41 yılın zorunlu vedası

Prof. Fincancı, barış bildirisine imza attığı için “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edilince, emekli olma kararı almıştı. Dosya, istinafta. Fincancı için dün öğrenciliği dahil 41 yılını verdiği üniversitesinde düzenlenen törende, Bahreyn, Bosna dahil tüm dünyadaki çalışmalarından kesitler sunuldu.

Hilal Köse

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, dün, fakültedeki son dersini verdi. Fincancı, “Hekimlik, bilginizi insanlık yararına kullanmaktır” dedi. Kemal Atay Amfisi’ndeki son derse, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nevzat Alkan, Fincancı’nın ilk asistanı Prof. Dr. Nadir Arıcan, Türk Tabipler Birliği Başkanı Sinan Adıyaman, İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Pınar Saip, Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Prof. Dr. Raşit Tükel, Prof. Dr. Selçuk Erez, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, İHD Eş Genel Başkanı avukat Eren Keskin, 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, TİHV çalışanları, öğrencileri, asistanları, hocaları ve dostları katıldı.

Hekim kimdir?

Fincancı, “İnsan Hakları ve Hekim Sorumluluğu” başlıklı son dersine, “92’den beri resmi olarak ders anlatıyorum. 27 yıl olmuş. Hiçbir ders günümü heyecansız geçirmedim. Her akşam heyecanla yattım. Sabah heyecanla uyandım. Ama heyecanla uyanmaya devam edeceğim emin olun. Bu bir son değil. Her sonun devamında başlangıçlar vardır, umut vardır. Çünkü öğretmenlerim bana böyle öğrettiler” diyerek başladı. Alman patoloji bilgini Rudolf Virchow’un “Hekim zor durumdakilerin olağan avukatıdır” sözüne dikkat çeken Fincancı, “Evet, her hekim zor durumdakilerin avukatı olmak zorundadır. Eğer avukatlık yapmayacaksa, hastasının haklarını savunmayacaksa hekimlik de yapmamalıdır. Aslında tıp dediğiniz siyasetin ta kendisidir. Çünkü yaşama müdahil oluyoruz biz. Yaşama müdahil olduğunuz her alanda da siyasetin tam orta yerinde duruyorsunuz. İyi ki yaşama müdahil oluyoruz. Adli tıp çalışmalarını yürütürken, adli tıpın önemli bir alanını, evet, insan hakları ihlallerinde, insanın örselenmesini ortaya koymanın yollarını bulma mecburiyeti hissettim ben. Neden? Asistanlığıma başladığım günlerde, Türkiye Komünist Partisi’nin yöneticilerinden biri olduğu söylenen Mustafa Hayrullahoğlu’nun işkence dosyası tartışılıyordu. Ayak tabanında falaka işkencesine bağlı morluklar, vücudunda başka bulgular da vardı. ‘Zıplayarak olabilir’ diye görüş bildirdi, kocaman kocaman hocalarım benim. Ben o gün bir söz verdim, bütün dünyadaki insanlara. Ben böyle söyleyemeyecekleri kanıtlar üzerine çalışacağım dedim. Bütün ömrümce, 30 yılı geçti Adli Tıp alanındaki ömrümün, hep bunun üzerine çalıştım. Toplantılarda yer almaya uğraş verdim” diye konuştu.

Bebek eli...

Fincancı, çalıştığı dosyaların belgelerini, fotoğraflarını sinevizyonla perdeye yansıttı. Üzerinde sigara söndürülmüş bebek elinin fotoğrafını anlatan Fincancı, şöyle devam etti: “Bir çocuğun elinde sigara yanığının izinin ne işi var? Annesine ifade imzalatmak için, 14 aylıkken annesinin gözü önünde işkence gören bir çocuk. Vücudundaki tek yarası bu değil tabii ki. Asıl önemlisi ruhundaki yaraları. Kocaman bir insan bugün. Annesi yıllardır cezaevinde. Neden? Bir ifade tutanağında imzası olduğu için. Annesi o dönemde sadece Kürtçe biliyordu. Bununla uğraşmamak mı gerekiyordu? Tabii ki uğraşmak gerekiyordu. Böyle raporlar düzenlerken, 90’da doçent oldum. Doçent olarak ilk Adli Tıp Şube Müdürlüğü’ne sürülen insanım ben. Böyle ‘yaramazlıklar’ yapmak hiç de hoş karşılanmıyordu. Sonraki görevden alınma hikayem 96’daki Baki Erdoğan işkencesiydi. Verdiğimiz rapordu. Dönemin Adalet Bakanları’ndan, çok Adalet Bakanı gördüm ben, Oltan Sungurlu telefonda dedi ki, ‘ama sen de Dev Solcu’ymuşsun.’ Nereden çıktığını sordum. Baki Erdoğan Dev Solcu'ymuş. Hiç bilmiyordum ama bilsem ne fark eder? Her rapor düzenlediğimin örgütüyle iltisaklı olsam ömür yetmez. Şimdi kafaları karışıktır, son cezayı 'PKK propagandası yapmaktan' aldım. Yakındır FETÖ’ye de bağlarlar.”

Devletin yükümlülüğü...

Cizre raporuyla ilgili de konuşan Fincancı, “Eleştiri zor hazmedilen bir durumdur. Hele gücü elinde bulunduran eleştiriliyorsa bu eleştirileri ortadan kaldıracak bütün mekanizmaları devreye sokmaya çalışır. Ama hakikatin hiç beklenmedik zamanlarda ortaya çıkma alışkanlığı vardır. İşte bizim sorumluluğumuz da hakikatin ortaya çıkma alışkanlığına tanıklık etmektir. (Fotoğrafı göstererek) Bir gözlük çerçevesi ve bir çene kemiği var. Gözlüklüler iyi bilir. Eğer çene genişliğinizden genişse gözlüğünüz, düşer, gözünüzde durmaz. Bu gözlük çerçevesi ile çenenin genişliğine baktığınızda neredeyse yarısı kadar. Yani küçük bir çocuk vardır o bodrumda. Devletin yükümlülüğü, herhangi bir insanın zarar görmeyeceği koşullarda müdahaleyi yapmaktır gerekiyorsa. Çocukların, sivillerin olduğu bir ortama tankla, topla, aynı bodrumun üst pervazında tank mermisi vardı, saldıramazsınız. Saldırırsanız, hakikak çıkar ortaya..." dedi.

Mücadeleye devam

“Hekimlik, bilginizi insanlık yararına kullanmaktır” diyen Fincancı, sözlerini teşekkürle bitirdi: “O bilgiyi insanlık yararına kullanmayı öğrendiğim sevgili hocalarıma, birlikte mücadele ettiğimizin bütün dostlarıma, yoldaşlarıma, çalışma arkadaşlarıma, meslek örgütlerime teşekkür ediyorum. Öğrencilerime teşekkür ediyorum. Aslında bizim öğretmenlerimizdir onlar, iyi ki varlar. Ve İstanbul’a teşekkür ediyorum. Bana bu 60 yılı sonsuz güzellikte sundu. Bu yolculuğun bir ucunda çok sevdiğim mesleğim vardı, yaşamım vardı, bir ucunda da yüreğimin içi canım kızım vardı. İyi ki birlikte olmuşuz, mücadeleye devam.”