Acılar yine tazelendi
Madenci aileleri, kararın açıklanmasıyla birlikte öfke seli ve sinir kriziyle kendilerini salonun dışına attı.
Hakan DirikGelmeyeceğini bildiğin sevdiğini beklemek kolay olmasa gerek. Onlar için durum çok daha zordu; “adalet” bekliyorlardı, ama gelmeyeceğini bilerek.
4 yıl önce kimi evladını, kimi eşini, -yazması bile acı veriyor- kimi de babasını kaybetmişti Türkiye’nin en büyük iş cinayetinde. Sevdikleri, bir avuç kömür için bir ömür vermişti. Onları katledenlerin hak ettiği cezayı almaları için bekliyorlardı adaleti.
Gelse bir nebze de olsa içleri soğuyacaktı, ama gelmeyeceğini bilmek yangınlarını daha da harlıyordu. Soma’da yitip giden 301 can için 51 kişi yargılanıyordu, ama sanık sandalyeleri neredeyse bomboştu! Çünkü ne “hadi hadi” diye bağırarak madencileri aşırı çalışmaya zorlayan taşeron vardı sanık sandalyesinde, ne de adım adım gelen katliamı görmezden gelen kamu denetçileri. İş güvenliği belgelerine “kağıt üstünde” imza atanlar da ortalıkta görünmüyordu. Kurulan rant çarkının dönmesinden bırakın rahatsızlık duymayı, kolaylaştırıcı olarak görev yapan tek bir siyasi bile yoktu sanık sandalyesinde. Ama madenci yakınları yine de adalet bekliyordu, gelmeyeceğini bilerek. 4 yıldır mahkeme salonlarında, mahkeme heyetini “sancı tutunca” 3 gün 2 gecedir Umut Parkı’ndaki “nöbette” bekliyorlardı. 13 Mayıs 2014 akşamı ve devamındaki hafta boyunca Soma’da tarifsiz acılara tanıklık ettikten sonra irtibatı koparmadığımız İsmail Çolak, oğlu Uğur için adalet bekleyenlerden. Duruşmaya girerken “tiyatro” diye nitelendiriyordu yaşananları. Sanık sandalyesinde oturanların da yargılamanın da “eksik” olduğunu vurguluyordu.
Yalnızca karar için toplanılmıştı. Ancak gereği ailelerin umduğu gibi düşünülmüyordu. 10-15 yıllık birkaç cezayı ve aralarında “büyük patronun” da olduğu 37 sanığın beraatını duyunca, heyet değişikliğinden, mahkemenin uzatılmasından, ertelenmesinden zaten kuşkulanan aileleri tutmak mümkün olmuyordu. Avukatlar da mahkemeye tepkisini ailelerin yanına geçerek gösteriyordu. Herkes ayaktaydı, ama mahkemeye saygıdan değil, adaletsizliğe tepkiden. Su şişeleri havada uçuşuyor, polis kalkanları ailelere doğru kalkıyordu.
Ancak yine de aralarından biri mahkeme heyetinin tam arkasına “Adalet devletin temelidir” yazısına isabet ediyordu. Yazı ıslanıyor, “adaletin” gözü yaşlanıyordu. Oğlunu madene kurban veren Elmas Teyze, 4 yılı aşkın süredir beklediği kararın böylesine olumsuz çıkmasını “Ankara’dakilere” bağlıyor... Eşini kaybeden Gülizar Sal, “301 canın karşılığı bu mu?” diye feryat ediyordu. Durmuş Sidal, sanık sandalyesinde hiçbir kamu görevlisi ve siyasetçi oturmadığını, sistemin “patrondan yana” işlediğini belirterek, emek sömürüsüne “can sömürüsü” eklendiğini vurguluyordu. Aileler ve avukatlar arasındaki forumda, “Kararlar açıklanınca için soğudu mu?” diye sorduğum “maden şehitlerinden” Ferhat İren’in annesi Birsen Teyze, “Hiç soğur mu, daha acımız tazelendi” diyor, elini göğsüne götürerek “Buramız kor gibi yanıyor” diyordu: “Hiç olmazsa hak ettikleri cezayı alsalardı... Bugün dünya zenginler günü! Bizim çocuklarımız gariban oldukları için bu akıbete uğradı. Katilleri de serbest geziyor.” Eşi Selim Amca söze giriyor, durumu özetliyordu: “Adalet yalnızca duvarda bir yazı!” Duruşmanın yapıldığı salon, bu mahkeme için dönüştürülmeden önce Bülent Ciğeroğlu Kültür Merkezi olarak hizmet veriyordu. Belki de yargıçların bulunduğu yerde o zamanlar “tiyatro” oynanıyordu. Madenci yakınlarının “göstermelik” diye nitelendirdiği cezalar açıklanınca, Çolak’ın benzetmesi, daha da anlam kazanıyordu. Bu ülkede adaletin “yürüyürek” gelmediği görüldü. Akhisar Ovası’nda anlaşıldı ki “bekleyerek” de gelmiyor.
'Patronlar ödüllendirildi'
DİSK Yönetim Kurulu adına Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu Soma Katliamı davasında verilen kararla ilgili yazılı bir açıklama yayımladı. Çerkezoğlu açıklamada “Başından beri bir hukuk skandalı olarak yürütülen duruşma, bu kararla birlikte Soma Davasında adaletin göçük altında kaldığını gösterdi” dedi. Açıklamada şunlar yer aldı: “Başından beri bir hukuk skandalı olarak yürütülen duruşma, bu kararla birlikte Soma Davasında adaletin göçük altında kaldığını gösterdi. Önce Soma’dan kaçırılan, sonra da katliamda sorumluluğu bulunanları yargılama konusu yapmayan mahkeme, bugün açıkladığı kararla birlikte katliama sebep olan maden patronu ve yöneticilerini ‘olası kasıt” üzerinden değil; ‘bilinçli taksir’ ile ‘cezalandırılarak’ adeta ödüllendirildi. Başından beri madenlerde gerekli denetimi yapmayanlar, 301 işçi kardeşimizin Soma’daki ölüm çukuruna girmesine izin verenler, güvencesiz ve taşeron çalıştırma biçimlerini egemen hale getirenler, sendikalaşmanın önüne engeller koyanlar gözden kaçırıldı, dava konusu yapılmadı. ‘Taksir’ kavramı işlenen bir kusuru, yapılan bir hatayı ifade eder. 301 işçinin hayatını basit bir hataya bağlayan mahkemeye soruyoruz: Gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini bilerek ve isteyerek almamak “hata’ mıdır? Yıllık üretim planının neredeyse üç katı üretim yapmak için işçileri zorlamak ‘hata’ mıdır? Soma’da yapılanlar hata değil, insan hayatına kast etmektir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri işverenin insafına terk edilmiş, meydana gelen iş cinayetleri ‘kader, fıtrat’ olarak nitelendirilmiş, katliamda kusuru bulunanlar adalet önüne çıkarılmamış ve katliama adeta davetiye çıkarılmıştır. 301 işçi kardeşimiz göz göre göre gelen bir katliam sonucu hayatını kaybetmiştir. Bunun adı taksir ya da hata değil; cinayettir. Soma Katliamı’nın sorumluluğu mahkeme salonunda yargılanan sanıklar ile birlikte bu katliamın gerçekleşmesine adeta fırsat veren dönemin siyasi otoritesinin ve bu kararı imzalayan mahkeme heyetinin üzerindedir. Soma’nın acısı hâlâ tazedir. Bu kararı kabul etmemiz mümkün değildir. Unutmayacağız, unutturmayacağız, affetmeyeceğiz! ”