39. İstanbul Film Festivali: “Servants”

Bu yıl çevrimiçi olarak izleyiciyle buluşan İstanbul Film Festivali’nin etkileyici filmlerinden biri olan “Servants” 1980 yılında Çekoslavakya’daki bir din okulunda yaşananları anlatıyor.

cumhuriyet.com.tr

Slovak sinemacı Ivan Ostrochovsky’nin 1980 yılında Çekoslavakya’nın Bratislava bölgesinde bulunan ve Katolik doktrini benimsemiş bir ilahiyat okulunda geçen filmi “Servants” (“Hizmetkârlar”) siyah beyaz görüntüleri ve ağır tempolu ama gerilim yüklü anlatımıyla bu yılki İstanbul Film Festivali’nin dikkat çeken yapımlarından. Senaryosunda Ostrochovsky’nin yanı sıra Rebecca Lenkiewicz (“Ida”) ve Marek Lescak’ın da (“The Interpreter”) imzalarının bulunduğu film kurmaca bir hikâyeyi anlatıyor ama olup bitenler o dönemde yaşanan gerçek olaylara dayanıyor.


Uzun uzun tarihi geri planı anlatmanın manası yok ama şu kadarını hatırlamak önemli, SSCB merkezli komünist rejimin en ciddi baskıladığı kurumlardan biri kiliseydi ve o dönem Dünyada Barış adı altında kurulan ve temel işlevi Katolik kilisesini kontrol altında tutmak olan bir sözde din örgütü kurulmuştu. Paranoyanın had safhada olduğu ve insanların bir anda ortadan kaybolup ölü bir şekilde bulunduğu bir zaman dilimini anlatan “Servants” iki genç öğrencinin Bratislava’daki okula gelişleriyle başlıyor. Burada siyasi anlamda gözleri açılan ve gizli bir örgütün eylemlerine katılmaya başlayan iki arkadaş hem kendi dostluklarını test edecekler hem de rejimin sert yumruğuyla tanışacaklardır. 


KOMÜNİST REJİMLE HESAPLAŞMA

Doğu bloku ülkelerinden yetişen yeni kuşak sinemacıların komünist rejimle hesaplaşmaları bir süredir ilginç filmlerle çıkıyor karşımıza. Yine siyah beyaz filmler çeken ve Polonya’nın son yıllardaki en önemli sinemacılarından olan Pawel Pawlikowski geliyor akla mesela. Ya da Christian Mungiu, Corneliu Porumboiu gibi Romanya sinemasının birçok yönetmeni… Komünist rejimlerin dine yaklaşımının da etkisiyle bu filmlerin birçoğunda din unsurunun ön plana çıkması, hatta bir şekilde muhalif bir rol üstlenmesi de kaçınılmaz olsa gerek, her ne kadar din çoğu zaman kitleleri islah etmek ve baskılamak için kullanılan bir araç olsa da. “Servants”da da rejimin zulmettiği kesimlerden biri olarak karşımıza çıkan genç din adamlarını görüyoruz ve Orta Avrupa’nın yakın tarihine komünizm ile katolisizm çatışması penceresinden bakıyoruz. Ama tabii Ostrochovsky’nin son derece etkileyici ve mesafeli anlatımıyla.

Siyah beyazın keskin kontrastından faydalanan (belki bu kontrast ve gölgeli görsellik sembolik olarak iki güçlü sistemin kavgasına da bir gönderme olarak okunabilir) ve çoğunlukla sabit kamerayı tercih eden Ostrochovsky hiç kadın oyuncu kullanmadığı filmini biraz da mekanların yapısal özelliklerine daha iyi uyacağı düşüncesiyle Akademi (4:3) formatında çekmiş. Tüm bunlar bazı anlarda heyecanlı bir casus filmine dönüşecekmiş gibi duran “Servants”ın dönem filmi havasına da katkı yapan özellikler. Hikâyesini diyaloglar ya da naratifi kolaylayan sekanslardan ziyade imgeler aracılığıyla anlatmayı tercih etmesi ise Ivan Ostrochovsy’nin sanat sinemasına yaklaşan tarzının bir çıktısı muhtemelen. 

Berlin Film Festivali’nin Encounters (Karşılaşmalar) bölümünde gösterilen ve eleştirmenlerin övgülü yorumlarıyla karşılanan “Servants” bu yıl online bir seçkisini izlediğimiz İstanbul Film Festivali’nin akılda kalan filmlerinden biri olacak bence.