Acılı bir geçmişin lirik şiirleri
Adnan Özer'in dizelerinin yer aldığı “Yol Şarkıları”, Balkanlar’dan Anadolu’ya (tabii Trakya dâhil) göçen göçmenlerin acılarını anlatıyor.
Yusuf AlperBu süreçte olası ki derin acılar çekti. Tıpkı Freudcu psikanaliz sürecindeki bireylerin çektiği sıkıntı gibi. Kendini yeniden yapılandırma, yapma, oluşturma eylemi sıkıntısız olamazdı. O sanki kendine otoanaliz yaparak bunu sağladı ve yeni bir kimlik oluşturdu. Cemal Süreya der ya “Bir gün Dostoyevski okudum/ o gün bu gündür huzurum yok!” Olası ki o da benzer şeyler yaşadı ve derin bir huzursuzluğun kuyusuna düştü. Gurbet burcundan hızla Hasret’e geçmişti. Derin acılar çekti. Kuyuların en dibini buldu, yaşadı. Birkaç kitaplık Hasret burcu sürecinden sonra Veda Şiirleri’yle (1999) Necatigil’in Hikmet burcuna ulaştı. Yol Şarkıları (YŞ) da aynı burcun kitabı ve Veda Şiirleri'yle (VŞ) yakınlığı var. Her iki kitap da geçmişin muhasebesini yapıyor ancak YŞ daha çok Balkanlar’dan Anadolu’ya (tabii Trakya dâhil) göçen göçmenlerin acılarını anlatıyor.
YEDİ BÖLÜMLÜK KİTAP
Özer, geçmişten getirdiği yöresel kaygıları, göçmenlik acılarını hep kalbinde taşırdı. Toplumun unutuğu vicdan, merhamet gibi şeyleri bize anımsattı. O zaten hiçbir zaman unutmamıştı. “Toplumun vicdanı vardı eskiden” der gibi yakındı: “Demem o ki /gözyaşlarının gücü vardı eskiden” (VŞ). Zaman zaman topluma, şairlere küstü, çok az şiir yazdı. Şair dostlarının ısrarıyla son dönemde yazdığı şiirlere on yedi yıllık aradan sonra Yol Şarkıları'nda (YŞ) yer verdi.
Yol Şarkıları, yedi bölümden oluşuyor. Arada “Hikâye” başlıklı bir bölüm var. İki şiirsel metin, göçmen yaşantısı ve acılarından söz ediyor. Diğer bölümler de çocukluğunun geçtiği yerler, yollar, insanlar; Balkanlı şair dostunun evi, büyük şehrin kenar mahallesindeki insanlar, akrabalara ilişkin şiirler, son bölümde ise Batman sürgünü ve o sürgünün kahramanı; babası İsmail Özer’in da anlatıldığı “Sürgün” bölümü: “İsmailin oğlu, Halil’in, Mehmet’in torunu/ İnsanlar onu kovaladı, o insanlığı sordu// Şimdi hasır örüyor dizleri türkülerden nasır/ kütük çekiyor köklerini saklayan bir ırmaktan/ hastalık kapıyor şehrin akşamüstü karaltılarından/ iniyor boynuna her köşeden bir erguvan satır// Bizim oralardan aldım ben bu renkleri; Adnan Özer derler ‘nevi şahsına münhasır”/ yurtsuzluktan hayta, özlemden ahmak/ gözleri hâlâ o kalaylı bakırdadır...” (s. 14).
Kitap genel olarak göçmenliğin acısı, kaygısı, yaşantı ve geçmişin nitelikli eşyalarıyla bir duygu durumunu anlatırken humor duygusunu da çok yerinde kullanıyor. Boynuna inen erguvan satırların psikodinamik açıdan çok anlamı olmalı. Göçmenlik duygusu hiç bitmez mi? Bitmiyormuş, onu anlıyoruz. Dünyanın her yanında, hep göçmenlik duygusunun şiirlerini yazmış Adnan Özer. Abartmış mı? Bana göre biraz öyle. Ama sanatta abartı olmaz mı? Olur. Ben daha mı az göçmenim? “Dünyanın bütün dağlarındaki yalnız ağacım” diyen bir şair olarak. Belki ben ya da Edip Cansever’deki varoluşsal kaygılarla yazılan şiirlerde soyut bir sürgünlük, “dünyaya fırlatılmışlık” var. Ama Adnan’ın şiir öznesi somut bir biçimde fırlatılmış, göçmen; yetmemiş sürgün. Babanın bir nedenle memur olarak Batman’a sürülmesiyle ilgili bir şiir de var.
ÖZER'İN KENDİSİNE BATIRDIĞI ÇUVALDIZ
Arkadaşlığın, dostluğun, nasıl derin bir duygu olduğunu yaşayarak öğrenmiş Adnan. Esmer, iri yarı gençler arasında, sarışın, renkli gözlü, cılız bir çocuk, delikanlı adayı. Ayakta durmak zorundaydı ve en bitirim arkadaşlar edindi. Siyasal kimlik edindi. Toplumsal sorunlara karşı duyarlı bir genç oldu. Sonra da şiirler yazdı: “... sarı kırlara açılan yollarında Batman’ın/ işsiz hokkabazlar gibi dolaşan o çocuk/ bendim. Boyumdan büyük efkarla demlendim// ... Ve bir fısıltı rakının serap denizinden/ Daha var, daha var acıyla adam olmaya...// ... Bu sonsuz göçmene bütün tarifeler boş/ her yere gidebilir ki onlar hiçbir yerlerdir/ Yağmura tutunur, ıslak trenlere, belki bir meraka/ Neler neler geçer aklından ki hepsi ara seferlerdir/ olmayan bir güzergâhta...” (s. 59-63).
Yine humor, yine kendisine batırılan çuvaldız, yine olmayan yolların garip yolcusu. Trajik durumunun farkında oluş. Yaratıcı süreci başlatan, hızlandıran,üst düzey ego savunmaları; yüceltme, elseverlik ve humor. Bilgece söyleyişin temel yapı taşları.
İstanbul’a üniversite için geldiğinde bir bilinç oluşmuştu. Bu bilinç ve biraz da girişken yapısıyla politik olana daha çok ilgi duydu. Sonra estetik olanla politik olanın farkına vardı. Ama insanı psikososyal yanlarıyla bir bütün olarak algıladı ve bunu hep göz önünde tuttu. Batı karşısında ezilmişlik duymak kötü bir şeydi.
Doğunun, Afrika’nın, Latin Amerika’nın edebiyatına, şiirine ilgisini yoğunlaştırdı. Neruda, O. Paz, Lorca, A. Machado, J. Marti, F. Pessoa gibi birçok önemli şairden şiirler çevirdi, kitaplar yayımladı. Türk şiirinin de taklit değil kendinin olanla daha iyi bir yere varacağını düşündü, yazdı. Şiire başladığındaki folklorik ilgisini geleneksel olana yoğunlaştırarak, geleneksel özellikler taşınarak da pekala modern şiir yazılabileceğini gösterdi. Çağrışıma dayalı, imgeye çok önem veren şiirler yazarken de anlamı hiçbir zaman dışlamadı. Meselesi olan bir şiir yazdı. Tabii ki anlama geniş açıdan baktı: “İstanbul, dönmesem sana/ Dönmesem çirkin ekmek kavgasına/ Annemi aldın/ Bir karım vardı dağ arpası saçlı, onu da aldın/ Dökülür şimdi ıslığım ayazın ırmağına/ Ah Trakya, kumru cumalar, üveyik cumartesiler ülkesi/ Cesedim dönecek elbet sana, göçmenliğe hatıra...” (s. 16).
YŞ, bu anlayışın şiirleriyle dolu. Bu kültür, bu tarih ve coğrafyanın, lirik, naif şiirleri. Nostalji az da olsa var denebilir. Ancak temel öge geçmişe özlem değil, elde tutulması gereken olumlu insan özelliklerinin ellerimiz arasından uçup gitmesi. Yılın önemli şiir kitaplarından biri olacağını düşündüğüm Yol Şarkıları çok okunmalı. Umarım yeni bir kitap için böylesine uzun yıllar beklemeyiz.
Yol Şarkıları/ Adnan Özer/ Everest Yayınları/ 64 s.