39. İstanbul Film Festivali: “Berlin Alexanderplatz”

Koronavirüs salgını yüzünden yapılamayan 39. İstanbul Film Festivali’nden 15 yabancı film çevrimiçi olarak izleyiciyle buluşuyor. Festivalin ilk filmi “Berlin Alexanderplatz”. Aynı adlı romanı günümüze uyarlayan ise Burhan Qurbani.

Emrah Kolukısa

Alfred Döblin’in 1929 tarihli romanı “Berlin Alexanderplatz” geçen yüzyıl Alman dilinde yazılmış en önemli romanlar arasında sayılıyor. Döblün’in 20’li yıllarda, tam da Nazizmin yükselişe geçtiği, ekonomik buhranın tüm dünyada olduğu gibi Almanya’da da yoğun bir şekilde hissedildiği ve suç olgusunun hızla tırmandığı bir dönemde hırsları yüzünden suç aleminin içinde kaybolup giden Franz Biberkopf’un hikâyesini günümüze uyarlayan Burhan Qurbani geçen şubat ayında düzenlenen Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan filmi “Berlin Alexanderplatz” bu yıl İstanbul Film Festivali’nin bir nevi açılış filmi olarak geldi önümüze. Malum, salgın yüzünden karantina şartlarında yaşadığımız için salonlarda izleyemediğimiz bu filmi “karşımıza” değil “önümüze” gelmiş sayıyoruz, ne yapalım, bu yıl da böyle olsun.


Öte yandan Qurbani’nin 3 saatlik süresiyle uzun sayılabilecek filmini salonda büyük perdede izlemek elbette çok daha güzel bir deneyim olurdu, zira filmin güçlü renkleri, ustalıkla işlenmiş görüntüleri ve ışığı müthiş bir görsellik sunuyor izleyiciye. Ayrıca ilk kurgusu 5 saati bulan (Qurbani filmi nasıl kısalttığını anlatırken bu ilk versiyondan da memnun olduğunu ama izleyici için zorlayıcı olabileceğini düşündüğünü söylüyor ve yaptığı kısaltmanın ilginç bir şekilde filmi Döblin’in romanına daha yaklaştırdığını da ekliyor) ve şimdi bile kağıt üzerinde uzun sayılabilecek filmin izlerken hiç de uzun gelmediğini, küçük ekranda bile gözünüzü kırpmadan izlediğinizi söyleyebilirim rahatlıkla.


Qurbani’nin filmi Döblin’in romanının ilk sinema adaptasyonu değil. İlk kez 1931 yılında Piel Jutzi tarafından sinemaya uyarlanan “Berlin Alexanderplatz”ın 1980 yılında Alman televizyonu için Rainer Werner Fassbinder tarafından yapılan 14 bölümlük dizisi uzun yıllardır sinefillerin favorisi olmuş ve hatta salonlarda da gösterilmişti. Eminim 1997 yılında İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen 15,5 saatlik filmi izlemiş olanlar vardır bu satırları okuyanlar arasında.


BİR GÖÇMENİN PORTRESİ

Afgan bir göçmen ailenin (yoksa mülteci mi demeli, filmde bununla ilgili çok güzel bir bölüm var) çocuğu olarak tam da Fassbinder’in dizisinin çekildiği yıl Almanya’da doğan Burhan Qurbani romanı günümüze adapte ederken hikâyenin baş kişisi Franz’ı Afrikalı bir mülteci olarak ele alıyor ve tüm meselesini bu göçmenlik mevzusunu da öne çıkararak kurguluyor. Bu anlamda elbette yeni bir bakış da içeriyor Qurbani’nin yaklaşımı ama bir açıdan bakarcak olursanız zaten başka türlüsü de ne kadar gerçekçi olurdu diye sormadan edemiyorsunuz; zira bugünün Avrupa’sı en çok da göçmenlik/mültecilik üzerinden anlatılacak bir hikâye sunuyor bize ve post-kolonyal dünyanın en büyük açmazlarından biri olarak karşımızda duran bu göç ve ötekilik kavramları tam da bu zamanda kaçınılmaz oluveriyor. şunu da not düşelim; göçmenlikle başlayan ve suç dünyasında yükselen adamın hikâyesi çok kolaylıkla “Scarface” gibi bir şiddet sarmalına dönüşebilirdi (ya da zaten bir nevi “Scarface” bu da) ama Qurbani baş kişisi Franz’ı sadece güç peşinde koşan bir adamdan ziyade vicdani yükleriyle de baş etmeye çalışan birine dönüştürerek farklı bir yöne sapıyor ve ona trajik bir nitelik de bahşediyor. 

Filmin oyuncuları Joachim Krol, Albrecht Schuch, Jella Haase ve Welket Bungué, berlin Film Festivali sırasında yönetmen Burhan Qurbani (ortada) ile birlikte

“Berlin Alexanderplatz” toplumsal bir durumu resmetmekle beraber onun önünde bir karakter incelemesi, o sosyal panoramanın şekillendirdiği bir bireyin portresi aslında. Üstelik sadece Franz’ın değil, onu batağa sürükleyen ve hem yükselişinde hem de düşüşünde kilit bir rol üstlenen Reinhold’un da portresi önemli bir yer tutuyor filmde. Franz rolünde sağlam bir performans sunan Welket Bungué’yi de zaman zaman gölgede bırakan Albrecht Schuch (bir önceki yıl Berlinale’de çok ses getiren “System Crasher”da da rol almıştı) Reinhold rolünde bir hayli dikkate çekiyor, deyim yerindeyse rol çalıyor. Dış ses olarak yaptığı müdahalelerle (Franz’ın hikâyesini büyük ölçüde ondan dinliyoruz aslında) filme şiirsel bir hava katan Mieze’yi canlandıran ve küçük yaştan beri oyunculuk yapan Jella Haase de “Berlin Alexanderplatz”ın bir diğer sürpriz keşfi.