4+4+4 BM Sözleşmesine Aykırı
cumhuriyet.com.trAKP’nin ilk ve ortaöğretimi düzenleyen tasarısı Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne ve dolayısıyla Türk anayasasının 90. maddesine açıkça ve ağır şekilde aykırıdır.
Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kabul ettiği “Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi” 4058 sayılı yasa ile onaylamıştır.
Türkiye’nin sözleşmenin 17, 29, 30 maddelerine koyduğu “ihtirazi kayıt”, T.C. Anayasası ve Lozan Antlaşması hükümlerine ve ruhuna uygun olarak yorumlama ve uygulama hakkını saklı tuttuğuna dair ifadedir.
19, 29 ve 30. maddeler, çocuğun kişiliğini, zihinsel ve bedensel yeteneklerini geliştirmeye yönelik genel hükümler taşımaktadır. Bu nedenle T.C. Anayasası’na yapılan bu gönderme, “devrim yasaları”na özellikle “Öğretimin Birleştirilmesi - Tevhidi Tedrisat” yasasına diğer deyişle anayasanın 174. maddesi ile sağlanan mutlak korumaya ilişkindir.
Bilindiği üzere T.C. Anayasası’nın 90. maddesine göre “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır.”
Halbuki eski ve yeni Medeni Kanunumuzda, BM Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme’ye aykırı olarak çocuğun dini eğitimini belirleme hakkı ana-babaya verilmiş, bu hakkı sınırlayacak her türlü sözleşme geçersiz sayılmıştır.
B.M. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde ise aşağıda açıklanacağı üzere bu konuda ana-babaya tanınmış bir yetki yoktur, sadece “yol gösterme, yönlendirme” yükümlülüğü vardır. Üstelik ana-baba bu yükümlülüğü yerine getirirken çocuğun görüşlerini almak zorundadır.
Bu nedenle Türk yasa koyucusunun çocuğun din eğitiminde ebeveyne tanıdığı geniş yetki, her türlü yasal dayanaktan yoksundur. Hele hele “ben çocuğumu dilersem imam hatip liselerine gönderirim” diyen ve bunu serbestçe uygulayan anne-babaların kararlarını öncelikle bu açıdan gözden geçirmeleri hukukun zorunlu gereğidir.
Tabii anayasanın, din kültürü ve öğretimini zorunlu kılan 24. maddesini de bu bağlamda yorumlamak gerekmektedir.
AKP’nin son eğitim tasarısındaki (!) teklifi ise -ilk 4 yıllık dönemin sonunda çocuğu örgün eğitimden uzaklaştırıp, mesleki eğitime yöneltmek- tam bir facia idi. Ancak çocuğun ikinci 4 yıllık dönem sonunda yani 5+8 = 13 yaşında düşüncesini, isteklerini dinlemeden onu ana-babanın kararıyla yönlendirmek de, B.M. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aynı derecede aykırılık teşkil etmektedir.
Zira bu sözleşme ve eklerinin birçok hükmünde ana-babaya değil, çocuğa, “Erken yaşta reşit olma olanağı” (Md.1), “Çocuğu ilgilendiren her konuda onun yararı temel düşüncedir.”(Md.3), “Ana-babaya tanınan tek yetki çocuğun yeteneklerinin geliştirilmesi ile uyumlu olarak yol gösterme ve yönlendirme”(Md.5), “Görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkı”(Md.12), “Çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlüklerine saygı göstermek” (Md.14), “Eğitim ve meslek seçimine ilişkin bilgi ve rehberliği bütün çocuklar için elde edilir hale getirmek”(Md.28), “Soya, dine dayalı azınlıkların kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama hakkı”(Md.30), “Çocuğun kendisini etkileyen bütün meselelerde kendini ifade etme hakkına yasa ile veya uygulamada sınırlayacak yaş sınırı getirilemez”(Genel Yorum, 1 Temmuz 2009 Md.20); “Araştırmalar çocuğun kendini söz ile ifade edemeyebildiği çok küçük yaşında bile görüş oluşturabileceğini, her türlü idari işlemde -örneğin eğitimi- kendini ifade fırsatı sağlanmalıdır” (Aynı Yorum Md. 32) gibi ilkelerle belirlenen çok geniş haklar tanınmaktadır.
Tüm bu nedenlerle çocuklar hakkında böylesine yaşamsal ve kökten düzenlemelere gitmek, ister yasama ister yönetsel yollarla olsun temel hak ve özgürlüklerin ihlalidir. Bu ihlal, uluslararası hukukun çiğnenmesi yoluyla yapılırsa -ki şimdi yapılan budur- Türkiye’yi hukuk devleti olmaktan bir kere daha uzaklaştıracaktır.
Bu yapılanları, “dindar ve kindar kuşaklar yetiştirmeyi” kişisel emeli sayan bir politikacının nazara alacağını hiç ümit etmemekle birlikte, görüşlerimizi hukukçu kimliğimizin bir gereği olarak kamuoyuna duyurmak istediğimizi vurgularız.
Şevket Çizmeli-Ankara Barosu Avukatı