72. Cannes Film Festivali‘nden notlar

Bol ışıklı bir alacakaranlık ya da gölgeli bir aydınlık düşünün. Güneşin donuklaştığı, ayın güneşle yarıştığı, pusulasını yitirmiş bir dünyayı gözünüzde canlandırmak, bugün hiç de zor olmasa gerek...

Mehmet Basutçu

Jim Jarmusch’un kamerası işte böylesine farklı bir ışık yakalamış. “The Dead Don’t Die’’, temelde kara mizahla yoğrulmuş bir zombi filmi. Şaşırtan, acı acı güldüren, bir o kadar da düşündüren bir politik taşlama... Aslında, mantık dışı ya da gerçeküstü dediğimiz, “bu kadarı da olmaz artık’’ dedirten türden toplumsal, politik ya da ekonomik saçmalıklara, küresel düzeyde o kadar alıştık, daha doğrusu o kadar alıştırıldık ki, çevre düşmanı politikalar sonunda kutupları çatlayan yerküremizin yörüngesinden çıkmasına, böylece tüm dengelerin alt-üst olmasına ve ölülerin topluca dirilmesine neden inanmıyalım ki?..

Bill Murray, Tilda Swinton ve Chloë Sevigny yanında, Jim Jarmusch’un sadık oyuncularından Adam Driver’ın canlandırdığı, sakin ve gerçekçi tavrı gerisinde alabildiğine umutsuz polis memuru karakterin sık sık vurguladığı gibi, “bu işin sonu kötü olacak!...’’ Driver’ın, her şeye karşın küçük bir umut ışığı yakar gibi gözüken, “senaryoyu okudum ama nasıl noktalanacağını tam olarak bilemiyorum’’ sözleri, aslında daha koyu bir karamsarlığın izlerini taşımakta. En kötümser öngörülerin bile yetersiz kalabileceği noktaya yaklaşıyor olabiliriz!...

Bağımsız Amerikan sinemasının başına buyruk hırçın çocuğu Jim Jarmusch (1953), Altın Palmiye alabilecek kadar özgün bir başyapıt imzalayamamış. Bu anlamlı, eğlendirici güzel açılış filmi, tüketim toplumunu ve vahşi küreselleşmeyi, başta Trump olmak üzere, milliyetçi politikalar güden, çevre kirlenmesini ya da iklim değişikliğini umursamayan tüm politikacıları incelikli bir dille eleştirirken, beklediğimiz çarpıcı bütünlüğe, ne yazık ki ulaşamıyor...

Bu arada, Jarmusch’un baş asistanının Atillâ Salih Yücer olduğu bilgisini aktararak, bir nebze “milliyetçi’’ küçük bir not da düşelim...