9 Eylül; İşgalin Sonu, Yeni Türkiye’nin Başlangıcı

Milli Mücadele’nin sonucunu belirleyen “Büyük Taarruz” Başkomutan Mustafa Kemal tarafından yönetildi.

Alev Coşkun

 

30 Ağustos sabahı başlayan bu meydan savaşı sonunda işgal ordusunun beş tümeni tutsak alınıp, yok edildi.

Başkomutan’ın verdiği “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” komutuyla Kuvayı Milliye ordusu İzmir’e doğru ilerliyordu.

9 Eylül 1922’de Türk birlikleri İzmir’e girdi. İzmir 3 yıl 4 ay sonra yabancı asker işgalinden kurtarılıyordu.

10 Eylül günü Başkomutan Mustafa Kemal, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü ile birlikte İzmir’e girdiler Kuşkusuz, coşkulu anlar yaşanıyordu.
TBMM orduları yabancı askeri uzmanların raporlarını altüst etmişti. Yunan siperleri geçilemez diyen askeri stratejilerin tersine, işte 15 günde bütün mevziler alınmıştı.

<haber-dikey:1078181>

Limanda İngiliz donanması

Ancak İzmir Limanı’nda İngiliz, Fransız savaş gemileri bekliyorlardı. Acaba yeni ve daha kapsamlı bir savaş başlayabilir miydi? Geniş düşünenler bu seçenekleri de tartışıyorlardı.

9 Eylül 1922’de İzmir’in işgalden kurtuluşu gerçekleşmişti ama çoğu insanda tereddütler, kuşkular egemendi.

O günlerin Kuvayı Milliyeci yazarı Falih Rıfkı Atay’ın 9 Eylül’le ilgili olarak ünlü kitabı “Çankaya”da yazdıkları çok ilginçtir. O satırları her okuyuşumda hüzünlenmiş, heyecanlanmış, çok düşünmüşümdür.

9 Eylül başarısını İstanbul’da duyan iki genç Kuvayı Milliyeci gazeteci Falih Rıfkı Atay ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu, hemen karar verirler... İzmir’e gideceklerdir...

Sözü Falih Rıfkı’ya bırakalım. Masasının üzerindeki eski belgeye bakıyor ve şunları yazıyor: “Sanatı: Gazetecilik. Nereye gideceği: İzmir, 9 Eylül 338 tarihli yolculuk vesikam şimdi masamın üstünde. Arka sayfasında fesli resmim ve biri Fransızca, biri İngilizce iki vize var. Sözde kendi memleketimizdeyiz.

Yakup Kadri ile beraber Paquet Kumpanyası’nın Lamartine vapurundayız. Ta Kadifekale’de Türk bayrağını görünceye kadar İzmir’e çıkıp çıkmayacağımızı bilmiyorduk. Eğer bir gecikme olmuşsa, vapurda kalacaktık.” (Çankaya, 371)

Kadifekale ve Türk bayrağı

Şu cümle her şeyi apaçık anlatmaya yeterlidir.

“...Ta Kadifekale’de Türk bayrağını görünceye kadar İzmir’e çıkıp çıkmayacağımızı bilmiyorduk... Eğer bir gecikme olursa vapurda kalacaktık..”
Bu cümlede, hüzün var, tereddüt var, aynı zamanda gerçekçilik var. O günlerin havasını tam olarak aktarıyor.

Falih Rıfkı’yı okumaya devam edelim:

“Limanda derin bir sessizlik. Zırhlıları ile kruvazörleri ile torpidoları ile İngiliz donanması orada...
Lamartine vapurunun Akdeniz memleketlerine gidecek bütün yolcuları da içlerinden konuşmakta. Bazılarının sözlerini bakışlarından işitiyorum: ‘Zavallı şehir, yine mi Türklerin eline geçti?’
Bir motorla neşeli birkaç Türk subayı geldi. Güvertede Yakup ile benim vesikalarımıza baktılar. İsimlerimizi de tanımış olmalı idiler. Hemen izin verdiler.
Rıhtım boyunda kapı eşiklerine çömelen silahlı askerlerle karşılaştık. Yüzleri güneş yanığı, üstleri başları toz içinde, hepsi taze zafer tütüyor. Fakat bir savaştan değil, bir trenden çıkmış gibi sade ve gösterişsiz bir halleri var.” (Çankaya, 371)

24 saat notası

Limandaki İngiliz donanması Mustafa Kemal’i rahatsız ediyordu. 24 saatte karasularımızdan çıkması için, donanma komutanı Amiral’e nota göndermeye karar verdiği zaman, kimileri, “İşte şimdi başımızı belaya sokacak, bizi İngilizlerle savaşa tutuşturacak” demeye başladılar.

Oysa Mustafa Kemal “sağduyu”, “ihtiyat”, “tedbir” denilen kavramları çok iyi bilen, ancak sonuç almak için stratejik zamanı çok iyi değerlendiren bir komutandı. Nereye kadar gideceğini bilen bir strateji ustasıydı.

Herkes yay gibi gergindi. Ama 24 saat içinde İngiliz donanması limandan çıkıp açık denize yol almıştı...

İstanbul işgal altındaydı, Mustafa Kemal ordulara İstanbul yönünde hareket emri vermişti. İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri General Pelle acele İzmir’e gelmişti.
“Ordularınızı durdurunuz, tarafsız bölgeye girmeyiniz” diyordu.

Zafer kazanmış ordu

Mustafa Kemal’in yanıtı yine çok anlamlı ve çok stratejikti. Şöyle ki:

“Zafer kazanmış ordularımızı daha uzun süre nasıl tutabilirim? Bunun tek yolu vardır. Bir an önce ateşkes yapılmalıdır.”

Oysa o sırada ordunun büyük bölümü İzmir önlerindeydi, ufak bir bölümü de İstanbul’a doğru yönelmişti.
Atatürk’ün etkin davranışı, emperyalistleri Mudanya ateşkes görüşmelerine götürdü.

9 Eylül 1922, Türk halkı için yepyeni bir sayfanın açılışının tarihidir.

9 Eylül’ü, Mudanya Ateşkesi, padişahlığın kaldırılışı, Lozan Barış Antlaşması ve Cumhuriyetin kuruluşu izleyecektir.

9 Eylül 1922 sadece emperyalist işgal güçlerinin püskürtülmesi değil, yeni ve çağdaş Türk toplumuna giden yolun çok önemli bir sınır taşıdır.