77. Venedik Film Festivali’nden notlar:
Azra Deniz Okyay’ın ilk uzun filmi ‘Hayaletler’, 35. Eleştirmenlerin Haftası seçkisinde gösterildi.
Mehmet BasutçuKurgunun, bireysel ve toplumsal gerçekleri deşerek aşmaya çalıştığı doğal noktadan, bir anda, bilimkurgu türünün sınırlarını genişleten hayal gücümüzü bile zorlayan gerçeklerle yüz yüze geliverdik...
Maskeli hayaletler gibi dolaşıyoruz burada... Alnımızı her gün defalarca hedef alan ateşölçer tabancalara alıştık. Bilgisayarın bize verdiği koltuğun bir ötesine kaymak bile olanaksız. Üstelik, bir bölümü 15 gün karantinada kalmak pahasına Lido Adası’na koşturan biz bu gerçek hayaletler, alabildiğine edilgeniz. Kuzu kuzu uyuyoruz tüm kurallara... Düşünmek, sorgulamak, tepki göstermek falan yok. Gerçekten hayaletler gibiyiz...
Azra Deniz Okyay’ın “Hayaletler”i, Venedik Festivali alanında, mesafeyi korumaya özen göstererek usulca devinip duran sinemasever hayaletlerden çok daha gerçek hayaletler!.. Çaresizliğe yenik düşmeyen, öfkelenen, direnen, İstanbul sokaklarında her gün karşılaştığımız hayalet/karakterler onlar. Aile, mahalle ve polis baskısı altında bunalan ve başkaldıran, ama çıkış yolu bulamayan, gerçekçi ve bilinçli “Hayaletler”i, sanki belgesel bir filmde kendilerini anlatırcasına doğal ve inandırıcı yorumlarıyla, tüm oyuncuların daha da çarpıcı kıldığını ayrıca belirtmem gerekiyor...
KESKİN BİR GÖZLEM
Elektrik kesintisiyle iyice karanlığa gömülen İstanbul gerçeklerinin tablosunu devingen kamerasının yansıttığı çarpıcı renklerle, acımasızca resmediyor genç yönetmen. Topluma uyum sağlamakta zorlanan genç kızlar, yıkık dökük yatakhane/evlere yüksek kira ödemek zorunda kalan Suriyeli sığınmacılar, onları sömüren fırsatçılar, sivil ya da üniformalı polisler, erkek şiddetine karşı gösteri yapan kadınlar, sevgililerin yan yana, dudak dudağa dışarıda beraber olmasından rahatsız olan salak maçolar, yıkılan eski binalar, mantar gibi türeyen bomboş gökdelenler... Hepsi bizim gerçek hayaletlerimiz değil mi? Distopik film tanımını yadsımayan Azra Deniz Okyay, temelde keskin bir gözlemci...
Festivalin bu yıl 35 yaşına basan en eski yan bölümü “Eleştirmenlerin Haftası”nın yedi filmden oluşan seçkisinde yer alan “Hayaletler”, doğal olarak, En İyi İlk Film Altın Aslanı’na da aday...
Yaşama geçirmek için “kutsal” savaşların göze alındığı ütopyalardan hâlâ umudu kesmemişken, nasıl oldu da, hızla dünyamızı sarmalına alan distopyalara karşı direnemedik?
Hepimiz, bu işin artık bir sinema kurgusu olmadığının bilincindeyiz ama yine de umutsuzluğa kapılmak istemiyoruz...
Nasıl oldu da, ütopyalar gözümüzün önünde hızla distopyalara dönüştü? diye sorarken, gerçek yaşamın distopyaları bile hızla geride bırakıyor olduğunu gözlemlemek korkunç değil mi?
Bu tehlikeli zor sürecin tek panzehiri, her şeye karşın, her şeyden sorumlu olan hemcinslerimize inanmayı, sağduyuya ve insan sevgisine yeniden döneceklerine olan inancımıza (hiç de gerçekçi bir umut gibi gözükmese de) kuvvetlice sarılmak... Denize düşen misali...