AB Oltasına Takılan Türkiye Balığı

cumhuriyet.com.tr

Tek çaremiz, Türkiye’yi AB oltasından kurtarmaktır. Ancak ne yazık ki, toplumumuzun, ulusal çıkarlarımızı bireysel çıkarlarının önünde gözeterek bunu başarabilecek olan aydın kesimi de, Atatürk’ün söylediği gibi, büyük bir aymazlık ve sapkınlık içindedirler.

Avrupalıların Türkiyeyi bölme ve paylaşma hayalleri, Osmanlı Devletini yok sayan, onu başka devletlerin yönetimine bırakan ve Osmanlı topraklarını aralarında paylaşmayı öngören 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşmasından bu yana süregelmiştir. Ancak, milli mücadeleyi kazanan Türk milleti, Atatürkün 29 Ekim 1920de Türkiye Cumhuriyetini kurmasından ve TBMMnin 24 Temmuz 1923te Lozan Barış Antlaşmasını imzalamasından sonra Türkiyenin bağımsız ve eşit bir devlet olarak uluslararası topluma kabul edilmesi ve Türkiyenin, o günden bu yana Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı olarak verdiği bağımsızlık mücadelesi sonucu bu emellerine bugüne dek ulaşamamışlardır. Çünkü, Türkiyede bugüne dek işbaşına gelen hükümetler, her şeye rağmen, ulusal çıkarlarımızı daima siyasi çıkarlarının üzerinde ve önünde tutmuşlardır.

Ancak 2002 yılında AKPnin, dış güçlerin de desteği ile yüzde 34 oy alarak, tek başına iktidar olmasından sonra Avrupa Birliği, hiçbir zaman elinden bırakmadığı Sevr oltasının ucuna Türkiyenin Avrupa Birliğine üye olma isteğini yem olarak takıp Türkiye denizine sallamış; siyasi ve kişisel çıkarlarını ülke çıkarlarının önünde ve üzerinde tutan kimi siyasiler sayesinde Türkiye bu oltaya takılmıştır. AB, oltasına takılan bu balığı su içinde tutup yaşatmaya devam etmek istemektedir. Çünkü Türkiye üzerindeki emellerine ancak bu balık sayesinde ulaşabileceğinin bilincindedir. Hemen her istediğini koşulsuz yerine getiren bu balığı elinden kaçırmak istememektedir.

 

Kapatılma davası

Avrupa Birliği Parlamentosunun AKPnin kapatılması davası ile bu kadar yakından ilgilenmesinin ve Türkiye üzerinde tehdide varan baskılar kurmaya çalışmasının temelinde yatan gerçek neden de budur.

Yoksa Türkiyede hangi parti kapatılmış hangi parti kurulmuş bunlar tamamen Türkiyenin iç hukuki meseleleri olup AByi doğrudan ilgilendiren bir yanı yoktur. Öte yandan, her vesile ile Türkiyenin ABye tam üyeliğine karşı olduklarını ifade eden kimi Avrupa ülkelerinin,AKP kapatılırsa Türkiyenin ABye üyeliğini askıya alırıztehdidi ise AB adına bir başka çelişkidir.

Bugün Cumhuriyetimizi yıkma, birlik ve bütünlüğümüzü bozma ve Türkiyeyi bölme planlarını uygulamaya koyan AB ülkeleri, içteki işbirlikçileri ile birlikte, Cumhuriyetimizin temel kaleleri olan kurumlarımızı, enerji kaynaklarımızı ve bankalarımızı teker teker ele geçirmeye başlamışlardır.

Dış güçlerin, Türkiyeyi bölüp parçalama emellerini kolaylaştırmak amacıyla, çıkarılmasını istedikleri ve Türkiyeye dikte ettirdikleri bazı yasalar, iç güçler tarafından, demokratikleşme aldatmacasıyla, halkımıza benimsettirilmeye çalışılmaktadır.

Türk dış politikası, Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde, bugünkü kadar ulusal çıkarlarımızdan uzak ve dışa bağımlı olmamıştır. Dış ve iç güçlerin bu sıkı işbirliğinde her bir tarafın amacı farklıdır. Dış güçler Türkiyeyi bölmeyi amaçlarken, iç güçlerin amacı ise, Cumhuriyet rejimini yıkıp yerine dine dayalı bir tek parti diktatörlüğünü kurmaktır. Bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için ele geçirmeleri gereken üç temel hedefleri vardır: Yasama, yürütme ve yargı. Son dönemde çıkarılan AB güdümlü yasalarla, bugün, bu üç erk de AKP hükümetinin egemenliğine girmiş durumdadır. Yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olan medyanın da büyük bir bölümünü zaten ele geçirmiş olan AKP hükümetinin bundan sonraki hedefi ise Silahlı Kuvvetlerimizdir.

 

Atatürkçü düşünce

Bugün Silahlı Kuvvetlerimizi ayakta tutan en önemli güç ise Atatürkçü Düşüncedir. O nedenle bir taraftan dış güçler bir taraftan iç güçler, önce toplumda Atatürkçü düşünceyi ve Atatürkçülüğü zayıflatmak ve yok etmek çabası içerisindedirler.

ABnin resmi kurumlarımızdan Atatürk resimlerinin kaldırılmasını istemesi; Milli Eğitim Bakanlığının öğrencilerin karnelerindeki ve ders kitaplarındaki Atatürk resimlerini kaldırma girişimleri ve en son olarak da, bazı okullarımızdaki yabancı öğrencileri bahane ederek, çocuklarımızın her sabah derse başlarken söyledikleri Türküm, doğruyum, çalışkanım... andını yasaklama girişimleri bu çabanın ilk somut adımlarıdır.

Devletin kamusal alanına türbanı bayrak; ve Çankaya resepsiyonlarında da harem-selamlık yapılmaktadır.

Cumhuriyet mitingine katıldı ve öğrencilerine Atatürk fotoğraflı tişört giydirdi diye öğretmenlerimiz cezalandırılmaktadır. Devletin önemli makamlarına atanmalarda eşi türbanlı olma koşulun getirilmektedir. Laikliğin yerini, adım adım, dine dayalı bir yaşam biçimi almaktadır. Yabancı ülke siyasetçilerinin ve bir kısım medyanın adını Ilımlı İslamdiye koyduğu yeni bir rejim Türkiyede egemen kılınmaya çalışılmaktadır.

Sonuç olarak, Atatürk Cumhuriyetinin bütün kazanımları, bütün değerleri bugün teker teker yok edilmeye ve Türkiye ortaçağın karanlık dönemine geri götürülmeye çalışılmaktadır. Tüm bu olumsuz gelişmeler karşısında tek çaremiz, Türkiyeyi AB oltasından kurtarmaktır.

Ancak ne yazık ki, toplumumuzun, ulusal çıkarlarımızı bireysel çıkarlarının önünde gözeterek bunu başarabilecek olan aydın kesimi de, Atatürkün söylediği gibi, büyük bir aymazlık ve sapkınlık içindedir.

 

( Prof. Dr. K. Erçin KASAPOĞLU Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi)