42. Toronto Film Festivali: Türk sinemasının ‘sanal’ varlığı

Temelde ödülsüz bir etkinlik olan 42. Toronto Festivali, pazar günü düzenlenen ödül töreniyle(!) son buldu.

Mehmet Basutçu

Yarışmalı bölümü ve ana jürisi olmasa da ulusal sinema ödülleri yanına yıllar içinde eklenen bir dizi ödül, sonuçta uzunca bir liste oluşturmakta. Bu ödüllerin en eskisini, bu yıl 40. kez verilen seyirci ödülünü (People’s Choice Award), Venedik’te Altın Aslan adayı olan Martin McDonagh’ın Adana Festivali seçkilerinde de yer alan “Three Billboards Outside Ebbing, Missouri” adlı filmi kazanıyordu.

Bu güz, 25 yıldan bu yana seçkilerinde Türk sinemasına en az yer veren bir Toronto Festivali yaşadık! Ne genç yönetmenlerimiz tanıtılıyordu, ne de bir toplu gösteri vardı. Bir kısa filmle yetinilmişti. Türk sinemasına küsmüş müydü Toronto? Kuşkusuz hayır. Belki de seçicilerin ilgisi azalmış, ya da yorgun düşmüşlerdi. Aslında, görülen o ki, sinemamız olağanüstü bir yıl yaşamıyordu...

Yine de, Türk sinemasının sesi özel gösterimler düzenlenerek duyurulmaya çalışıldı. Türler yelpazesinin iki ucunu temsil eden iki film, festivalin ana binasında özel olarak kiralanan 50 kişilik salondaki üç seansta davetlilere sunuldu. Amaç tanıtım ve satıştı. Sanırım bu bağlamda yararlı da oldu. Bir uçta, Oscar yarışında Türkiye’yi temsil etmesi kararlaştırılan “Ayla”; öteki uçta “Buğday” vardı; farklı düzeylerde düşkırıklığı yaratan iki ‘güzel film’... Keşke Koreli küçük Ayla’nın öyküsünü Semih Kaplanoğlu anlatsaydı; “Buğday”ın ağdalı metafizik yoğunluğunu da Can Ulkay biraz öğütüp yüzeyselleştirmeye çalışsa ne iyi olurdu, dedirten, kendi içlerinde tutarlı iki film... Ayrıca, sinemamızın bu kadar farklı örnekler üretebilecek kadar zengin bir yelpaze sunduğunu göstermek açısından da yararlıydı bu tanıtım gösterimleri...

Festival seçkilerinde ön sıralarda yer alan Almanya’nın Oscar adayı Fatih Akın’ın “Solgun”u ile; Türkiye ve Fransız vatandaşı Deniz Gamze Ergüven’in, konusu, mekânı ve diliyle Amerikalı olan “Kings”i de, dolaylı olarak bizim filmlerimiz sayılmaz mıydı? Kısacası, Türk sinemasının Toronto’daki varlığı, bu yıl birçok yönüyle ‘sanal’ bir varlıktı sanki...

Etkinliğin son günlerinde gösterilen “Kings”i izleyemedenToronto’dan ayrılmak zorunda kalınca, filmin yabancı basında doğurduğu tepkilerden yola çıkan ‘sanal’ bir eleştiriyle noktalayalım.

Deniz Gamze Ergüven, gerçek olaylardan yola çıkarken, bireylerin özel yaşamlarına farklı bir duyarlık ve biçem eşliğinde eğilen yaratıcı bir yönetmendir. Bu nedenle de, kendisinden gerçeğin sinemasını yapmasını bekleyenleri yeterince tatmin edemiyor. Özellikle, hikâyenin geçtiği ülkenin seyircileri tarafından daha zor anlaşılıyor. Tıpkı “Mustang”ın Türkiye’de doğurduğu tepkilerde olduğu gibi, gerçeklerin ötesine çıkarak yüceltilen o ‘tanıdık insan’ gerçeğinden rahatsız oluyorlar belki de... Amerikalılar filme bir noktada Fransız kalırken, daha olumlu düşüncelere yer veren Fransız basını, arka planda her tür baskıya, ayrımcılığa, ırkçılığa ve otoriterliğe karşı çıkan politik tavrın altını çizmeyi de unutmuyor.

Üç dilli, üç kültürlü Deniz Gamze Ergüven, filmleriyle daha çok Fansız galiba...