39. İstanbul Film Festivali: ‘Söğüt’

“Yağmurdan Önce” adlı filmiyle tanınan Milcho Manchevski’nin son filmi çocuk sahibi olmak için her şeyi yapmaya hazır üç kadının öykülerini anlatıyor.

Emrah Kolukısa

Ortaçağ’da da olsa, günümüzde de, annelik ve çocuk sahibi olma olgusu hiç değişmeyen ve değişmeyecek bir mesele. Milcho Manchevski’nin 39. İstanbul Film Festivali’nin online seçkisinde izlediğimiz son filmi “Söğüt” çocuk sahibi olmak için her biri farklı bir yola başvuran üç kadının öykülerini akla biraz onun unutulmaz filmi “Yağmurdan Önce”yi getirecek bir yapıyla anlatıyor. Biri çağlar öncesinde, diğer ikisi ise günümüzde Makedonya’da (usta sinemacı 10 yıl sonra ilk kez ülkesinde bir film çekiyor) geçen ve belli noktalarda birbirilerine eklemlenen (en azından son ikisi neredeyse iç içe geçen hikâyeler) bu anlatılar genel olarak karanlık bir tona sahip olsalar da içlerinde mizah da barındırıyor gerilim de.

BÜYÜ, BİLİM VE EVLAT EDİNME

Ortaçağ’da kırsalda geçen ilk öykü beş yıldır çocuk sahibi olamayan bir çiftin büyü yaptığı bilinen bir kocakarıdan medet ummalarıyla başlıyor. Onlara birden fazla çocuk verebilecek bir büyü yapacağını söyleyen yaşlı kadının bunun karşılığında istediği tek şeyse ilk doğacak çocuklarını ona vermelidir. Ölümüne yaklaşırken ona bakacak birine ihtiyacı olduğunu söyleyen kadın gün gelip de genç çift çocuk sahibi olduğunda kapılarını çalar. Bu masalsı hikâyenin devamını anlatmanın alemi yok ama son derece yalın ve şiir gibi çekimlerle bezeli bir bölüm olduğunun altını çizelim bu ilk meselin.

Natalija Teodosieva ve Kamka Tocinovski filmde iki kız kardeşi canlandırıyorlar.

Günümüz Mekodonyasında geçen diğer iki hikayede ise biri bilimsel yöntemlerle, diğeri ise evlatlık edinme yoluyla çocuk sahibi olmaya çalışan iki kız kardeşin yaşadıklarına tanık oluyoruz. Her üç hikâyede de erkek karakterlerin (baba ya da eş) anne olmaya çabalayan kadınlarla ters düştüğünü ve karar aşamalarında farklı tercihlerden yana olduklarını görmek filmin tonu ve trajik açılımları yönünden ilginç bir zihin alıştırması sunuyor doğrusu. İlk hikâyede erkeğin, ikincide ise kadının belirleyici olduğu gerçeği bir yana; farklı bir yola sapsalardı ne olurdu, kim haklıydı ve kim yanıldı  gibi soruların izleyici tarafından nasıl yanıtlanacağı gibi şeyler hep aslında Manchevski’nin ortaya attığı ahlaki ikilemlerle şekilleniyor aslında. Günah, ceza ve pişmanlık gibi kavramlar da her ne kadar üzerinde evrensel olarak uzlaşma sağlanamamış olsalar da, tüm bu resimde kendilerine yer açıyorlar haliyle. 

Yönetmen ve oyuncuları: Sara Klimovsaka, Kamka Tocinovski, Milcho Manchevski ve Natalija Teodosieva

Hiç şüphesiz kadın oyuncuların ağırlıklı olduğu bir film “Söğüt” ve her hikâyede de önümüze özel yüzler çıkarıyor Manchevski. Çocuk sahibi olmak için büyüye başvuran köylü kadın rolünde Sara Klimoska duru güzelliği ve ışıl ışıl parlayan aydınlık yüzüyle şiirsel ve masalsı öykünün havasına ilginç bir şekilde bire bir uyum sağlarken; birbirlerinin zıttı gibi duran ama her anlamda birbirlerine destek olan abla-kardeş ikilisinde Kamka Tocinovski ile Natalija Teodosieva’ya biraz daha fazla iş düşüyor, filmin üçte ikisini sırtladıkları için biraz da. Filmde en çok öne çıkan erkek karakter olan taksi şoförü Branko rolünde ise  muhtemelen kariyerinin en önemli çıkışını yapan Nenad Nacev’in sağlam bir performans sergilediğini görüyoruz. 

“Söğüt” (filme adını veren söğüdün hikâyeler arasında nasıl bir işlev üstlendiğini biz söylemeyelim) Manchjevski’nin artık bir nevi alamet-i farikası haline gelen üçlü yapının (halen üzerinde çalıştığı bir sonraki filmi “Kaymak” da yine üçlü bir aşk öyküsü anlatıyor, meraklısına duyuralım) öne çıktığı ve temel kavramlar üzerinde farklı bakış açılarıyla bir bütünlüğe ulaştığı, kolay kolay akıllardan çıkmayacak bir film. Hâlâ izlemediyseniz, kaçırmamanız tavsiye edilir.