AB'nin 'genişleyen' vicdanı

1915’te yaşanan olayları Türkiye’nin önüne getirip uluslararası alanda baskı unsuru olarak kullanmaktan geri durmayan Avrupa, Bosna’da 1990’ların başındaki katliam nedeniyle ruhunu temizlemeye çalışıyor. Katliamla ilgili Hollanda ve Fransa hakkındaki iddialara gelen yalanlamalar kimseyi tatmin etmiyor.

cumhuriyet.com.tr

 

1991–1995... Tarih bile olmadı bu yıllar. Yaşadık. İki milyondan fazla insan evlerinden, yurtlarından oldu. 40.000’e yakını çocuk olmak üzere 300.000 Bosnalı Müslümanın katledildi. 50.000 kadının ırzına geçildi. Elleri bağlı, sıra sıra götürülen sivillerin nasıl kurşuna dizildiklerinin görüntüleri yeni yeni ortaya çıkıyor. Pazar yerlerini kana bulayan bombaları, keskin nişancıların hedefi olan masum insanları dünya izledi. Sarsıla sarsıla ağlayan küçücük, yalnız ne tarafa bakacağını bilemeyen, evrenin ortasında kalakalmış çocuk gözlerini, dövünen, çırpınan, kimini kaybettiğini bile bilemeyen insanları, ölmekten beter utançlarıyla yaşama bırakılan anneleri hatırlayın. Toplama kamplarını, işkenceleri, yokluğu, hastalıkları, çaresizliği... 21 Mayıs 1993'te Zvornik Hastanesi’nde yatan 36 yetişkin ve 27 çocuğu kendi yaralılarına yer açmak için öldüren Sırp milislerin hangi vahşetini sayabilir, yüzbinlerce dramı insanın yüreğini kanatmadan nasıl kısaca hatırlayabiliriz ki? Hala, kimlikleri tespit edilmesin diye uzuvları farklı yerlere dağıtılan cesetlerin çıkarıldığı toplu mezarlarda yakınlarını arayan dağlanmış yürekler, daha mütevekkil, ama unutmamış yüzlerle bekleşiyorlar.

 

NATO’nun ilki...

Hatırlanacaktır, bu sancılı süreç; AGİK ve BM Güvenlik Konseyinin çağrısı üzerine, NATO 12 Nisan 1993’ten itibaren, başlangıçta 50, daha sonra 200’ü aşan savaş ve keşif uçağıyla tarihinde ilk kez bir operasyon olarak icra ettiği, 'barışı uygulama' görevi ile dinginleşmiş, arkasından 1995'te imzalanan Dayton Barış Antlaşması ile nispeten durulmuştur. Ancak Sırplar'ın 1998’in sonlarından itibaren yoğunlaştırdıkları vahşet, NATO’yu yeni bir müdahaleye zorunlu kılmış, NATO 50 yıllık tarihinde yine ilk kez, hem de üye ülkelerin sınırları dışında silahlı bir müdahalede bulunmuştur.

Avrupa ya da AB 1915'leri hatırladığına göre, izlediği, hatta ihmallerini itiraf ettiği bu yılları da unutmamıştır: Şundan belli ki; Sırbistan'ın AB'ye girişi açısından önemli olduğu AB yetkililerince defalarca hatırlatılan, bu trajedinin görünen üç önemli sorumlusundan biri; Sırp lider Radovan Karaciç nihayet yakalandı ve Mahkeme önüne çıkarıldı.

Masum insanların kendi dünyalarına attıkları çığlıklar mı duyuldu? Hayır! Bir pazarlığın kozu olarak, 13 yıl sonra ve tam da zamanında.

Üç açıdan önemli:

- Nasıl bir teselli olur bilinmez ama mahkeme sürecini izleyecek acılı yürekler için bir adalet ışıltısı olarak iz bırakabilir.

- AB, Sırbistan için böyle bir koşulu ileri sürmüş olmakla; gözlerinin önünde gerçekleşen vahşetin sorumlusunu cezalandırmanın avuntusu ile vicdanını rahatlatır.

- Sırbistan'ın AB yolu açılır.

Sonuçlara bakar mısınız? En az yaşananlar kadar acımasız, ürkütücü!

Hukuki süreç zaten 1993'ten bu yana işliyor: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 25 Haziran 1993’te aldığı 827 Sayılı Kararla, ‘Eski Yugoslavya Ülkesinde 1991’den İtibaren İşlenen Uluslararası İnsancıl Hukukun Ağır İhlallerinden Sorumlu Suç Faillerinin Yargılanması İçin Uluslararası Mahkeme’ adıyla bir savaş suçları mahkemesi kurarak kanıt toplamaya başlamıştı. Mahkemede ilk açılan dava, Radovan Karaciç ile General Ratko Mladiç davasıdır. Dava, 'soykırım' ve 'insanlık suçu' gerekçesiyle açılmıştır. Mahkemenin baktığı ilk dava ise 7 Mayıs 1996’da başlayan ‘Dusko Tadiç davası’dır. Mahkeme Tadiç’i, 7 Mayıs 1997 tarihli duruşmada, insanlığa karşı suç nedeniyle ömür boyu hapse mahkûm etmiştir.

Ayrıca; Sırp General Radislav Krstiç’e, 1995’te Srebrenica’da 8 bin Bosnalı Müslüman erkeği öldürtmesi ve tüm kadın, çocuk ve yaşlıları kentten sürmesi, toplu katliam ve sürgün etme fiillerinin de Müslüman halkı toptan ortadan kaldırmaya yönelik soykırım oluşturması gerekçesiyle 46 yıl hapis cezası verilmesi, Bosna Hırvat Cumhuriyeti’nin Başkan yardımcılığını yapan Dario Kordiç’in, 1991-1994 yılları arasında insanlığa karşı işlediği suçlardan ötürü 25 yıl, Hırvat komutan Mario Cerkez’in aynı nedenle 15 yıl hapis cezasına çarptırılması, Eski Bosna Sırp Cumhuriyeti Devlet Başkanı Bilyana Plavsiç’in, 1992-1995 yılları arasında Bosna Savaşı’nda insanlığa karşı işlediği suçlardan ötürü 11 yıl hapse mahkum edilmesi mahkemenin bazı önemli kararları olarak hatırlanabilir. Yine bilindiği gibi felaketin en önemli sorumlularından Eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç 2001 yılında başlayan yargılaması sürerken 2006'da ölmüştür.

 

Soykırım kararı 

Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi, uluslararası ceza hukuku alanında prototip olarak özel bir önem taşımakta, BM Güvenlik Konseyinin bir kararıyla kurulması nedeniyle galiplerin kurduğu Nürnberg ve Tokyo mahkemelerinden ayrılmaktadır. Uluslararası Mahkemenin yer bakımından yargı yetkisi, eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin topraklarını, hava sahasını ve kara sularını içeren ülkesini kapsamaktadır. Diğer bir deyişle Mahkeme, eski Yugoslavya topraklarında kurulan bütün devletlerin kara, deniz ya da hava ülkesinde işlenen veya işlenecek olan suçları yargılama yetkisine sahiptir. Görev süresinin 2010’da bitmesi öngörülmesine karşın, kuruluşuna paralel olarak, BM Güvenlik Konseyinin alacağı bir kararla sürenin uzatılmasına engel bir durum yoktur. Bununla birlikte bölgedeki etkisini yitirmek istemeyen Rusya’nın tavrı, Gürcistan'daki gelişmeler ve İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak ABD, Rusya, Çin denklemi belirsizliklerinin kararı etkileyebileceği de göz ardı edilmemelidir.

Hukuk bu süreçte iki önemli şeyi de gerçekleştirmiştir: İlk kez, bir devlet Uluslararası Adalet Divanında 'soykırım' suçundan yargılanmış ve Yugoslavya Ceza Mahkemesinin yargılamaları sırasında 'soykırım' suçunun manevi unsuru ortaya konulmuştur.

Uluslararası Adalet Divanının 26 Şubat 2007 tarihinde verdiği karar insancıl hukuk adına, soykırımla suçlanan devletler adına tabii ki geniş biçimde tartışılacaktır, ancak konumuz açısandan bakıldığında Divanın söylediği şudur: Evet, Bosna'da soykırım yapılmıştır, ama bundan Sırbistan sorumlu tutulamaz.

Kapsamlı karardan, devletin sorumluluğu için devlet organlarının, uygulayıcıların, soykırım kastıyla davrandıklarına ilişkin somut ve kuvvetli delillerin olması gerektiğinin, bu durumda Sırbistan'ın, devlet olarak bütün bu olaylardan sorumlu tutulamayacağının gözetildiği anlaşılmaktadır. Yine de Mahkemenin, Sırbistan’ın bu soykırımın yapılmasını önleyememekten sorumlu olduğuna karar vermiş olması önemlidir.

Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi ise 'Jelisic Davası' kararında suçun maddi unsurunun; Statü’de belirtilen, sayılan fiiller, manevi unsurun ise; ulusal, ırksal, etnik ya da dinsel bir grubu bu haliyle tamamen ya da kısmen yok etme kastı olduğu belirtilmiştir. Mahkemeye göre, soykırım suçuna özelliğini veren ve onu adi suçlardan olduğu gibi, uluslararası insani hukuka karşı diğer suçlardan da ayıran manevi unsurdur. Bu özel kastın iki ögesi vardır: İlk olarak, mağdurların belirli bir grubun üyesi olması gerekir. Diğer bir deyişle fail, mağdurları, yok etmek istediği bir grubun üyesi oldukları için seçer. Bu tür bir grup, pozitif bir yaklaşımla, yani failin, bir grubu; ulusal, ırksal ya da dinsel bir gruba özgü olduğunu düşündüğü karakteristiklerle ayırmak biçiminde olabileceği gibi, negatif bir yaklaşımla, yani failin üyesi olduğu bir gruptan olmama biçiminde de belirlenebilir.

Anılan eylemlerin ilgili grubun tümüne ya da bir kesimine yönelik olarak uygulanması bu eylemlerin soykırım niteliğini değiştirmemektedir. Yine, bu eylemlerin barış ya da savaş zamanında gerçekleştirilmiş olması soykırım niteliğini etkilememektedir. Yukarıda belirtilen nitelikteki eylemlerin; birini bizzat gerçekleştiren, gerçekleştirilmesi için anlaşan, doğrudan ve kamuya yönelik olarak bu tür eylemleri özendiren, bu tür eylemlere niyet eden ya da suça katılan herkesin ister yönetici, isterse resmi görevli ya da görevli olmayan bir kişi olsun, cezalandırılması gerekmektedir.

Bütün bunlara bakıldığında, zaten süregelen yargılama sürecinde sorumlu denebilecek, gözönündeki insanlar utançlarıyla birlikte mahkum edilmişlerdir. 01 Ağustos 2008'de Mahkeme önüne çıkan Karaciç; başta soykırım olmak üzere, soykırıma iştirak, toplu imha, zulüm, cinayet, göçe zorlama gibi 11 ayrı suçla itham ediliyor. Miloseviç davası göz önüne alındığında yargılamanın uzun sürebileceği düşünülse de öyle görünüyor ki Karaciç'in vicdanlarda aldığı mahkumiyet mahkemece de kararlaştırılacak, mağdur insanlar açısından suçlulardan biri daha cezasını görmüş olacaktır.

 

AB kozu KARACİÇ

Bizce asıl önemli olan AB'nin, bu bağlamda Fransa'nın, Hollanda'nın durumu ve tavrıdır. AB’den dünya barışına bir katkı gibi sunulan bakış açısı Avrupa ruhu (!) açısından değil ama üyeliğe indirgenmiş bir biçimde algılama/algılanma nedeniyle malüldür. Karaciç’in yakalanmasına ilişkin başlıklardan da örnekler yazalım: 'Sırplar Karaciç'i AB kozu yapacak', 'Yolun yarısı', 'AB'ye giriş bileti', 'AB üyesi olma yönünde önemli bir adım', 'Avrupa Birliği-Sırbistan ilişkileri hızla düzelme yolunda'. Üyelik sürecinin devamı açısından Karaciç'in yakalanmasını önemli sayan AB yaşananlardaki sorumluluğunu unutup yargılamanın sağlanmış olmasıyla kendilerini de aklamış mı olacaktır? Anlaşılması güç anlayış budur. Soykırımın işlendiği Srebrenitza, 1995'in başlarında General Mladiç'e bağlı Sırp güçleri tarafından sarılmıştı. Kentteki Müslüman liderler, uluslararası topluluğa yardım için mesaj üstüne mesaj gönderiyordu. Yani katliamın geleceği belliydi. O sırada Srebrenitza'da BM'ye bağlı 600 Hollandalı asker görevliydi. Sırp güçleri kente girip soykırıma giriştiklerinde, bu askerler seyirci kaldılar veya ortadan kayboldular. 29 Mart 2002'de, Hollanda Çevre Bakanı Jan Pronk, katıldığı bir televizyon programında, Hollanda birliği koruma görevini yerine getirseydi, Boşnakların katliamdan kurtulmuş olacaklarını söyledi. Arkasından da, 16 Nisan 2002'de Hollanda Haber Ajansı, Başbakan Wim Kok başkanlığındaki koalisyon hükümetinin, Srebrenitsa katliamının durdurulamamasını kınayan resmi raporla ilgili olarak istifa ettiğini duyurdu.

Bugünlerde Ruanda'da hazırlanan 500 sayfalık raporla, 1994 yılının Haziran - Ağustos döneminde 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu'nun ölümüyle sonuçlanan soykırımdan sorumlu tutulan Fransa ile ilgili ortaya konulanlar sadece reddetmekle nasıl geçiştirilicektir? Raporda; Fransa'nın soykırım hazırlıklarından haberdar olduğu, bu hazırlıklara katıldığı, cinayetlerde faal rol oynadığı, soykırımcılara istihbarat, strateji, askeri eğitim desteği sağladığı, öldürülecek kişilerin listesinin belirlenmesine katkıda bulunduğu ve silah temin ettiği gibi ağır ithamlar var. Financial Times’daki 6 Ağustos 2008 tarihli, ABD'yi, İngiltere'yi de suçlayan konuya ilişkin yazı (Rwanda points a finger at Paris) Fransa’nın 1915 olayları nedeniyle Türkiye’ye karşı tutumu eleştirirken önemli bir tespit yapıyor: ‘Fransa beklenebileceği gibi hemen iddiaların kabul edilemez olduğunu söyledi. Fransızların bilerek ve isteyerek soykırımın planlanmasına katıldıkları iddiası belki kanıtlanamaz, ama Fransa’nın savaş suçları işlenmeye başladıktan sonra bile, yakın olduğu bir rejimi desteklemek suretiyle, soykırım için uygun koşulları hazırladığı iddiası hiç de temelsiz değil.’ Fransa, suçlamalardan kurtulsa da artık bu onur kırıcı yaftayla yaşayacak. Rapora, iddialara, suçlamalara verilecek yanıtlar, karşı deliller nedir hep birlikte göreceğiz, ancak konumuzla ilgili bir itham önemli: Fransa 2002'de, Bosna’daki savaş sırasında Sırplara bilgi sızdırmakla da suçlanmıştı. Ötesi, Almanya’da yayımlanan Hamburger Abendblatt gazetesine açıklama yapan Kosova’daki Amerikalı gözlemci heyetinin başkanı Shaun Byrnes tarafından, Radovan Karaciç’i yakalamak için başlatılan operasyonun bu nedenle başarısız olduğu iddia edildi. Tabii ki NATO bu suçlamayı reddetti.

Bu arada Karaciç'in, barış görüşmelerini yürüten ABD'li diplomat Richard Holbrooke'un kendisine 'mahkemeye çıkmayacaksın' sözü verdiğini, Holbrooke inkar etse de Sırp Bliç gazetesine konuşan bir ABD’li diplomatın, Karaciç’in 2000 yılına kadar CIA tarafından korunduğunu, anlaşmanın, Karaciç’in siyaset yaptığının anlaşılması üzerine sona erdirildiğini yazdığını, Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin eski Dışişleri Bakanı Aleksa Buha'nın anlaşmaya tanıklık ettiğini açıkladığını da hatırlamakta yarar var.

Üzücü olan; AB'ye rasyonal bakabilmenin ötesinde Karaciç'in yargı önüne çıkarılmış olmasını AB süreci ile ilişkilendirip arınıp temizlenmeye delalet olarak görenlerin kıyaslamaları ve çağrıları. Bu sığ anlayış kimi yanlışların, kokuşmuşlukların hesabını; dünya gözlüğüyle bakıldığında, sağduyulu değerlendirmelerin asla mahkum etmeyeceği bir ulustan, devletten sormaya indirgeyebilmektedir. Çözüm arayışlarını; sistemin kendi içinde oluşturduğu habis urlarla, siyasetin ürettiği marazi sonuçlarla yüzleşerek sorgulamak yerine AB'den medet ummaya kadar götürenler ve bilhassa AB, bizim vicdanımızın temiz olduğunu da unutmamalıdır.

Sırbistan'ın AB süreci mi? Tabii ki bizden önce girecekler..

 

(Av. Vefa Toklu)