ABD-İran gerilimi Lübnan’ı nasıl etkiliyor?
Zor günler yaşayan Lübnan için İran-ABD gerilimi ne ifade ediyor? Elbette bu sorunun cevabı değişik çıkar grupları ve halkın değişik kesimleri için farklı anlamlar taşıyor.
Nalan YazganLübnan’ın mezhep temelli siyasi yapısı ve değişik mezheplerin elde ettikleri nüfuz alanları ile ülke dışında ilişkide oldukları aktörler olaylar karşısındaki duruşlarını etkileyen temel faktörler.
HÜKÜMET YOK...
Her şeyden önce ortada Lübnan halkının tepkisini ortaya koyabilecek bir hükümet yok. Bir hükümet olsa da ne kadar ağırlığı olacağı bir tartışma konusu. Lübnan siyasetinde bir bakanın başbakana tamamen zıt demeç verdiği görülmeyen bir durum değil.
Bugünlerde siyasetin tek gündemi hükümet kurma çalışmaları. Hem gördükleri tepkiler nedeniyle hem de işin altından kalkamadıkları için hükümet kurma görevini iade eden Muhammed Safadi ve Semir Katib’den sonra görevi kabul eden Hasan Diab da zor günler geçiriyor. Önceki yıllarda uzun zaman hükümetsiz yaşamaya alışmış Lübnan halkı ise bu kez tepkili. Aylardır sokaklarda olan göstericiler “Ortadoğu’da neredeyse savaş çıkacak, daha bir hükümet bile oluşturamadılar” diye isyan ediyor.
29 Ekim’de göstericilerin tepkisi üzerine istifasını veren Saad Hariri hâlâ geçici başbakan. Ancak gelin görün ki Hariri de İran-ABD gerilimi konusunda söyleyecek söz bulamayanlardan. Nasıl söylesin ki? Birincisi bulunduğu koltuğu bir süre sonra terk etmek zorunda kalacak, ikincisi İran lehine de aleyhine de sayılabilecek sözler sarf etmek istemiyor.
Zira İran’ın Lübnan’daki müttefiki Hizbullah, Lübnan siyasetinin de en önemli oyuncularından. Üstelik geçmişte ölümcül rekabet yaşamış olsalar da son krizde Hizbullah, Hariri’nin istifa etmemesi için çaba sarf etti, yani bir nevi Hariri’yi destekledi. Hariri, İran lehine konuşsa bu kez kendi destekleyicilerinden tepki görebilir, üstelik bununla sınırlı kalmaz çok güçlü bağlarla bağlandığı Suudi Arabistan’ın da tepkisini çekebilir.
Lübnan ya da bölgede meydana gelen herhangi bir gelişme ile birlikte gözler hemen Hasan Nasrallah’a çevrilir. Zira Hizbullah’ın tavrı destekçileri için de karşıtları için de son derece önemlidir. ABD’nin Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi El Mühendis’i öldürmesi sonrasında da aynı durum yaşandı. “Yine Hizbullah-İsrail savaşı çıkacak” söylentileri ile dolu bir yazı daha geçirmiş olan Lübnanlılar bölgede topyekûn savaş senaryosu ile birlikte Hizbullah’tan gelecek açıklamaları beklemeye başladı. 2006 Temmuz savaşında İsrail’e kafa tutan örgütün “Direniş Ekseninin ileri karakolu olarak” ABD’nin suikastlerine tepkisinin nasıl olacağı önemliydi.
Neyse ki Nasrallah “bölgedeki ABD askeri varlıklarını hedef alacakları” klasik açıklamasına rağmen “hemen yarın savaşa gidiyoruz” mesajı vermedi. Daha da ötesinde “ABD vatandaşı sivillere karşı bir eylem yapılmamasını da” istedi.
Peki, Nasrallah’ın bu sözleri rahat bir nefes almak için yeterli mi? Değil, çünkü “her sabah dünyanın yeniden kurulduğu” bir coğrafyadayız. Üstelik Nasrallah açıklamasında 1983’te 241 Amerikan askerinin hayatını kaybettiği eylemi hatırlattı.
Hariri ve Nasrallah Lübnan’da en büyük iki siyasi grubun (14 Mart ve 8 Mart) en önemli temsilcileri. Tartışma kültürü bir hayli gelişkin olan, her akşam onlarca televizyon kanalında açık oturumların ilgiyle izlendiği ülkede diğer parti ve hareketlerin de sessizliği dikkat çekiyor. Lübnan’ın “normal” zamanları olsaydı muhtemelen aynı havayı yaşayacaktık, ancak şimdi doğrudan taraf sayılan Hizbullah dışında hiç kimsenin İran–ABD gerilimi ile uğraşacak vakti yok.
Hemen herkesin derdi hükümette ne şekilde yer alınacağı. Hükümet kurma çalışmalarının Lübnan’da uzun sürmesinin nedenlerinden birisi kabineye hangi bakanlığı vereceği belli olan parti ve hareketlerin kendi içinde yaşadıkları rekabet. Bu rekabet nedeniyle kabineye aday ismin bildirilmesi gecikebiliyor.
Lübnan bugünlerde telaşlı. Tabii halkın derdi başka siyasilerin ki başka. Halk bütün siyasiler ile kavgalı ve hepsine karşı gösteri yapıyor. Siyasiler ise iktidar pastasından pay kapmanın derdinde. İran-ABD savaşı mı? Açıkçası pek umurlarında değil!