71. Cannes Festivali bu akşam noktalanıyor

Bu gece yapılacak ödül töreni her türlü sürprize açık görünmekte. Cate Blanchett başkanlığındaki ana jüri gecenin sonuç tablosunu çizmeye uğraşadursun, yan bölümlerde verilen ödüller açıklandı bile.

Mehmet Basutçu


Filistin kökenli genç yönetmen Ali Abbasi, ilk filmi “Sınır” (Grans) ile “Belirli Bir Bakış” seçkisinin ödülünü kazandı. Ayrı bir ‘paralel festival’ niteliğindeki bağımsız yan bölüm “Quinzaine des Réalisateurs”ün 50. seçkisinde sunulan filmlerden birine verilen ‘paralel’ Sanat Sineması Ödülü, Fransız yönetmen Gaspar Noé’nin oldu…


Gaspar Noé (1963) ile ilk kez 1991 yılında tanıştım. Önce sinemasıyla geldi karşımıza. Orta metrajlı ilk filmi “Carné”yi, festivalin en eski yan bölümü “Eleştirmenler Haftası” seçkisi adayları arasında izlediğimizdeki heyecanı çok iyi anımsıyorum. Yedi kişiydik. Yedi uzun, yedi de kısa ilk (ya da ikinci) film seçebilmek için, o zamanlar yaklaşık iki yüz adayın filmlerini izlerdik. Gaspar Noé’nin geleceğe dönük potansiyeli, özgün farklılığı hemen sezinleniyordu. Engelli kızına bakan bir kasabın hikayesi olan "Carné"yi, bütün aday filmleri izlemeyi beklemeden, bir köşeye, altını çizerek hemen not etmiştik. Cannes festivali sırasında tanıdığımız Gaspar’ın içindeki yaşam alevi buz gibi yakıcıydı sanki. Cinsel iştahı her an patlamaya hazırdı. Kendisini Altın Palmiye adayı yapmaya dek götüren filmlerde damıtacaktı sonradan, bu şiddetli sevme ve sevişme dürtüsünü…

Arjantin doğumlu Gaspar’ın babası ressamdı. Siyasi mülteciydi. Bir süre New York’ta yaşadıktan sonra, Gaspar 12 yaşındayken Paris’e yerleşmişlerdi… Çok kültürlü birikimini yavaş yavaş demleyen Gaspar Noé, bu yıl beşinci uzun metrajlı filmi "Climax" ile "Quinzaine" seçkisinde yer almaktaydı. Fırtınalı iç dünyasına, başkaldırıcı ruhuna en uygun seçkiydi "Quinzaine". Çünkü, 1968 baharında yerleşik düzene başkaldıranların ön sıralarında yer alan Fransız yönetmen ve yapımcıların, Cannes Festivali’nin tutucu içeriğine karşı yaşama geçirdikleri yeni bağımsız yan bölümün adıydı "Quinzaine des Réalisateurs"…

Temelde müzik ve dans ağırlıklı bir film olan "Climax" beden dilini öne çıkaran koreografisiyle özgün bir deneme. 1990’lı yılları anımsayan bu filmi hangi ruh haliyle gerçekleştirdiğini şöyle özetliyor Gaspar Noé: "İnsanlar doğar, yaşar, ve bir tarladaki en küçük papatyadan bile daha fazla iz bırakmadan göçüp giderler. Neşeli ya da acılı anlarımız, başarılarımız ya da yanlışlarımız, hepsi sanal bir algının ürünüdür sadece; yaşanmışlığın, bellek dışında hiçbir varlığı yoktur (…) 1996 dün akşamdı sanki. Cep telefonları ve İnternet yoktu sadece. Ancak, müziklerin en iyisi o sabah vardı…"

Festivaller ödülsüz olabilir mi ?

68 ruhunun çok gerilerde kaldığının bir başka kanıtı da, "her film farklıdır, özgün bir yapıttır; diğerleriyle karşılaştırılamaz; bu nedenle de, gerçek film festivalleri ödülsüz olmalıdır" görüşünün artık dile getirilmeyecek kadar eskimiş olması. Bu düşünce etrafında yaşama geçirilen ödülsüz seçki "Quinzaine" bile, bir sponsorunun ödül vermesini kabul ediyor artık… Haksız da sayılmazlar. Biz bile, ödül alması vesilesiyle Gaspar Noé anılarımızı dile getirme olanağı yakalamadık mı?…

Denge arayışının kaçınılmazlığı…

Bu ‘paralel’ ödüllerin duyurulmasının ardından, bu akşam açıklanacak ‘asıl’ ödüller, kaçınılmaz diplomasinin, ‘politically correct’ olma kaygısının ve uzlaşma arayışının yansımalarını belki de her zamankinden daha fazla taşıyacak. Çünkü bu yıl, Cannes’a gelemeyen yasaklı yönetmenlerden, farklı mağduriyetlerini dile getiren kadın yönetmen ve oyuncuların eylemlerine dek bir dizi sinema dışı konu gündemi fazlasıyla meşgul ediyordu.
Cate Blanchett , Altın Palmiye’yi tarihinde ikinci kez bir kadın yönetmene verebilmeyi kuşkusuz dilerdi ama, festivalin erkek seçicileri, 21 aday arasına sadece üç kadın yönetmen koyabilmişlerdi. Eva Husson kendi kendini baştan diskalifiye edince, geriye kalan iki kadın yönetmen arasında, son gün gösterildiği için izleyemediğim belgesel nitelikli filmi "Capernaum" ile beğenilen Lübnanlı Nadine Labaki’nin ödül listesinin üst sıralarına doğru tırmanma olasılığı, İtalyan yönetmen Alice Rohrwacher’den daha yüksek gibi gözüküyor…


Geriye kalıyor erkek egemenler: Politik sinemanın en güzel örneklerini imzalayan Stéphane Brizé ile Spike Lee yanında, daha incelikli mizansenleriyle göz dolduran Kirill Serebrennikov ile Pawel Pawlikowski… ve kategoriler ötesi Jean-Luc Godard da unutulmamalı…

Dün gece yapılan tek gösteriminde çok beğenildiği söylenen Nuri Bilge Ceylan neden ikinci kez Altın Palmiye almasın ki ? Jia Zhang-ke ile Matteo Garrone’de etkileyici filmler gerçekleştirmişlerdi; belki de, başarılı kadın ve erkek oyuncularıyla sahneye çıkacaklar bu gece… Kore-eda Hirokazu da listede iyi bir yer bulacak düzeydeydi. İran sinemasının en güzel örneğini sunan yasaklı yönetmen Jafar Panahi’de unutulmamalı tabii… Geriye kim aldı bu çelişkili tabloda ?


Çelişkiler yumağı…

Cannes’da alınan ödüller, hem yönetmenler, hem de yapımcı ve dağıtımcılar için kuşkusuz çok önemli. Ancak, tutkulu sinemaseverlerin önemli bir bölümü, ne mutlu ki, görmek istedikleri film listelerini daha farklı kriterlerle oluşturuyorlar…

Aslında, Cannes Festivali, sinema dünyasının temelindeki çelişkiler yumağından örülmüş olmasına borçludur liderliğini…

Yaşasın iç çelişkiler ! Birçoğu sanatsal inceliklerden nasibini alamamış zalim yöneticiler ! Kadınların cinsel çekiciliğinin iki adım ötesini göremeyen maçist erkekler! Yaşasın, ille de sanat sineması diye tutturan idealist sinemaseverler !…
Cannes’da herkese yer var.