6 yıl boyunca nasıl Haşhaşi olduk?

Tüm dünyada 55 milyon, Türkiye'de binlerce genç, 6 yıldır, gece gündüz Hasan Sabbah'ın bir fedaisinin peşinde.

Sinan Tartanoğlu/Cumhuriyet

Cemaat ile hükümet arasındaki kavgada son perde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın cemaat için “Haşhaşi” suçlamasını yapmasıyla açıldı. Perdenin açılmasıyla, karşılıklı açıklamalar, suçlamalar, operasyonlar, görevden almalar önümüzdeki günlerin gündemini oluşturacak olsa da, gelin biz, yani tüm dünyada 55 milyon, Türkiye’de de binlerce genç, 6 yıl boyunca nasıl ve neden Haşhaşi olduk, bir fedainin inancının peşinde gecemizi gündüzümüze nasıl kattık ona bakalım...

2008 yılında başladık, Assassin’s Creed (Suikastçının İnancı) serisine...

Bilgisayara da çıktı PlayStation’a da. Ama galiba o zaman bilgisayar daha cazipti. “Haşhaşi” olarak bilinen tarikatın, belki de en “inançlı” müridi olduk. Aslında işimiz, ilkel bir “kiralık katillikti”. Ama tarihin her döneminde olduğu gibi, Tapınak Şövalyelerine karşı verilen bu “savaş” da, din sosu nedeniyle ilkellikten çok “kutsaldı.” Zaten takvimler 1100’lü yılların sonunu gösteriyordu. “Kutsallığın” sınırlarını zorlamak normaldi.
Yıllar geçti, 1 buçuk iki yılda bir oyunun yeni bir bölümü çıktı. Her oyunda, başka bir yüzyılda, ilk “fedaimiz” Altair’in soyundan başka birini yönlendirdik. Da Vinci’nin yaşadığı çağda Ezio olduk, Floransa’daydık, ünlü Medici ailesinin “himayesinde”, “Cennetin Elma”sının peşine düştük; Roma ve Vatikan’ı kendimizce “fethettik”. 3. bölümde ise sürpriz yaptık, taht kavgaları “buhranındaki” İstanbul’a geldik. “Constantinople”daki fedailerin liderini ararken, genç şehzade Süleyman ile tanıştık. Hedefimiz yine “Tapınakçılar”dı. Şehzade Süleyman, kardeşi Şehzade Ahmet’in de Tapınakçıların etkisinde olduğunu düşündüğünden “savaşımıza ortak oldu.” Bu bölümü oynarken, Meryem Uzerli’nin evdeki televizyondan “Süleyyymannn” diye haykırması da hoş olmuştu. Her “oyun” gibi o da bitti.

 

İnanç, intikam, suikast...Kanımızdaki fedailikle, yüz yıllar boyunca kıtalar arasında sürdürdüğümüz “savaşımız”, oyunun adı ile paralel olarak bir “inanç” ya da “intikam” üzerine kuruldu. Biraz geç de olsa serinin 3. oyununu aldık ve oynamaya başladık. Serinin başından beri kurulan genel savaş ve kent mekaniği, son oyunda da geliştirilerek kendisini korudu. Zaten “güzel olan da buydu.” Bu kez Kuzey-Güney Savaşı’nın ortasındaki Amerika’daydık. Yeni Dünya’da hem ok kullandık, hem balta, hem de tabanca... Boston’da köleleri kurtardık, onlar bizim “müridimiz” oldu. Bazen onlarla birlikte “operasyona” çıktık, bazen de onları, kendi ayaklarının üstünde “suikastlere” gönderdik. Bu kez derdimiz kişisel intikam değil, “özgürlük ve adalet savaşıydı.”

 

Gemisini kurtaran olduk

Oyunun 3. bölümünün yeniliği ise, gemiler ve gemi savaşlarıydı. Görevlerinin seyrine göre büyük yelkenlerle yönlendirilen gemimizin kaptanı olduk, boğazlarda “pusuya” yatan düşmanlarımızı avladık. Kullandığımız küçük topların, bazen büyük toplardan daha değerli olduğunu gördük. Kaleleri yıktık, gemileri batırdık. Assassin’s Creed serisi için büyük bir yenilikti “su.” Ama sadece biraz yüzüyor, bol bol kaptan oluyorduk.

Yeni bölüm, cennetteyken duyuruldu

Tam 3. bölümü “ne zaman bitireceğiz” derken yeni bir oyunun duyurusu yapıldı. Yüzyıllardan kopup gelen merakımız Assassin’s Creed’in yeni bir bölümünün duyurusunu yaptı Ubisoft.

‘Korsanlar’ desek...

Yeni oyunun Assassin’s Creed 4: Black Flag adıyla, aldık oynamaya başladık. Hala da oynuyoruz. Haşhaşilerden gelen soyumuzun üyelerinden birini, bir korsanı yönlendirmeye başladık, bu kez.

Buna göre, yeni oyunumuz, “Siyah Bayrak” adından da anlaşılabileceği gibi, “Korsanlığın Altın Çağı” denilen 1700’lü yıllarda geçiyor. Oyunun yüzde 60’ı engin ve yırtıcı sularda geçiyor. İngiltere, İspanya, Portekiz, Hollanda ve Fransa arasında yürüyen “su savaşlarında” biz de bir korsan oluyoruz. Ama genlerimizdeki “inancımızı” yitirmemiş, korsanlar tarafından eğitilmiş bir suikastçı oluyoruz: Edward Kenway. “Bütün korsanlar toplandık” diyip, siyasi çalkantılardan yararlanıp, devletlere “kafa tutuyoruz.” Nihayetinde Erdoğan’ın dediği gibi bir Haşhaşiyiz.

Kökü ilk oyuna yani 1100’lü yıllara dayanan, “tarikat” anlayışımızla, “korsanları” da örgütlüyoruz. Tabi ki 600 yıldır peşimizde olan Tapınak Şövalyeleri de konakladığımız, yerleştiğimiz, köklüleştiğimiz Karayiplere geliyor ve “bitmeyen savaşımız” tekrar başlıyor.

Devletlerle örgütler arasındaki savaş bitmiyor, yüzyıllardır sürüyor. Türkiye’nin gündemi hızla akarken, bize de en azından oyunlarda biraz nefes almak düşüyor.