyüzünün kuşattığı.
Kentin alanları daralırken ağacından, kuşundan da yoksun kaldı. Betonlaşan yeşil alanlarla birlikte. Gökdelenler minareli, kubbeli, kuleli tepeleri düzleştirdi. Yeşil tepeler gittikçe karararak gri bir renge büründü. Gökyüzünü de daraltarak.
İstanbul, yaygın bir kentti, şimdi sefertası gibi kat kat yükselerek darlaştı. Gittikçe de daralıyor. Plansız programsız gelişen, İstanbul’u güzelleştirmekten çok çirkinleştiren bu gidişe seyirci kalmamak gerekir. İstanbul’un yok edilemeyen güzellikleriyle zenginliklerine sahip çıkarak.
‘YAŞAMA KÜLTÜRÜ DEĞİŞTİ!’
- İstanbul’u sosyal olduğu kadar, ekonomik, demografik, tarihi ve kültürel açılardan nasıl kıyaslıyorsunuz?
İstanbul’un yüzü değiştirilmeye çalışılırken değişen coğrafyasının yanı sıra tarihsel, kültürel kayıplara da uğruyor. En büyük değişiklik yaşama kültüründe oldu belki. Eskiden bir mahalle kültürü vardı. Evler iç içeydi. İnsanlar gibi. Birbirleriyle dayanışırlardı mahalleliler. Bugün yirmi milyon insan yirmi milyon yere dağılmış. Tek başına. Sefertası gibi yükseltilen apartman katlarında. Ne bir tanışıklık ne bir komşuluk. Gitgide selamlaşmak bile kalmayacak belki de. Konuşup dertleşmek çoktan bitti zaten.
- İstanbul’a ilişkin neleri yazmak ve heyhat neleri yazmamak isterdiniz?
İstanbul’un var olan güzellikleri ile zenginlikleri, vakit geçmeden, yazılmalı yansıtılmalı. Bu güzelliklerle zenginliklerin eşitçe paylaşılabileceği bir İstanbul’u yazmak isterim ben de. İnsanın evi, sokağı, mahallesi, kentiyle barışık olduğu dost bir İstanbul’u.
İnsanın günlük yaşamı eşitçe paylaşmadığı / paylaşamadığı bir İstanbul’u yazmak istemem. Kalabalığı sömürerek lüksünün tek başına keyfini süren insanını. Yazsam bir gün kendi lüksü içinde boğulacağını / boğulacaklarını yazardım.
İSTANBUL PARÇA PARÇA!
- Yok Olan İstanbul’da, olmakta olana ilişkin, o devam eden yıkıcı sürecin geleceğine ilişkin yakın ve uzun vadeli düşünceniz nedir? Koronavirüs salgınının tahakkümündeki İstanbul’u nasıl dinliyor ve yazıyor Adnan Özyalçıner? Dönülmez akşamın ufku mu yoksa hâlâ geç değil mi?
İstanbul yok olmakla, yok edilmekle kalmıyor. Parçalanıyor şimdi de. Kanal İstanbul, ortadan ikiye bölecek kenti. Hoş İstanbul, zaten Boğaz’la ikiye bölünmüş. Bu kez dört parçaya bölünecek. Parça parça yani. Para babalarına peşkeş çekiliyor.
Kısadan bu yapılanlara/yapılacaklara karşı durmalı, kente sahip çıkılmalı diyorum. Uzun sürede ise demokratik, halkçı bir düzen, yaşadığımız bütün haksızlıklara, adaletsizliklere olduğu gibi, bu olup bitene de dur diyebilir ancak.
Koronavirüs kuşatmasındaki İstanbul’da da hastalığın acısını gene kentin yoksul kesimiyle işçiler, emekçiler çekiyor. Öncesindeki kentsel dönüşümlerde çektiği acılar gibi. Koronavirüsle halkın acısı katlanıyor kısacası.
- İstanbul’un beton bloklar arasında sıkışmış insanlarındaki aksileşmeye, yaşamdan soğumaya, katılaşan duygulara nasıl direniyorsunuz?
Dört bir yandan bastıran bir sıkışmışlık içindeyiz. Yoksulun yaşayamaz hale geldiği / getirildiği bir kent İstanbul. Bozuk düzenin çarpık gelişmesiyle mutlu bir azınlık bütün güzelliklerle zenginlikleri tekeline almış durumda. Ezilen çoğunluğun işçilerle emekçilerin kendi elleriyle yarattıkları bu güzelliklerle zenginliklerden paylarını istemek, haklarını almak için mücadele etmektir. Bu konuda direnmek elbirliğiyle olacaktır.
TARİHSEL VE MAVİSEL BİR DÜŞ!
- Çepeçevre surların, tüm kıvrımlarıyla semtlerin, hasılı kılcal damarlarıyla kentin dünkü ve bugünkü durumuna ilişkin paylaştığınız uzak ve yakın tarihi bilgiler kentin bir zamanki durumunun üç boyutlu şeklini de bir harita misali ortaya koyuyor. En büyük darbeyi alanları sıralarsanız hangilerini başlara koyardınız?
Başta yeşil alanlarla ilişkimiz kesildi. Ünlü gezinti yerlerimizden hangisi betonlaşmadan kurtuldu. Çamlıca mı? Kağıthane mi, Boğaziçi’nin hangi semti? Adalar bile kuşa döndürülüyor. Peki üç yanı denizlerle çevrili İstanbul’da hiç plaj kaldı mı? Florya, Salacak, Küçüksu, Sarıyer’in Altınkum’u, Moda, Süreyyapaşa plajları nerede? Kala kala Caddebostan Halk Plajı’nın bulanık denizine mi kaldık?
- Son olarak bir düş kuralım ve ideallerdeki İstanbul’u anlatmanızı rica edelim bir örnek güzergâh çizerek... Nereden, hangi semtlerden başlardınız o düşü kurmaya?
Haliç, iki yakasındaki Fener, Balat, Kasımpaşa, Hasköy, Eyüp Sultan’ı, Sütlüce’siyle başlı başına bir güzelliktir. Bir de başına bir taç gibi oturan Piyerloti olunca. Bir sabah, erkenden Piyerloti sırtlarından güneşin doğuşunu izlemenin mutluluğunu, yeni bir güne başlamanın umudunu kimse alamaz elinizden burada.
Haliç’in üstü yedi tepesi ile suriçi: Karagümrük, Fatih, Aksaray, Kocamustafapaşa, Yedikule, Samatya, Beyazıt, Sultanahmet, Eminönü, Liman, Galata, Sarayburnu’ndan sonra karşı yaka: Kadıköy. Gölgeli cami avlularıyla güneşli alanlarında uçuşan güvercinleriyle.
Kalan güzellikleri, her iki yakasını bezeyen semtleriyle Boğaziçi: Üsküdar, Bebek, Rumeli, Anadolu Hisarları, Kandilli, Emirgan, Kanlıca, Sarıyer, Beykoz kıyılarıyla Anadolu, Rumeli Kavağı’na uzanır. Geceleri, ağaçlıkların arkasından sapsarı, testekerlek bir ay doğar. Gökyüzünde yükselip Boğaz’ın sularında parıldayarak akar gece boyunca. Kimse engel olamaz buna.
Uzayıp giden masmavi bir denizin ortasında, çam ağaçlarına sarınmış, güneşte parıldayarak inci bir gerdanlık gibi sıralanmış, çevresinde kanat çırparak dolanan martılarıyla yüzen Adalar tamamlar İstanbul düşümüzü.
Yok Olan İstanbul / Adnan Özyalçıner / Evrensel Basım Yayın / 116 s. / 2020.