78. Venedik Film Festivali’nden notlar

İki keyifli açılış gecesi birbirini izledi. Ağustosun son akşamı yapılan ön açılışta, tam elli yaşındaki bir sinema klasiğini ilk kez keşfedenlerle, yeniden coşkuyla alkışlayanlar aynı heyecanı paylaştılar. İki koltuktan birinin boş kalması gereği nedeniyle daha ilk gösterimde yer bulamayanlar ise üzgündüler...

Mehmet Basutçu

İtalyan sinemasının tanınmış oyuncularından Nino Manfredi’nin (1921-2004) gerçekleştirdiği ve yorumladığı ilk yönetmenlik denemesi olan ve aynı yıl Cannes’da ödüllendirilen “Mucizeler Arasında”nın(1971) restore edilmiş pırıl pırıl kopyası, ciddi konulara güldürü türünün hafifliği gerisinde derinlemesine değinmeyi başaran popüler sinemanın taptaze kalmış güzel bir örneğiydi. Günceli daha iyi kavrayabilmek için her alanda geçmişe bakmanın, tarihsel belleği sorgulamanın ne kadar önemli olduğunu da hatırlatan anlamlı bir seçimdi...

Nino Manfredi, bugün yüz yaşını aramızda kutlayacak kadar uzun yaşamamıştı ama iki oğlu ve gencecik ikiz torunları sahnedeydiler...

Ertesi gece, Pedro Almodovar (1949) eşliğinde resmen başlayan festivalde, güncel dertlerle tarihsel bellek konusu, farklı bir yaklaşımla yeniden gündeme geliverdi. Yaratıcı sinemasıyla popüler sinemayı incelikle harmanlamayı başaran Pedro Almodovar, peşini hiç bırakmadığı annelik temasına farklı, geniş bir halka daha eklemiş. Geniş, çünkü tarihsel belleğin öneminden yola çıkarken güncel bireysel kaygılarla toplumsal sorunsalları da unutmamış. 

Kırklarına gelmiş başarılı, duyarlı, bir o kadar da tez canlı ve kararlı, yalnız yaşayan bağımsız kadın fotoğrafçı kimliğine rahatça bürünüveren Penelope Cruz, İspanya İç Şavaşı sırasında Falanjistler tarafından öldürülen büyük dedesinin ve yoldaşlarının toplu mezarının bulunup açılması için kendisine yardımcı olan evli yetişkin adamdan hamile kalınca, bir dizi klasik sorunla burun buruna gelecektir. Üstelik, hastanede aynı gün doğum yaptıkları lise öğrencisi genç kız ile kesişen yazgıları, Almodovar’a, farklı temaları iç içe işleme olanağı sağlamış. Babaların yokluğu, anne sevgisinin yetersizlikleri, eşcinsel yakınlaşmalar, uzaklaşmalar... Ve sonunda, seksen küsur yıl sonra açılan toplu mezar.

 Bu özetin düşündürebileceği sıradanlığı rahatça aşan Pedro Almodovar, “Koşut Anneler” ile Altın Aslan alabilecek kadar olağanüstü bir başyapıt gerçekleştirememiş belki ama olgunluk döneminin bu anlamlı güzel örneğiyle uzun uzun alkışlanıyor...