Kemal Kılıçdaroğlu'nun Ankara'dan İstanbul'a gerçekleştirdiği Adalet Yürüyüşü dört yaşında
Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde gerçekleştirilen Adalet Yürüyüşü'nün ardından dört yıl geçti. Gazetemiz yazarları Şükran Soner, Ali Sirmen, Emre Kongar ve Orhan Bursalı, yürüyüş ve sonrasını değerlendirdi.
cumhuriyet.com.trAdalet Yürüyüşü kararı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun MİT tırlarının durdurulmasıyla ilgili davada tutuklanmasının ardından alındı. Yürüyüş Ankara’da başlayan, çeşitli isimlerin ve grupların katılımıyla büyüyen, İstanbul’a kadar süren “adalet” talebiyle gerçekleşen sivil yürüyüş olayıdır. Yürüyüş, 15 Haziran 2017’de Ankara’da Güvenpark’ta başladı ve 9 Temmuz 2017’de Maltepe’de sonlandı. 420 kilometrelik yolu 25 günde yürüyen Kılıçdaroğlu, yürüyüşün sonunda Maltepe’de bir miting de düzenledi.
‘SİYASETE AHLAKI, HUKUKU GETİRMENİN İLK ANLAMLI ETKİLİ UYARISIYDI..’
ŞÜKRAN SONER
Bugünün siyasi gündemine, iktidarları erki üzerinden yaşanan hak-hukuk, adalet ihlalleri, yolsuzluklar, hele de mafya düzeni kıskacında tanıklıklar, yaşanan ağır tartışmalara bakarak, Kılıçdaroğlu’nun Ankara-İstanbul Adalet Yürüyüşü’nün sonuçları üzerinden, başlığa aldığım değerlendirmeyi, amacı, etkinliği üzerinden olmasa da bugün gelinmiş noktadaki sonuçlar üzerinden fazla “Polyannacılık” olarak görenler çıkabilir.
Toplumsal gelişmelerin bütünlüğü içinde, dönemeç taşı etkisi yapmış, rol model oluşturmuş çıkışları, doğru okumak, hele de yol gösterici, ders oluşturucu nitelikleri ile değerlendirmek, yeni yapılması gerekenler üzerinden de çok öğretici, bir o kadar işlevsel olabilir. 15 Temmuz FETÖ’cü darbesinin sadece, Amerikancı darbe yaygın kokusu, kanlı sonuçları, ortak toplumsal direnişle durdurulmuş olmasının sıcağında; muhalefetin “20 Temmuz 2. darbesi” kavramı ile anlatmaya çabaladığı, demokrasi, hak-hukuktan ağır kopuşların gerçekleri ile yüzleşmek, hele de toplumsal algının oluşturulması siyaseten öylesine kolay bir iş değildi.
FETÖ’cü darbeyi de heveslendiren, partili, dünyadaki en ucube başkanlık rejimi modeli ile, cumhur cephesi ittifakı içinde, önce olağanüstü haller gerekçeli, arkasından kararnamelerle yönetme, Meclis’in iradesini, yasa yapma yetkilerini dibe vurduran, hak-hukuk, demokrasiyi yok edebilme gücünü algılayabilmek öylesine kolay bir iş olmasa gerek. Saray, tek adam rejimi suçlamasının haklılığının ilk anlamlı, işlevsel karşı duruşuna ayna tutan eylem sorusunun karşılığı oldu Ankara yürüyüşü. Elbette tek başına CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun kararlı duruşu olarak açıklanacak değil. Her aşamasına katkıda bulunan siyasetten demokratik örgütlenmelere, sivil halka uzanan, birkaç yüzlerden birkaç yüz binlere ulaşabilen katılımcı kitlelerin, halkın doğrudan katılımı ve gücünün paylarıyla birlikte..
Önemli bir ayraç oluşturmasında, katılımcılarının tümünün payları yadsınamaz. Doğal olarak iktidar erkinin giderek otoriterleşmede sınır tanımazlığını besleyen boyutlarıyla birlikte, o günlerden bugünlere gelişte tüm yaşananların etki-tepki süreçlerini, birbirlerine eklemlenen toplumsal gelişmelerin halkalarını da bir o kadar dikkatle okumak yaşamsal değerlerde. Doğruları, yanlışlarıyla, zikzaklarıyla..
Nasıl ki günün koşulları, dinamikleri içinde Meclis’te siyasi partiler arasında kendiliğindencesine, Cumhuriyetin Gazi Meclisi’nden esinlenmiş duygularla yaşanan siyasal dayanışma, buluşma ile sokaktaki insanların kendiliğinden direnme reflekslerinin gücüne saygı duymak, şapka çıkarmak doğru dürüst olamadıysa.. Otoriterleşmeye kayış tutkusuna fren yapılamayıp demokrasi, hak-hukuk ihlallerinde adım adım yürünerek günümüze uzanan çok çatışmacı, bambaşka koşullar, düzene geçişlerin sayısız adımının atılmasından vazgeçilemediyse..
Dünya ile ülkemizin iç dinamiklerinden gelen sorunların ağır baskılamalarının içinde, kimileri çıkış umutları adına atılmış adımlar da içinde, “demokrasi, hak-hukuk” eksen yapılmadan atılan kimileri gerçekten iyi niyetli olsa bile atılan adımların, ülkemize doğru, haklı katkılarından söz etmenin olanağı yok. Önü-arkası doğru okunamamış, taşları doğru yerlerine oturtulamamış adımların kısa dönemli getirilerinin, uzun dönemli götürülerinin olmaması söz konusu olamıyor.
Kirlenmenin katlanılmaz, dayanılmaz yoksullaşma, yoksullaşma sonuçları, mafya düzeni üreticiliği de içinde, günümüzün iç-dış politika tahterevalileri de içinde, her okumanın turnusal kâğıdının demokrasi, hak-hukuk düzeni önkoşullarını asla ve de asla unutmamak gerek..
HÂLÂ ADALET PEŞİNDE
ALİ SİRMEN
En sonda söylenecek olanı en başta dillendireyim: Akıllı bir adam nerede ve ne zaman adalet peşinde yürüyen birini görürse mutlaka ona destek verir, çünkü o bilir ki hiç tanımadığı, daha önce hiç görmediği kişinin peşinde koştuğu adalet, mutlaka bir gün kendisine de yarayacaktır. Evet, “her koyun kendi bacağından asılır” toplumlarında bile “herkesin adaleti kendine” değil, “herkesin adaleti herkese”dir.
İşte bu nedenle dört yıl önce kendini adalet peşinde yollara vurmuş bir adama, herkesin vermesi şart olan desteğimi vermeye hazır olduğumu, birkaç kilometrelik sembolik bir katkıyla göstermek üzere koştum.
Koştum, çünkü biliyordum ki o hepimiz için adalet arayışındaydı.
Koştum, çünkü biliyordum ki o gün de belirttiğim gibi, ancak bütün Türkiye, hepimiz birlikte yürüdüğümüzde peşinde olduğumuz adaleti yakalayabilirdik.
Koştum, çünkü biliyordum ki demokrasi savaşı ancak insanların değil, düşüncelerin ve kavramların peşinden gidildiğinde kazanılabilirdi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Haziran 2017’de Ankara’dan başlayan ve 9 Temmuz 2017’de İstanbul Maltepe’de sona eren Adalet Yürüyüşü’nden söz ediyorum.
MİT TIR’ları adıyla anılan ve Türkiye’den Suriye’deki teröristlere silah ve malzeme sevkıyatını içeren haberleri, Cumhuriyet’in o zamanki Genel Yayın Müdürü Can Dündar’a verdiği gerekçesiyle adil olmayan bir kararla hapse atılan Enis Berberoğlu’nun uğradığı adaletsizliği protesto etmek için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ankara’dan başlayan Adalet Yürüyüşü’ne 13. gününde Bolu Dağları Kayaşlı etabına birkaç kilometrelik sembolik katkı verdim. Katılırken de tartışma konusu olayla da ilgili, adalet mağduru olarak, Cumhuriyet’te o sırada görev yapan diğer bazı arkadaşlarıyla birlikte Silivri’de tutuklu olarak yatan Cumhuriyet çalışanı Kadri Gürsel için Galatasaraylı sınıf arkadaşlarının, geleneksel Galatasaray Pilav günü için yaptırdıkları, üzerinde fotoğrafı ve de “bizdendir” ibaresi bulunan dayanışma gömleğini, haksız adaletsiz yere yatanların hepsiyle dayanışmamı da belirtmek için üstüme giyip yola düştüm.
Bugün Adalet Yürüyüşü’nün başlayışının dördüncü yıldönümü.
Dünyada ve Türkiye’de büyük ilgi uyandıran ve destek bulan yürüyüşe ülkemizde çok sayıda vatandaş yürüyerek katıldı veya çeşitli şekillerde katkı verdi. Ama Adalet Yürüyüşü’nde bütün Türkiye birlikte yürümedi.
Yürüyüşün başlamasının üstünden dört yıl geçti.
Olayın üstünden dört yıl geçtikten sonra da hâlâ aranan adalet bulunmuş değil, adil yargı ihtiyacı o dönemdeki kadar yakıcı.
Bütün bunlar yürüyüşün kısa dönemde amacına ulaşmadığını gösteriyor. Ama bu arada görmezden gelinmemesi gereken nokta, o yürüyüşteki iradenin ve desteğin hâlâ hem de artarak sürmekte olduğudur.
Türkiye’de demokrasi ve onun onsuz olmazı adalet isteyenlerin tepkileri gittikçe büyüyor.
Bu arada adaletin bir bedeli de olduğu görülüyor.
Gelişen son olaylar, toplumun artık bu bedeli anladığını ve demokratik mücadele yoluyla ödemeye hazır olduğunu gösteriyor.
“Bugüne kadar ödenen bedeller boşa mı gitti” sorusu anlamsızdır. Çünkü bilanço henüz çıkmış değildir. Çıktığında zaten genel tutara dahil olan o bedellerin de nihai bilançoya dahil olduğu anlaşılacaktır.
Dördüncü yılında Adalet Yürüyüşü’nü, adalet savaşımının önemli bir kazanımı olarak anıyor, adalet peşinde yürüyüşümüzü hâlâ artan bir azimle sürdürüyoruz.
ADALET YÜRÜYÜŞÜ’NÜN DÖRDÜNCÜ YILI
EMRE KONGAR
Telefonum çaldığında, sevgili dostum, Cumhuriyet’in Eski Genel Yayın Yönetmeni, CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, beni Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’ne davet ediyordu.
Yürüyüş başlayalı birkaç gün olmuştu.
Uygun gördüğüm bir gün İstanbul Milletvekili, genç ve dinamik avukat Sera Kadıgil, beni evden alıp yürüyüşe götürecek, akşama da geri getirecekti.
Doğrusu başta bir hayli tereddüt etmedim desem yalan olur:
Hem bel fıtığım var, uzun zaman ayakta duramıyorum.
Hem yüksek tansiyonum ve KOAH hastalığım var; sıcakta güneş altında uzun süre kalmam ve zorlanarak yürümem olanaklı değil.
Fakat hem “Adalet” konusunda CHP’ye destek verebilmek hem de gazeteye bir özel röportaj yapabilmek uğruna “Ne olursa olsun” diyerek, yürüyüşe katılma önerisini kabul ettim.
Hemen gazeteyle konuştum, Kılıçdaroğlu’yla bir de özel söyleşi yapacaktım.
Kararlaştırdığımız gün, Sera Kadıgil kendi arabasıyla geldi, yolda sevgili Genco Erkal’ı da aldık, güle oynaya yola koyulduk.
Yürüyüş belli noktalar arasında molalar verilerek yapılıyordu.
Biz bu mola noktalarından birine geldiğimizde beni hemen Kılıçdaroğlu’nun yürüyüş için hazırlanmış olan minibüsüne aldılar.
Doktorlar yeni gelmiş olan Kılıçdaroğlu’nu hem muayene ediyor hem de rahat ettirmeye çalışıyorlardı.
Kısa bir süre sonra söyleşiye başladık.
İlginç vurgularla hem Enis Berberoğlu’na yapılan haksızlığı konuştuk hem de genel olarak adalet kavramını.
Söyleşiyi bitirdikten sonra, istirahat etmesi için Kemal Bey’i yalnız bıraktım ve mola yerindeki dostlarla buluştum.
Mola yerinde, kendi minibüsüyle gelmiş olan sevgili dostum, Eskişehir’in efsane Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’le de uzun uzun sohbet etme fırsatı buldum.
Dostlarla fotoğraflar çektirdik ve bir süre sonra da yürüyüşe başladık.
Uzun bir süre, ben, Kemal Kılıçdaroğlu, Yılmaz Büyükerşen ve Genco Erkal kol kola yürüdük.
Bu arada birçok fotoğrafımız da çekildi.
Elbette bütün yürüyüş boyunca, kol kola gitmek olanaklı değildi.
Bir süre sonra ben elimde “Adalet” yazan bir pankartla yalnız yürümeye başladım.
Fakat çok kısa bir süre sonra, karşıdan gelen sert rüzgâr pankartın sopasını kırdı ve sapı kırıldığı için pankartı elimde tutmam çok zorlaştı.
Tam bu sırada çekilen bir fotoğrafım, rüzgâra karşı olan mücadelemi yansıttığı için, “Atılımcı ve mücadeleci bir yürüyüş görünümü” ortaya çıktı.
Sonradan bu fotoğraf çok ünlü oldu.
Yolda hem solumuzdan akan trafikteki şoförler hem yolun sağına dizilmiş bizi bekleyen insanlar sürekli olarak olumlu tezahürat yapıyorlardı.
Hiçbir olumsuz tepkiyle karşılaşmadık.
Kılıçdaroğlu’nun yiğit polis korumaları her an arkamızdaydı.
Bütün polis teşkilatı gerçekten çok olumlu bir görev yerine getirdi bütün yürüyüş boyunca.
Yeni mola yerine gelince, yeniden Genco Erkal ve Sera Kadıgil ile buluştuk ve İstanbul’a döndük.
Ertesi gün hem benim söyleşim Cumhuriyet’te yayımlandı hem de fotoğraflarımız bütün medyada yer aldı.
Ben de ayrıca “Adalet Yürüyüşü AKP’nin Kimyasını Bozdu” diye bir yazı yazdım.
Ünlü gazeteci sevgili dostum Uğur Dündar, “Madem Emre Kongar Hoca hasta hasta yürüyüşe katıldı, o halde ben de gidiyorum” diye sosyal medyada yürüyüşe katılacağını ilan etti ve o da birkaç gün sonra yürüyüşün bir etabına katıldı.
Yılmaz Özdil, sonradan, “Adalet Yürüyüşü Emre Kongar’ın ve Uğur Dündar’ın katılımlarıyla medyada olay oldu” mealinde bir yorum yaptı.
Yürüyüş İzmit’e ulaştığında da Merdan Yanardağ ile birlikte TELE 1 için Kılıçdaroğlu ile özel bir söyleşi gerçekleştirdik.
Hiç kuşkusuz, biz ve öteki “medyatik ünlüler”(!) katılmasaydı da Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü Türkiye’nin siyasal ve hukuk tarihinde önemli bir noktaydı.
Ne yazık ki, yürüyüşten sonra, Maltepe’deki görkemli bir mitingden ve Çanakkale’de yapılan ama pek de ses getirmeyen bir sempozyumdan başka bir biçimde bu eylemin arkası getirilemedi.
Oysa örneğin belli aralıklarla 81 ilde, kent meydanlarından o kentin adalet sarayına kadar yürüyüşlerle konu gündemde tutulabilirdi.
DÖRT YIL İÇİNDE ADALET ÜZERİNDEKİ SİYASİ VESAYET KATMERLEŞTİ
ORHAN BURSALI
Kılıçdaroğlu tüm ülkede büyük heyecan yaratan Adalet Yürüyüşü’ne başladığında ülkede yüz binleri, milyonları harekete geçirdi. Ülkedeki adaletin, yargının üzerindeki siyasi kumpasa karşı yürüyüşün o sıradaki güncel nedeni Enis Berberoğlu’ydu. MİT TIR’larıyla ilgili somut kanıtı olmayan bir dava ile Berberoğlu mahkûm edilmişti.
Delil olmayınca, bu iktidar zamanında adalete/yargıya “kanaate dayalı” mahkûmiyet düşüncesi, yaptırımı dayatılmıştı. Türk hukuk sistemi kanıta dayalı işlerken, iktidarın siyasi davaları kanaate dayalı, talimata dayalı iş görüyordu. Berberoğlu davası bu hukuk iğfalinin tipik örneğiydi.
Kılıçdaroğlu bir gecede karar veriyor ve Ankara’dan İstanbul’a Hak ve Adalet Yürüyüşü’nü başlatıyordu. Ve CHP hızla organize oldu; 25 günlük yürüyüş Maltepe’de muazzam bir mitingle sona ererken, ülkenin en temel yasal- Anayasal sorunu kitlelere mal edildi. Ülkenin dört bir tarafından yüz binlerce milyonlarca insanın desteği ile CHP ve lideri tarihinin en büyük eylemini gerçekleştirmişti.
Bu yürüyüşe Bolu-Düzce’de katıldık, Kılıçdaroğlu ile yürüdük, aynı haksızlıklar Cumhuriyet’e karşı da yapılıyordu ve aslında yürüyüşe neden olan konunun bir parçasıydık.
Burada önemli olan, bugünden geriye baktığımızda, iktidarın milyonlarca insanın bu haykırışlarından bir ders çıkarıp çıkarmadığıdır. Siyasi ilişki ve yönlendirmelerden arınmış, adil, yasalara anayasaya uygun adalet dağıtan bir adalet mekanizmasının işlemesine fırsat verilip verilmediğidir. Haklar ve özgürlükler açısından adalet mekanizmasının düzgün işlemesinin sağlanıp sağlanmadığıdır.
Ne yazık ki, hayır. İktidar şöyle diyor: Ne kadar yürürsen yürü, ne kadar haykırırsan haykır, ben bildiğimi okurum. Adaleti kendi iktidar çıkarlarıma göre düzenlerim. Artık adaletin de kesin vasisi benim. Her şey benim vesayetim altındadır.
Yargı üzerine örülen adeta bir “siyasi kumpas”tı. İktidar kendine bağlı bir yargı oluşturmuştu.
Dört yıl içinde bu vesayet geliştirildi.
2017 Anayasa Referandumu ile tüm yargıyı tepeden tırnağa Saray’a bağlayan bir anayasa değişikliği ve tek adam rejimi ile vesayet kökleştirildi.
Ülkemizde kurulan rejim, halka kapalıdır, siyasi diyaloğa kapalıdır; öğrenmeye işbirliğine, ülkemiz çıkarları için demokratik görüşmelere kapalı bir rejimdir.
Meclis’te 19 yıldır muhalefetin tek bir yasa önerisine, Meclis Araştırma Komisyonu kurulması önerisine evet dememiş bir rejimdir.
Hak ve adalet arayışı, sadece siyasi konularda değil, pek çok konuda, özellikle parasal konulara da genişlemiştir.
FETÖ borsası bunlara örnektir. Adalette, pek çok konuda ve mahkemede “ver parayı kurtul” dönemi işlemektedir.
Rejim, adaleti, iktidarda kalabilmenin bir aracı olarak bile kullanmaktadır. Yüksek Seçim Kurulu’ndan tutun, pek çok konuda, mesela yolsuzlukların araştırılmasında çok sayıda örnekler yaşıyoruz.
Adaletin, ancak yargı üzerindeki siyasi tasallutun-vesayetin sona ermesiyle sağlanabileceği bir Türkiye’de daha çok yaşar olduk bu dört yıl içinde...