90’ların ruhuna ağıt

‘Blue’, 90’lı yılların hareketli müzik ortamını yâd eden ve dönemin iki büyük yeteneğini yeniden gündeme taşıyan güçlü bir belgesel.

Emrah Kolukısa

90’lı yıllar bir yanıyla alabildiğine karanlık, bir yanıyla da kültürel anlamda son derece hareketli, yeniliklere açık ve 80’lerin kurak ortamından sonra adeta bir vaha gibi gelen bir zaman dilimiydi. Bugünden baktığınızda çok eski bir zamandan bahsediyormuşuz gibi geliyor biliyorum (bana öyle geliyor en azından), o kadar hızlı ve sert bir değişim yaşadık ki son yıllarda, ama unutmayalım topu topu 20 - 25 yıllık bir geçmişten bahsediyoruz aslında. Sertan Ünver’in 90’ların popüler cover gruplarından Blue Blues Band’i ve onun iki efsane üyesinin hayatlarını anlattığı belgesel filmi “Blue”yu izlerken hep bunlar geçti aklımdan. Mekânlar (Hayal Kahvesi, Ortaköy Sis Bar, Kemancı, Star 88, Captain Hook, Mojo...), o mekânlarda sahne alan gruplar (Athena, Cins, Bulutsuzluk Özlemi, Volvox, Indians, Mercury...), o grupların cover’ladığı şarkılar (“Psychokiller”, “Shoul I Stay or Shoul I Go”, “I Shot the Sheriff”, “Dogs With No Tail”...), o şarkılarda edilen danslar, içilen biralar, yarım kalan aşklar... 

Trajik öyküler...

“Blue” sadece Blue Blues Band’in ve artık aramızda olmayan gitarist-besteci Yavuz Çetin ile davulcu Kerim Çaplı’nın değil, 90’ların da hikâyesini anlatıyor ve o dönemin ruhunu büyük ölçüde yansıtmayı başarıyor. Aynı grupta çalan ve ikisi de kendine özgü yeteneklere, arızalara, tuhaflıklara ve pırıltılara sahip olan iki dahi müzisyenin trajik öykülerini hem elde var olan az sayıdaki arşiv görüntüsüyle hem de o dönemi ve o kişileri yakından tanıyan isimlerin bu filme özel röportajlarıyla destekleyerek anlatan Ünver bir hayli ince çalışmış ve kurgusundan (yine Sertan Ünver) görüntü yönetimine (Gökhan Kalan - Nilgün Kara) kadar her alanda özenli bir ekip çalışmasının kaptanlığını yürütmüş.

Nejat İşler (“Onlarla geçirdiğimiz her gün güzeldi, iple çekerdik”), Aylin Aslım, Defne Halman, Deniz Arcak (“Ne kadar kendilerine has yetenekleri olduğuna uyanamadılar belki de”), Göksel, Teoman (“Bizim jenerasyonumuzun en büyük yeteneği Yavuz’du”) gibi 90’ların önemli figürleri kadar Batu Mutlugil (Blue Blues Band), Sunay Özgür (Blue Blues Band), Zafer Şanlı (Blue Blues Band), Cenap Oğuz (Blue Blues Band), Erkan Oğur (özellikle gitarının arkasına saklanarak ağladığı an insanın tüylerini diken diken ediyor gerçekten), Tanju Eksek, Cenk Taner, Akın Eldes, Gür Akad, Hakan Özer, Emre Noyan gibi yakın arkadaşları ve müzisyen dostları da filmde Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı hakkında görüş bildiren isimler.

Yol açacak bir iş

Elbette o dönemi anlatacak daha çok kişi vardır ve onların yokluğu ister istemez bir eksiklik hissi de uyandırıyor insanda ama rock’n roll’dan bahsediyoruz bir yandan da, maalesef o kişilerin çoğu yok artık aramızda ya da kimi küskünlüklerin gölgesi düşmüş anılara, çok da bir şey gelmiyor elden. Öte yandan sanırım filmin en vurucu anları her iki müzisyenin de en yakınlarıyla, sevgilileri, eşleri ve çocuklarıyla yapılan röportajlarda ortaya çıkıyor ve izleyici olarak aslında en yakını olması gereken kişilerin nasıl da bazen en uzakta tutulabildiğini, en çok acı çekenler olduğunu görerek bambaşka bir portreyle karşılaşıyorsunuz. “Blue” en çok da bu yanıyla kavrıyor izleyenleri. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; “Blue”nun kotarılması ve özellikle de vizyona sokularak salonlarda gösteriliyor olması benzeri projelerin de önünü açacaktır diye düşünüyorum. 90’lı yıllara bir ağıt niteliğini de taşıyan Yavuz, Kerim ve Blue Blues Band’in hikâyesi içeriği ve dünya standartlarında anlatım tarzıyla çok değerli bir mücevher gibi şüphesiz ama unutulmamalı ki müzik tarihimizde daha eşelenmemiş ne dönemler, anlatılacak ne hikâyeler, ortaya çıkarılacak ne cevherler var.