644 Sayılı KHK ile gelen...
cumhuriyet.com.trBu müdahale, belediyelerin “özerk yapılarının” güçlendirilmesi gerektiği koşullarda açık bir “yetki” gaspı anlamına gelmektedir. Ve bu düzenleme ile “demokratik yerel yönetim” ve “özerk kamu yönetimi” anlayışının özünü anlayamayan, “otoriter bir yaklaşım” olarak; 150 yılı aşkın bir geçmişi olan belediyeleri var olan seviyelerinin gerisine düşürmektedir.
Türkiye’nin çok yoğun ve yakıcı gündemleri arasında hükümet yaşamsal düzeyde pek çok karar alıp yürürlüğe sokarken, kamuoyumuzun bu konuları yeterince tartışma, değerlendirme ve bilgilenme olanağı bulunmamaktadır. Bu ortamda, 4 Temmuz 2011 tarihinde çıkarılan 644 sayılı KHK (kanun hükmünde kararname) ile kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilen meslek odalarının, yerel yönetimlerin kimi yetkilerinin ne anlama geldiğini ve nasıl bir sürecin bir parçası olduğunu sorgulanmayı yaygınlaştırarak sürdürmemiz gerekiyor.
12 Haziran genel seçimleri sürecinde ve sonrasında hükümet, “yasa yapma” gücü olmasına rağmen, TBMM’yi devre dışı bırakarak ve ilgili kesimlerin görüşlerini almadan ya da yok sayarak KHK yoluyla “yapısal nitelikte” pek çok değişiklik yapmıştır. Başlangıçta dahi antidemokratik bir sürecin ürünü olan 644 sayılı KHK, meslek odaları, yerel yönetimler ve kentleşme süreçlerini dönüştürerek “iktidarın emrine sunan” nitelikleri nedeniyle bu düzenlemelerin en önemlilerinden biri olarak öne çıkıyor.
Kentlerimizin planlı ve sağlıklı gelişimi, kentsel yaşamın niteliğinin yükseltilmesi, tarihi ve doğal çevre yağmasının durdurulması gibi amaçlarla “Şehircilik Bakanlığı” kurulması önerisi yıllardır Mimarlar Odası tarafından gündeme taşınmaktadır. Doğal olarak ilk bakışta, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”nın kurulması olumlu bir gelişme olarak algılanabilir. Ancak, bakanlığın kuruluş süreci, amaçları, teşkilat yapısı ve yetkileri değerlendirildiğinde, geçmişi dahi aratan “çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuz” açıkça anlaşılmaktadır.
644 sayılı KHK ile “kent ve doğayı rant aracı olarak gören” bir anlayışın tüm alanlara egemen olmasının önündeki engellerin kaldırılması ve bu alanlara ilişkin yetkilerin AKP iktidarının elinde toplanması için TMMOB ve bağlı odaların, yerel yönetimlerin “asli işlerine” ait yetkilerinin gasp edilmesi, “özerk ve kamusal kimliklerinin” yok edilmesi, TOKİ’nin bakanlığa bağlanması ve bilirkişilik müessesesinin bakanlığın emrine verilmesi yönünde yapılan düzenlemeleri 4 başlık altında değerlendirmemiz mümkündür.
Meslek odalarının “özerk ve kamusal” kimliğine müdahale
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 1924 Anayasası ile meslek kuruluşlarının “tüzelkişilik” hakkı tanınmış, 1961 Anayasası ile “kamusal” kimlikleri anayasal güvenceye kavuşturularak yapıları güçlendirilmiştir. 1980 darbesi sonrası, baskı rejiminin bir dayatması olarak topluma onaylattırılan 1982 Anayasası ile kimi yetkiler sınırlandırılmıştır.
Buna rağmen, mevcut anayasanın 135. maddesi ve 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu’na göre, kuruluş amaçlarına ilişkin her türlü kararı alma görev ve yetkisi kendi üyeleri tarafından oluşturulan genel kurullarında bulunmaktadır. Buna karşın hükümet, anayasaya aykırı bir şekilde, meslek odalarının üyelerinin iradelerini yok saymayı öngören düzenlemeleri KHK ile getirmekte sakınca görmemektedir.
Bakanlık bünyesinde kurulan Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü’ne, odaların “asli işleri” olan üye kayıt ve sicillerinin tutulması, mesleki norm ve standartların belirlenmesi görevi dahi verilebilmektedir. Bu düzenlemelerle hukuka ve anayasaya aykırı bir şekilde odaların “asli işleri” ellerinden alınmakta ve işlevsiz bırakılabilmektedirler.
Anayasaya göre meslek odaları ile bakanlık arasında ancak bir “vesayet” ilişkisi olabilirken; KHK ile aykırı bir şekilde “hiyerarşik” bir ilişki tanımlanmaktadır. Bu değişikliğe göre, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mimarlık ve mühendislik meslek kuruluşlarına ilişkin mevzuatı hazırlayabilmekte, bunları denetleyebilmekte ve böylece meslek odalarının “özerk” yapıları ortadan kaldırılarak “bağlı kuruluş” statüsü getirilmektedir. Bir anlamda odalar, bakanlığın adeta bir hizmet birimine dö-nüştürülmektedirler.
Değişikliklerle, demokratik ve hukuk devleti ölçütlerine göre, meslek odalarının zaten sınırlı ve yetersiz olan hak, sorumluluk ve yetki alanlarının genişletilmesi gerekirken; KHK ile var olan yetkileri gasp edilmek suretiyle daha da kısıtlanmaktadır. Bu haliyle yapılan değişiklik, 87 yıl önce yürürlüğe sokulan cumhuriyetin ilk anayasasının dahi gerisinde bir düzenleme niteliğindedir. Ve tek başına bu örnek bile, “ileri demokrasi” söylemleri altında gerçekte nasıl “geriye gidildiğini” göstermektedir.
Yerel yönetimlere \t\t“imar ve planlama” darbesi
AKP iktidarı, 2003 yılında “Yerel Yönetim Reformu” adı altında “Yerinde yönetim, yerel yetkilerin yerelde yerel yetkililerce kullanılması, hızlı karar alma…” gibi gerekçelerle kimi yasal düzenlemeler gündeme getirmiş, genelde olumsuz özelliklerine karşın, olumlu olarak niteleyebileceğimiz bir durum olarak, “Yerel yönetimlerin özerk karar alma süreçlerini” göreceli de olsa güçlendirmişti. Pratikte ve daha sonra yapılan düzenlemelerde tam tersi yönde bir tavır geliştirildiğine ve bunun sonucunda “merkezi vesayetin” daha da güçlendirildiğine tanık olunmuştur. Bu kez, “imar ve planlama” alanında 644 Sayılı KHK ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na “vesayet” ilişkisini de aşan müdahalelere olanak sağlanmaktadır.
Yapılan düzenlemeye göre; Bakanlar Kurulu kararı ile belediye sınırları dahil olmak üzere belirlenen alanlarda “…iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamalarında idarelerce uyulacak usul ve esasları belirlemek, Bakanlar Kurulu’nca belirlenen bu nitelikteki uygulamalar ile finans merkezleri ve benzeri özel proje alanları ve özel yapım gerektiren yapılaşmalar ile 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu uyarınca Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından yapılan uygulamalara ilişkin her tür ve ölçekte etüt, harita, plan, parselasyon planı ve yapı projelerini yapmak, yaptırmak, onaylamak, kamulaştırma, ruhsat ve yapım işlerini gerçekleştirmek, yapı kullanma izinlerini vermek ve bu alanlarda kat mülkiyetinin kurulmasını sağlamak” gibi yerel yönetimlerin anayasa ve ilgili yasalara göre yetkisinde olan işler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılabilecektir. Bu çerçevede bakanlık, belediyelerin plan yapma, ruhsat ve iskân verme, harç alma gibi işlerini de üstlenebilecek olması işin ne kadar “vahim” olduğunu yeterince ortaya koymaktadır.
Bu müdahale, belediyelerin “özerk yapılarının” güçlendirilmesi gerektiği koşullarda açık bir “yetki” gaspı anlamına gelmektedir. Ve bu düzenleme ile “demokratik yerel yönetim” ve “özerk kamu yönetimi” anlayışının özünü anlayamayan, “otoriter bir yaklaşım” olarak; 150 yılı aşkın bir geçmişi olan belediyeleri var olan seviyelerinin gerisine düşürmektedir.